Çarşamba, Aralık 26, 2012

karmakarisik

telefondan devam, sozluk kapali turkce karakterler sikintili-
tatilin 5. gunu
geriye kalan 24 gun, somestri yarida birakip mersine, arkadaslarimin yanina donebilirim. oyle olmasi daha hayirli psikokojim acisindan, burda emekli hayati yasiyorum resmen. tvyi acip kanallar arasinda zapliyorum, internetim yok, su an elektrikler kesik mesela. arkadaslarima ulasabilmemin tek caresi internet, onu da telefondan hallediyorum bi sekilde. bekledigim gibi degilsin tatil. kotu ruyalar gormeye de basladim, ilk ruya:
guya vize sonuclari aciklanmis, okul birincisinin notlari 0'a komsu, kendi notlarima bakiyorum 32 33 diye gidiyor, mutluluktan delirmek uzereyken max alinabilecek notun 25 oldugu geliyor aklima, uyaniyorum. hea, hirs yapti, soyle oldu bilmem ne diceksiniz, hakli da olabilirsiniz ama sinavlardan sonra arkadaslarimi sinir etmek icin 30 bekliyorum derim hep, ruyamda karsima cikti namussuz.
Cumartesi kuzenim evleniyor, somestr henuz baslamadigi icin diger universitelerde, genc nufusun bayagi az olacagi kestirmek zor degil, yemekli dugun mu olur, icki olsaymis yerine dedirtti.umarim vardir.
dun arkadasimla spor salonuna yazilma isini konustuk, byuk ihtimalle olacak, sigarayi biraktigi halde gunde iki adet icen adam bana bira bile icirmeyecekmis, 
kurallar. 
sikintidan ders calisan insanlar var ya, onlardan biriyim. yapacak biseyim olsun kitap gormem ama su an deli gibi kelime ve fiil kasmayi dusunuyorum. 
keske inek olabildigim kadar konusmayi da bilseydim diyorum arada ama yok, kendimi dinletmeyi beceremiyorum.
Almanyayi bu sene icin unutmus olabilirim, pes etmiyorum oyle gerekiyordu. yazin bi otelde calisip para biriktirebilirim, cok para hem de. umarim olur. en azindan olma ihtimali yuksek :)
parasal anlamda en boktan zamanlarimizi yasiyoruz ailece, bi sekilde ustesinden gelinir sanirim, bursum da yakinda yatarsa eger, mersine donerim en azindan.
yeni yildan dilek istek oneri her turlu rica arz ne biliyim, bir seyi cok istememe karari aldim, olaylarin veya.kisilerin ustune ne kadar cok gidilirse, karmasa da 
dogru oranti ile artiyor. 

Cumartesi, Aralık 22, 2012

Arabesk Mod

Dun son vizeyi de hallettikten sonra minik bi hayal kirikligi ve inanilmaz buyuk bi yorgunluk gecti ustumden. sinav bitti rahatim artik! moduna bile giremedim. arkadaslarimla gobekten bagli duruma da geldik. nerdeyse sicmaya beraber gidiyoruz, sikayetci degilim "hadi wcye" diyip kolumdan tutup surukluyor namussuzlar. dun sizdik, aksama dogru da pese gittik. yine yenemedim cocugu, ubermensch, trex lakaplari Ronaldodan baskasina ait olamaz. 
dun stajyer hoca ile icmeye gittik, almanyaya donecekti ama bu kez biraz kalabaliktik. sohbet arasinda "cok yorgun gorunuyorsun-uz" diyip ben ve arkadaslarimla uzgun uzgun bakiyordu. yahu dun sinavdan once de agladi beybim, agliyor guluyor karmasik :'). ogrenciler de kapildilar tabii bu duygu seline, bir ikitanesi agliyordu.
neyse mekana gitmeden once bi ellilik ficialmistik zaten, ac karna biranin ne oldugunu denemistim. mekana girince de bi otuzuc, mayistim. agzima hakim olamiyorum, hizli iciyorum. usume de geldi hafif, neyse sohbet vesaire hersey guzeldi. fotograf cekildik. bizim üçlunun yeri ayri, fotografi cerceveletip odasina asacakmis, canim benim. fotografini cekip yolla, soz ver dedik tutacak sozunu.
mekandan ayrildik, yalnizligima mi yanayim, cok para harcadigima mi! geldigim uc ayda uc bin lira gotti. nereyr bilmiyorum. 
hersey yolunda falan, bu kez de almanyaya gidemeyecegimi ogrendim.
isyana gelip ictim, uzuntuden falan, sinav bekledigim gibi.degildi ona ictim  mrmlektte arkadasim yok, ona da ictim.
ictim de ictim dostlarim.
tatilde ev+pijama+film,cips,cola yapmayi dusunuyorum, para harcamam bir ay boyunca hem bursum yatar o zamana kadar. 

Pazartesi, Aralık 17, 2012

En Güzel Günüm Gecem -Cumartesi-

Selam millet!
 -Barlardan toplayın*
Arkadaşlar ve hocalar yemeğe gitmek için plan yapmıştık. Sadece stajyer hocayla günlerimiz uyuşunca Cumartesi günü dışarı çıkıp yemek yicektik. Öyle de oldu zaten. 
Cuma günü arkadaşta kaldım, her şey yolunda ama tam bir mülteci kıvamındayım. Evin yolunu şaşırdım nerdeyse. Cumartesi günü de 2. arkadaş geldi, "bir duş alayım ben eve gidiyorum" dememle birlikte kapıyı kilitlediler, psikopatlar! Kilitlenen kapıyı açamayacağımı anlayınca da vazgeçtim, beyaz bayrağı çıkardım resmen. 
Akşam oldu sonunda, iyice giyindikten sonra yemek yiyeceğimiz mekana doğru yürüdük, soğuktu çok. Hoca'yı bekledik, Alman'lar cidden dakikmiş arkadaş, saat 19' dedik, 19'da yanımızdaydı. Buna şahit olundu resmen. Yemek yedik bi güzel sohbet falan, partinin olduğu yere doğru yürümeye başladık, soğuktan burnumuz düşecek nerdeyse, ben de nerden estiyse "hadi koşalım" dedim, hoca arkadaşlar ben deli gibi koşturuyoruz kaldırımda. Ben alışık değilim, bacağım çekildi resmen, gazi oldum. O soğukta ısınmaya çalışmayı geçtim koşmak nedir arkadaş. 
Neyse, partinin olduğu mekana gittik, cepte tek kuruş kalmadı içeri girdikten sonra. Kapıda attığım shottan sonra ısındığımı düşünmeye başladım ki, içerideki gürültüye alışana kadar zaman geçmesi gerekti. Yemekten önce de sonra da bira içmiştik hep beraber zaten. Sonuç olarak toplamda 3 shot, 3 bira geceyi mayışmış bir bedenle atlatmama yetti, sarhoş olamıyorum. Dans ediyoruz vesaire, ben kesinlikle İNEĞİN TEKİyim. Hayatımda kulübe bara gitmedim, tekila da içmemiştim, dans da düğünlerde... şalsdkasd 
Hayatımda hiç bu kadar-eğ-len-di-ği-mi hatırlamıyorum!!! Bitmesin yahu, dedim resmen. Bitti ama, gecenin ilerleyen saatlerinde hocayı eve bıraktık, arkadaşlarıyla birlikte sohbet çay derken, cebimizde taksi parası eve  döndük.

-Burdan ne öğrendim, benden beterleri varmış, kaskatı kesilip masada ancak içki içen gençler. 
-İçkinin dozunu kaçırıp ayeem eean idiyıııt diye de masamıza gelen ergenler
-Atkı bere almayı unutma! 
-Relax baby, relax! hayat tarzı haline getir. 
-Bursum yatsın sırtım yere gelmez.

Bugün de konuşma quizim vardı, cuma günü de vizem var ben buralarda sürtüyorum işte;
Konuşma quizi iyi geçti diyemem, ama iyi gibiydi. En azından konuştum. İngilizce konuşabildiğim kadar Almanca konuşturuyor adamlar valla helal olsun ne diyim, -göbek kaşıma efekti- 


Cumartesi, Aralık 15, 2012

Islak, Noter, Tatlı...

Frankenstein mıyım ben? Facebook profilimi görünce kaçtınız teker teker. Dalga geçiyorum.
Bugün hava yağmurluydu. Sabahın erken saatlerinde uyanmamak için direnirken kahvaltı yapmaya bile zaman  kalmadan aynada geçirdiğim zamanı bir ben bilirim. Ben böyle değildim, ne oldu ben de bilmiyorum. 10 dk iyi bi süre, kendime bakmaktan değil yahu, o arada müzik açıp kaptırıyorum aynanın karşısında. Duşta da yapıyorum bunu ama siz hayal etmeyin iğrenç oluyor. Kahvaltı yaptığım zamanlarda da müzik dinliyorum ama bundan bahsetmek için gelmedim.

-Sabah dersler falan filan derken, yarın ki quiz'de ne halt edeceğimi bilemez halde garip garip bakındım, eğleniyorum hala tabii ama birzamanlar yazmışımdır "ezberim kötü yaa ben nasıl sayısalcıyım" diye, formül mü ezberleyemedim, köşegenlerin alanına mı hapsolmadım. Ne olduğunu ben de bilmiyorum ama bu kez fiilinin önüne iki harf getirildiğinde bambaşka bir fiile dönüştüren bi dilin kurbanıyım. Ortalamam nazar boncuklu, maşallahlı ama zormuş Almanca öğrenmek, kelimesini öğrenmek, ne biliyim yazması ayrı dert. Mesela bugün -lich ve -ig ile biten sözcüklere baktık, iyi de ikisi de aynı şekilde okunuyor?! Tanrım, bunları ayırt edebilmemin başka bir yolu yok mu?!

-Bugün notere gitmem gerekiyordu, bir zahmet kalk git adamım artık! dedim kendime ve o koca kıçımı kaldırıp bir arkadaşımı da peşimden sürükleyerek yağmurun altında koşuşturduk. 51.60 TL mi devletin o nazik ellerine bıraktım, bıraktım ama geri verecek herhalde o parayı, iyi de alıyorsa neden geri veriyor? Hmm ilk ay 280 lira değil de 228.40 lira almış gibi oluyorum o zaman, devletçiyim çok zeki maşallah allah eksik etmesin.
Başımıza gelen talihsizlikler ;
-Adamın biri DAAAAAMMMK! diye düştü önümüzde, biz de yağmurun kaydırdığı dükkan önlerinde kıçımızı kollamaya çalışmıştık bu olaydan önce. "Abi iyi misin bir şeyin var mı?" derken adamın yüz ifadesi yürek burkuyordu, biraz ilerledik arkadaşla köşeyi dönmeden önce "vah vah, tüh tüh"ler eden iki genç psikopat manyak köşeyi dönmeden gülmeye başladık. Tutamadık kendimizi, gülmemizin sebebi adamın belini incitmiş olması değildi, öyle bir kötülüğü kendimden beklemem, fakat dediğim gibi bundan önce kıçımızı kollamaya çalışmamızı hatırladıkça yüzümüzde bir gülümse olmuyor değil hani.
-Islandık... Çok ıslandık, ben Almanca saçmalamaya ve yakınmaya başladım. İleride gördüğümüz polis araçlarına bile Almanca bişeyler mırıldandım, almanca konuşup yağmurun altında koşarken sesim Hitler'imsiydi. KYK'nın kapısından gayet de "burası benim evim oluuum" havasında geçerken ben, kulübenin içindeki 5-6 polisten biri seslendi "NEREYE GENÇLER" diye, abi kimse ses etmeyince ehi ehi...şey yaptım öyle adam da dönüp "iyi de hem girişi kullanmıyorsunuz hem de burada bu kadar memuru yok sayıyorsunuz" diyince de, kayış koptu ben de adam sonra da bi iyi bi iyi sormayın -yalan-

-İşlemlerimi hallettim bir de bunun geri dönüşü var, yol boyunca sarı burma(tatlı) kokusu alıyorduk arkadaşla, mis gibi çıtır çıtır oooh derken dönüşte yine aynı koku, ağzım sulanıyor hala. Islanmayacağımı bilsem geri dönüp yumulurdum, o da aynısını yapardı ama yapamadık. Üst geçiti kullandıktan sonra -Buradan sonrası internet bağlantım yüzünden kaybolmuş-


Salı, Aralık 04, 2012

Ortaya Karışık

Selam tekrar,
Zor değil ama şu kısacık arada pek önemli bir şey olmaması ilginç.

- İlk defa bir partiye davet edildim, kasıldım. Kasılınca içtim, hızlı içtim, güzel içtim oooh mis!
- Bir insanı tanımanın en iyi yolu evinde kalmak, kaldım. Kaldığım zamanda da Slenderman oynadım, arkadaşım o anı videoya çekti. Video o kadar komik oldu ki sınıfta izledikten sonra sesli gülmeyen birini görmedim. Popüler oldum, saçma sapan ama eğlenceli. Malesef ki buraya atamam, herhangi video paylaşım sitesine de, belki 2. dönemin sonlarında filmimi tamamlayabilirsem içinde olacak, çok güzel olur.
- Arkadaşlıklarım dengede, piçin teki gibi davrandığımı düşünüyor olsalar bile umrumda olmadan hareket ediyorum ama tabii öyle davranmıyorum, biraz daha ölçülüyüm sanırım.
- Aaa--hhh! Islanmanın kesik küfürlü hali- Sevmiyorum ıslanmayı, derste Ich bin nass - Islağım - dediğimde hocanın anaç tavrına kurban olayım ben, sıcacık odasında derse devam etmem ve kurumam çok hoş.
Bu arada bir diğer hocamın da anaç tavırları- duygusal anlar yaşamama neden oldu. Bu ara maddi falan, öhöm.
Burs da çıktı biraz rahat nefes alırım sanırım.
- Almanya detayları yarın...
- Bugün ilk defa dövme nasıl yapılır onu gördüm, biraz ıııı-ghh! Deriyi kaldıran iğneyi görünce, Almanya işim olsun yaptırmayı düşünüyorum. 1 yıl buralarda olmam, özgürüm uleen havaları, ne biliyim ipini koparan tavırlarda olmam tabii ki de hayal ediyorum.

- Sokakta dindar, yatakta sosyalist, mutfakta komunist, balkonda faşist oluyorum sanırım. Şaka, çizgimi koruyorum ama her bir yerden arkadaşım var. Ara ara fikirlerin azgın dalgalarına kapılmış gibi hissedip sivri bi kayaya tutunuyorum kafamdaki, uzun sürmüyor elim kanıyor bırakıyorum. N'apacağımı da bilmiyorum ama karşımdakinin hayvan olmaması güzel, fikirlerini paylaşıp "haksız mıyım?" diye sorduktan sonra da şu kısmını keselim sayın yönetmen edasında bir havaya bürünüyorum. Eeah, bu karışık hengamenin içine düşmemeye çalışıyorum da bakalım ilerleyen zamanları.

-Quiz vardı bugün 80'nin üstünde alırım büyük ihtimalle, ortalamamı birinci dönem korumam gerek 2. dönem de pek bişey yok ama karışıklık söz konusu.

Şimdi gitmem gerek -Müzik'ten Sinema'dan ve de Kitap'tan uzak kalmanın acısını Sömestrda çıkarmayı planlıyorum.

Çarşamba, Kasım 28, 2012

Hack mi?! Hack ne arar la Alamanya'da?

Selam millet,
Küçük bir hack olayından ucuz atlatmış bir biçimde yazmaya devam ediyorum, insanın hevesi kırılmıyor değil. Blogumu açtığımda facebook profilimin kabak gibi ortada olacağı aklımın ucundan geçmezdi ama oluyormuş öyle tatsızlıklar, iz süremem, hackle falan ilgili de değilim, hey genç kötü bir şakaydı kabul et!
Google profillerime biraz daha iyi koruma sağlayacak şekilde parolalar vesaire ayarladım da umarım bi daha gelmez öyle bir olay başıma diyim ve devam ediyim.


ALMANYA! 

Sigorta firmalarının bazı katı kararlarından dolayı "geçmişte kansere yakalanmış birini sigortalayıp Almanya'ya yollayamayız" gibi ilginç bir nedenden dolayı arayış içinde olmam da içler acısı. Almanya'ya özel sigorta şirketleri yolluyor, mesela şu deli gibi reklamı dönen şirket. Sanırım Avivasa'ydı. Güler Hanım merhaba, Almanya'ya gitmem için beni sigortalar mısınız? Herhangi bir engelim yok, kabarık hastane dosyam haricinde.
Bir de Türkiye'deki şirketler bir zamanlar seyyar hayır kurumu gibiydiler adımlarını bastıkları yerde vakıflar biterdi, vakıflar milyonlar toplardı, milyonlar tekerlekli sandalye, protez gibi şeyler için harcanırdı. Acaba ben mi safım yoksa gerçekten oluyor muydu?

Her şey yolunda A2 seviyesinde Almanca biliyorum diyebilirim ileriki zamanlarda. Yıl sonunda da B1.
Hoş her şey güzel, arkadaşlıklar fena değil. Tatsız olaylar olmuyor değil ama şeytani fikirlerimi iyilik için kullanıp zıtlığın o mükemmel titreşimlerine hayat vermeyi planlıyorum.

Dipnot: Kafamdaki film çekme işine bir yerden başladım ve ultra amatör bir çekim yaptım sabah saatlerinde, kampüs kapısına kadar filme çekecektim güya ama bir kısmını çektim sayılır, bir bakalım Vimeo'ya yıl sonuna kadar atıp size de blogun canlanmış halini izlemek kalır, sponsor olarak Yüksek Mimar Mr. E ve diğer meşgul insanlardan destek bekleniyor.

Dipnot: Şu kullanıcı adı gözünüzü korkutmasın halis muhlis köyümüzün eşeği iyi seyirler diler, yedek hesabımı yönetici yapıp diğer hesaptan yetkileri alma fikri kadar güzel bir şey yok. Profil kısa süre için bakımda.

Çarşamba, Kasım 21, 2012

Yazı Çok Egoist, Ben Değilim

Bugün 4. Quiz'imizi de yaptık. 1 sayfa dolusu Almanca, göze korkunç geliyordu başlarda, çaktırmayın mektupların bir kısmını anlamadım. 4 Quiz 1 Vize...
Sağ çaprazımda benden nefret ettiğine dair yemin edebileceğim okul birinciliğine kendini fazla kaptırıp narsizmin ve hırsizmin-uydurdum, hırs şeyi demek- doruklarında dolaşan bir genç kızımız kendisi. Şükürler olsun ki son Vize'de onu geçemedim ve lanet bakışlarından bir an olsun uzak kalabildim.
Dünden bahsedeyim biraz hazır aklıma gelmişken;
Hoca son ders oyun oynayalım dedi ve sınıfı iki gruba ayırdı. Ödülümüz yaş pastaydı. Neyse, ilk olarak ben ve sevdiğim bir arkadaşım çıktık tahtaya, tezahüratlar ve şakalar eşliğinde :) "Hadi yapabilirsin!" deyip gaza getiriyordu grup, neyse ki ilk turu galip olarak başlattığım oyunda, devamını getiremeyen grup yüzünden yenildik. Sorun değil. Kolalar için iddialaşan arkadaşım karşı gruptan birine düello teklif etti, ikisi de hata yaptıkları için yazdıkları doğru sayılmadı. Son düello ben ve yendiğim arkadaşımlaydı. Yine tezahüratlar, soğukkanlılığımı koruyamadım malesef, bir daha böyle bir fırsat ne zaman çıkar ki karşıma. Tahtaya döndüm yüzümü ve iki cümle yazdım, mantık hatası olan iki cümle yazdım, tek sorunum bu ama yardımcı fiil ve fiil çekimlerinin hepsi doğruydu, arkadaşın yazdığı fiiler doğru çekimlenmemişti, hoca kolayı almayı kabul etti. Mantık hatalarından dolayı da cümlelerim sayılmadı ama hocanın görmek istediği şey tahtada duruyordu, hiçbir fikrim olmadığı halde fiili çekimleyebildim, anlamını da bilmiyordum, nasıl çekimlendiğini de, öğrenmiştik tabii ki ama unutmuşum.

Bugün de Almanya'ya gitme konusundaki son engeli ortadan kaldırmak için yine adım attım, hocam sağolsun daha önce aynı programla giden bir öğrencisiyle tanıştırdı. O sırada benden "hazırlığın iyi öğrencisi, hevesli, çalışkan..." sonrasını duymadım ben o anda gözünde flaş patlamış sarhoş balon balığı kıvamındaydım. O kadar mutlu oldum ki hocamdan öyle güzel şeyler duymak çok güzeldi yahu nasıl anlatıyım, bu sahnenin aynısı nı 3. sınıfta sınıf başkanı olduğum dönemlerde duymuştum, heyt gidi ondan sonra da "iyi öğrenci" kıvamında takılmaya devam etmişim, buna biraz ara vermem gerekmiş olsa bile.
Künefe canavarı arkadaşımla konuşurken bir şeye takıldım; Diyetisyenlik okuyor hem de Ege'de woohhoo! daha ne?! Ben okumak ister miydim? bundan bir yıl önce ya da 2 yıl önce evet. Düşünüyorum da hiçbir şekilde etkilenmeden kendi kararımı almış olmamın bu kadar mutluluk vereceğini tahmin etmemiştim, Peyzaj Mimarlığı ve ŞBP hakkındaki görüşlerim hariç. Onlardan birini kazanmış olsaydım da kendi kararım olacaktı ama şu an yeterince mutluyum, insanoğlu yanlış bir karar alsa bile "bu benim...ben yaptım..." diyebilmeli ya da hata olduğundan çok kendi doğrusuymuş gibi sahiplenip benimsemeli kararını.

Sıktım... Çok yazdım.

Son olarak bugün saçma sapan bir arkadaşımın saçma sapan söylediği bir şeye üzülüp saçma sapan oturduk beraber yemek yerken. Utanmaz, bir de soruyor neden sessizsin diye, neyse ki durumu diğer arkadaşım kurtardı ama lanet olsun ki birinden nefret ettiysem ya da üzülmeme neden olduysa bir daha o insan hakkında iyi düşünemiyorum, beynimin kıvrımları savunma mekanizmasını devreye koyup o insanla aramda vadiler, uçurumlar, yanardağlar ekliyor ki bu kadar kasmasını korumaya yeterli olup olmadığını düşünüyorum.

Sağlık konusuna gelecek olursam, her kış zayıflıyorum, her yaz kilo alıp toparlanıyorum. Stres neden olmuş olabilir, vitamin takviyesi almam gerekebilir, yüzüme renk gelsin, sivilceler artıyorsa bir problem var demektir ya da sadece sivilcedir büyütmeye sıkmaya gerek yok. Tartılmam gerek, kan testi yaptırmam gerek, bütün bunları kampüste yapıp yapamayacağımı öğrenmem gerek ya da sağlık ocağı.

Yazı egolarımın tatmin olup hücrelerimin yaşadığı sarhoşluğun kusmuğudur, rahatsız olanlar için "dikkat! kaygan zemin".

1 DVD - Le Refuge -Film

Kapak Arkası: 
Mousse ve Lois birbirlerini deli gibi seven iki genç, zengin ailelerden gelen bu iki gencin ortak sorunu olan uyuşturucu onları ayırır malesef. Lois aşırı dozdan ex-olur ve Mousse hamile olduğunu öğrenir, Mousse kendi "sığınağına" saklanırken hayatı bir anda Paul ile kesişir, Louis'nin kardeşi. Hamilelik, Paul'le olan dostluk falan derken 85dk geçmiş oluyor. 
DnR'dan 3 dvd 10 lira kampanyasıyla alıp kuzenimin ağır eleştirileri altında "Torrent var!" demesiyle, "enayi miyim lan ben?!" şeklinde düşünmeme neden olmuştu ama şu an aldığım için mutluyum, iyi ki almışım hani.
Filmden not: Mousse ve Paul'ün hayatları bir anda kesişirken, uyuşturucudan arınmaya çalışan Mousse'un etrafında gelişen olaylara tanık olmak güzeldi ki normal bir sinema izleyicisi bu filme gitmezdi, gitse sıkılırdı "nerde aksiyon! nerde hareket?!" diye bağrışan insanlar olurdu ki hak veriyorum şu yüzden; hollywood'un saçma sapan senaryolarıyla birlikte gerçek olana yabancılaşmamıza neden olan süslü filmlerle donatılmış sinemalarımız sağolsun. Gerçek olana yabancılaşmadan bahsederken fantazmaları eleştirmiyorum ki en sevdiğim kategoridir kendi sinema konusunda. 
Francois Ozon'un cinsel mesajları: mesela Mousse'e içki ısmarlayan adamın hamile kadınlardan hoşlanması. 
Serge ve Paul'ün arasındaki eşcinsel ilişki, sonra da Paul ile Mousse.
Yönetmene Not: Ricky adlı filmi almak istiyordum ama param yok sayın yönetmen, DnR'dan bir indirim bekliyorum 5tl film ok ama öğrenciyiz abi, başka türlü kurtarsa keşke. Francois Ozon'un tekniğini falan merak ediyordum bu filmle başlamak iyi bir başlangıç sayılmaz kendi açımdan söyleyecek olursam ama yeterince başarılı, beklentileri yüksek tutup izlemeye çalışmadım, oldukça durağan, sakin fakat sürükleyiciydi, bir sonraki aşamada ne olacağını merak ediyor insan. Gereksiz karakter tanımlamalarıyla da sıkmamış, bilmemiz gerekenleri insanlar hakkında, anlattı ve bitirdi filmi.

http://www.youtube.com/watch?v=5yjiB6NewRo

Pazartesi, Kasım 19, 2012

Üniversitedeki Arkadaşlıklar Bir Garip, İki, Üç...

Düne kadar küs olduğumu ilan ettiğim arkadaşım bugün sabah hiç beklenmedik bir şekilde barıştı, barışma yöntemimiz de ilginçti. "öp barışalım" dedi, öptüm. Espri ile karışık "seninki kurşuna dize bizi" diye de ekledim. Küs olmak çok lanet pis bir şey ki zaten. Neyse okulu ekmek de tuzu biberi oldu diyim. 2 ders sadece.
Sınıf arkadaşımızın evine gittik ki ben bu kıza hastayım resmen, aşk falan değil, ne biliyim tavırları veya bakış açısı çok şey katıyor. Ben çok mu çocukça davranıyorum? diye de düşünmeme neden oluyor. Evet, çok çocuğum. 1 Aydır sakal tıraşı 2 aydan uzun süredir de saç tıraşı olmadığım için, tahmin edin halimi. Sakal gidince saçlı bir kafa kaldı sadece. Üniversiteye gidince uzatırım zaten havasında değildim ama uzuyor işte. Pek de üstüne gitmiyorum, yana tarayınca pek bir şekil oluyor.
Evdeki problemlerde gittikçe aşılıyor mu ne? Yok yani eğer öyle bir şey varsa biri beni dürtsün kendime geleyim, dünkü sıcakkanlı tavırlarımdan sonra olacak ki ev ahalisinin diğer yarısının bana karşı beslediği ve bitmek tükenmek bilmeyen önyargı boylu boyunca yarıldı, gemimiz su alıyor kaptan! Geminin batışı her zaman kötü son değil ya da kötü de ben çok Pollyanna'yım.
Arkadaşlarım geldiler geçen, sizin evin çok gergin bir havası var arkadaş durulmuyor burda diyince, hı hı durumuna geldim ki inanılmaz pahalı çevredeki apartlara göre.
Bir arkadaşımla konuştum bugün ki sadece bir arkadaş değil, künefecanavarım o, her buluştuğumuzda künefe yediğimiz için öyle bir lakap takabilirim sanırım. 30 dk konuştuk hemen hemen, 15dksı 50 kuruş vesaire. Muhabbet güzeldi, özlemişim.
Frankenstein'ı bitiremedim, yarısında bıraktım ama sınavlar yüzünden tabii bir de kendi aldığım bir karar Victor ile Franky'nin yüzleştiği sahne dünyanın hiçbir yerinde yok, kanım çekildi resmen. Onu atlatmaya çalışıyorum bir de, Franky'nin yalnızlığı, yaratıcısına duyduğu özlem, onu her şeye rağmen seviyor olması, terk edildi ya, benim bir iblise dönüşmeme izin verme dediği kısımda ağlamak geldi içimden, yapamadım.
Klasikleri okumayı sevmesem de bu tip klasiklere canım feda -ilkokul ortaokul öğretmen tavsiyesi kitaplar anladınız siz-


DIPSTIS not: Jingle'lı not :
Film çekmeyi kafama koydum bir kere ama şu 5 ay çok kısa bir süre, sonbaharı yaşamıyoruz burda, kamera desen yok, telefonla çeksem de anca eşe dosta izletirim, ne yapacağımı bilmiyorum ama konu sağlam görünüyor, hayırlısı.



Cumartesi, Kasım 17, 2012

Almanya'ya Gitmek veya Gitmemek, Gidememek ama Gidcem!

Bu hafta bir sürü dedikodu var anasını satıyım;
Kötü bir giriş yapmak benim elimde değildi, bu hafta hatta 10 gün boyunca ara ara yağmur, ara ara da sıcakla seviştik. Buraların tadı kokusu başka be Mustafa'm- kimin günahına girdim, kimin gözüne geldim! İkisinin de var olamayacağına inandırdım kendimi. Nazar mazar gelemem öyle saçmalıklara.
Neyse biraz ucundan anlatacak olursam, en yakın arkadaşım sandığım insan hiçbir sebebi yokken kıçını döndü gitti, üniversite çok güzel-)'^+%&/() neyse kişinin XX kromozomları taşıdığını yani bir dişi olduğunu söylemiş miydim? Arkadaşlığımız süresince kıskanır oldu, yok hep yanında olmamı istemeler falan -not: ilişkisi var- hala var. Neyse, o uzaklaştı, sınıftaki diğer bir kaç parmak sayısı kadar insan da ondan uzaklaşınca, bu kez de en yakın arkadaşım dostum bilmem neyim'e sığınmaya onunla takılmaya başladı, tüh! Ben bir hata yapıp arkadaşımdan uzaklaşınca bu kız yüzünden ki aynı ortamda bulunmak hoş değil falan kem küm! Bu kez diğer arkadaşımı kaybetme noktasına geldim. Toparladım neyse ki.
Vizeden bahsedeyim, ey ahali! Okul birincisi hala okul birincisi, yani geçemedim, yaptığım son hesaplara göre kızın beni geçmemesi için haftaya quizde kötü not alması gerekiyor. Kahretsin, keşke grip virüsü biraz daha uzun ömürlü olsaydı da sümüklü peçetemi ona verseydim, yüzüne yüzüne hapşursaydım ya da, şaka yapıyorum direkt ölsün ninjıajıjaıjgıasdj! nuri alço gibi gülemedim, coşkun gibi gözlerimi şey yapamadım.
Üniversiteye gidince yazılarımın daha düzenli ve edepli olacağını düşünmüştüm ki, saat gecenin 12sine vurmak üzere, bu saatler delirme saatlerim, beynime az giden bir hormondan dolayı inanılmaz psikopatlaşıyorum. Karanlıkta on parmak klavye kullanabiliyorum, karanlıktayım.
Vizeden sonra olanlar ise tam bir facia ; HASTALANMAK!
Sümüğüm aktı, aktı da aktı, durur dedik yine aktı, önünü alamadık o derece.
Bir ara sırf bekledim akınca görünüyor mu diye, dibimde oturmasan görünmez o kadar şeffaf, pıt diye damlıyordu.
Dersler hastalanmam üzerine gelince ben delirdim Partizip2 sen neymişsin be abi!? diye haykırasım var okulun önünde. Dediğim gibi quiz, vize ok şimdiye kadar problem yok, ortalamam hala yüksek ama partizip 2 leri anlamaya çalışırken beynim resmen şelaleden aşağı atlayan su samuru kıvamındaydı.
Her şey yolunda gitmesine gidiyor, dün Skyfall'a gittik arkadaşlarla 6 kişiydik. Sohbet inanılmazdı, okuldan başladık, geçen yılki durumundan girdik, olaylar, sınavlar, sohbet bitti yemek bitti. Filmi izledik. Film boyunca bazı sahnelere biz gülüyorduk, salon eşlik ediyordu. Aston Martin'i görünce "Ooooooaaa!" diye haykırınca arkadaşlarla bize eşlik eden insanlar da oldu, neden mi eşlik ettiler dedim çünkü 3 sn gibi bi süre ekrana bakıp ne olduğunu anlamaya çalışma sırasında araba-espri-aksiyon derken biz eğleniyorduk.
Arkadaşla PES'i alışkanlık haline getirdik ve bir kere bile yenemedim, çocuğu dövcem, şaka tabii.

Üniversite lise gibiymiş, bazı insanların IQ seviyeleri alınlarında yazmayınca taklitleriyle kandırılıyorsun, iyi taklit yapmaları iyi oyuncu olduklarını göstermez elbet ama şöyle bir şey var ki içinde bulunduğum durumdan sıyrılmanın mutluluğuyla tavana tırmanıp, balkonda aşağı sarkıyorum-

Almanya planları tam gaz devam ederken hocama durumdan bahsettim ve ilk defa hastanede geçirdiğim bilmem kaç sene işime yarayacak. Motivasyon mektubumda kullanabilirim, bu şekilde ordaki tecrübelerimden bahsedip aslında sadece notları iyi olan bir öğrenci olarak değil bir "hayat okulunu" okudum ağa mottosuyla Almanya'nın el değmemiş çikolatalarına değmeye gidcem, umarım olur, inşallah olur! Her gün dua ediyorum. 

Pazartesi, Kasım 05, 2012

Hamurumsu Kokudan Sıyrıldım da Geldim!

Selam millet,
Hamurumsu ve bir o kadar iğrenç kokuların arasından sıyrılıp geldim. Bana eşlik eden dişi karabaş'a da burdan selamlar. Beirut'un Nantes'i ile başlayıp A Sunday Smile'a kadar devam eden nameler eşliğinde yüründü bugün, kampüsten eve, 10 dk sürüyor -_- Belki daha az.
Quizler falan derken, quiz harici sınavım olmadığı için "quizler finaller ödevler projeler" diyecek yüzüm yok henüz.
At Yarışındaki Eşek blogun adı dimi, hikayesi de ne acıklıdır ama. At Yarışındaki Arap Atı oldum ben, cidden oldum hani. Sabah at akşam alsdkads şaka- görmezden gelin, mutluluktan yapıyorum bu kez. Ben sınıf birincisi oldum ağalar, bacılar, gardaşlarım, canlarım gelin sarılalım. Okul 2.siyim. Ne güzel dimi? Hayali bile güzelken gerçekleşmemesi için neden görmeyince tuttum yakasından bırakmadım da. İnanıyordum hep, belki de o yüzden. Birinci ile aramızda da uçurum yok sadece 1.5 puan gibi bir şey -_- Perşembe günü vizem var, bir bakmışsın okul birincisi olarak kapamışım bu seneyi, heyt gidi havamdan geçilmez o zaman da.
Bir zamanlar seyislerin itip kaktığı siyah gözlü eşek vardı, niohohhahaha o artık Arap Atı diye de tekrar ediyim. İnsan mutlu oluyor, deli gibi mutlu oluyor, hani sırf bunu anlatmak için geldim desem yeridir.
Dolabımda bayramın son gününden beri sakladığım boğma rakı duruyor, vize açıklansın öyle açıyım.
Deli gibi ders çalışıyormuşum ki, farkında olmadan çalışıyorum. Bir bakıyorum kitap üstünde tepinirken buluyorum kendimi.
Bu yaz Almanya'lardan bloga deli gibi foto atıyor olabilirim, detaylar Aralık'tan sonra kesinleşecek, bir başvurumu yapayım da. Almanya'ya gittikten sonra hakkım olan "Avrupada istediğin yeri gez" cümlesi ise beni benden alıp fezaya fırlattı resmen. Kendimi İspanya'da falan hayal ediyim, oooyyşş bana bişey oluyor.
Uzatmanın anlamı yok, okul iyi gidiyor, "bir sevgilim yoksa kollarımda, napayım inekliği dıttıdıdırıtıt!" diye de saçma sapan cover mı diyorlar ne deniyorsa öyle bir şeyle bitiriyim.

Diğer üniversite yazılarım için - alttaki etiketlerden "üniversite" yazana tıklanabilir, REKLAAAAMLAArrrdırırdııd! 

Salı, Ekim 23, 2012

Quiz

Quizler açıklandı, girdiğim iki quizden de iyi notlar almışım.
Dün akşam üniversitenin sayfasını açtığımda ellerim titremeye başlamıştı bile. Sayfayı açtım kullanıcı adı parola derken, quizin  olduğu dosyayı indirdim. İsimler notlar, kötü notlar, korkunç notlar, iyi notlar, çok iyi notlar... derken adımı gördüm ve gözlerime inanamadım o anda. Deli gibi bağırmaya başladım, şimdilik bölümün iyi öğrencilerinden biriyim böyle devam etmesi için de elimden gelenin en iyisi daha iyisi çok iyisini yaparım umarım, yapabilirim. Notları görünce deli gibi bağırmaya başladım, annemi çağrıyorum falan. Twitter, facebookta quizin açıklandığını ilan ettim arkadaşlara, ondan sonrası da eğlenceli dialoglar.

Cumartesi, Ekim 20, 2012

Bayram=Tatil=Fazladan uyku, anne yemeği, ev sıcaklığı, sıfır ev arkadaşı gerginliği...

Selam millet!
Memlekete dönenlerden biriyim ben de, tahmin ettiğim gibi gidiyor her şey. Iyi kötü bana kalsın. Bugün saat 9 otobüsüyle dönmeden önce aparttan kızlar çıktılar bavullarıyla. Normal!
Otobüse gidebilmek için servisi bekledik kardeşle, otobüse yetiştik. 28-29 sol tarafımızda ise aparttaki kızlar. Önce kısa süreli şaşkınlık yaşadım, sonra da önceki akşam formatladığım hafıza kartıma doldurduğum Death Note animesine gömdüm kafamı. 2 yıl önce izleyip öss belası yüzünden yarıda bırakmıştım, kazanamamıştım buna rağmen. Animeyi bırakmasına rağmen kazanamadıııığğğ!!! Neyse, müzik film derken, İspanyolca öğrenmeye de karar verince ki çok hızlı oldu. Rusçaya zaman ayıramam ama grammar olarak İspanyolca daha yakın görünüyor. Önce Almancayı öğren evlat, gerisi gelir diyenler, haklısınız ama ne biliyim günde yarım saat ayırsam, okula giderken de podcastleri dinlesem yeter gibi. Şimdilik tabii. Bunun yerine Almancaya yüklenmem gerekecek ama. Quizler açıklanmadı hala 2si de iyiydi, ortalama olarak 20lerdeyim 25te. Bir AA değil. Sağlık olsun demeyecek kadar gözüm dönmüş AA alacağım günlerim de olacak umarım. Tabii ki sadece iyi not alıp ders geçmeyle okunmuyor şu meret, hadi derslerin iyi ama bir iki kelimeyi biraraya getiremiyorsun ne olacak? İkisini aynı anda götürürüm. Üyg'den de kaldım sanırım, tam emin değilim, bir iki değişiklik yaptım da kabul edildi mi acaba diye kara kara düşünüyorum sadece.

Tatil bana iyi gelsin. İyiyim ama yorgun sadece.
Bayram kutlu olsun.

Perşembe, Ekim 18, 2012

Film İzledim, Sinemada. Tablet denedim Ordaburda.

Selam selam,
Umut neden film izlemiyor? Neden bizi sıkıcı üniversite hikayeleriyle geriyor? Ekonomik kriz, savaş, açlık, yolsuzluklar yetmemiş gibi bir de senin derdini mi dinleyeceğiz be adam!
Diyenler var içinizde.
Nerden çıkardın oğlum, hah yine depresif ataklara girişmişsin, yakışıyor mu ha?
Diyenler de var.
Benim de diyeceklerim var tabii, blogu kapatı... şaka yapıyorum. Bunu denemiştim birkaç kez, hep geri döndüm.
Okuldan bahsediyim, film var yanında Bon a'petit! -bakmadan yazdım doğru mu yazdım?-
Okulda her şey güzel gidiyor, arkadaşlarım gittikçe sorunlu insanlara dönüşmeseler daha güzel olacak her şey. Ben böyle sevgi pıtırcığı gibi koridorlarda seke seke koştururken, onların koridor boyunca duvara kafalarını sürtmelerini izlemek hiç mutlu etmiyor açıkçası. Hal böyle olunca 10 gün sonra her şeyin daha normal olacağı ve bayram tatilin bütün ülkem adına huzur, barış... temenni, sağlık. Afedersiniz, kafamdan tam da bunlar geçiyordu. Arkadaşlarım, iyi insanlar. Çoğu iyi. Kötü olanlarla da muhabbetim yok, var ama selamdan ileri gitmez.
Derslere gelecek olursam eğer, Sabah saat 8.00 Almanca, Öğlen saat 13 Almanca, Almanca sabah, Almanca akşam. Almanca her yerde! Eskiden bisküvi paketlerinin arkasındaki İngilizce yazıları çevircem diye yırtınırdım ki o zamanlar 10 yaşlarında falandım, yalan değil. Inredients-İçindekiler-Muhteviyat, yaaa işte böyle.
4. sınıfta İngilizce'yi sevdim, 5. sınıfta sadece hocadan nefret ettim. 6. oldum hocaya bayıldım. 7 de aynı. 8'i hatırlamıyorum. Liseye gittiğimde, ODTÜ'lü genç bir kız gelmişti sınıfa, yaşlı hocamın eski öğrencisiymiş. Kız %99 yaparak kazanmıştı ODTÜyü ben de bir gün ODTÜde okurum diye can atmıştım, dil öğrenmek güzeldi. Hoca sayesinde daha da güzel hale geldi. Dönemi İngilizce 1.si olarak bitirmiştim. Sonrasını biliyorsunuz.
Bunu neden anlattım, doğru yerdeyim sanırım ama yanlış zamanda :). Zamanın doğruluğuna inanmadım hiçbir zaman, doğru yer vardı ama doğru zamanda hiç bulunamamıştım.

Sinemaya gittik kardeşle, Teknosa'da tablet denedik, hoşuma gitti de hiç ergonomik değil. Asus'un klavyeli tableti desen, yavaş gibi ne biliyim. Şimdilik malesef bir laptop değiller, ama yapacak bir şey yok. Okula götürülebilecek bir laptop (<1.5 kilo) desek onlar da 2000 lirayı aşan fahiş fiyatlarda. Neyse, Samsung note tableti gördüm, iyice bir denedim. Alışabilirim. Alabilir miyim bilmiyorum ama bir göz kırpıyor kenardan. Apple ürünlerini tamir ettirmenin maaliyeti ve aksesuar çeşitliliğine rağmen fiyatların başını alıp gitmiş olmasından dolayı sevmiyorum. Garanti süresi 1 yıl! Oha çok uzun bir süre(!) peh!

Filmden bahsedeyim.

Filmin adı Looper, Joseph Gordon Levitt, Bruce Willis ve Emily Blunt gibi sağlam oyuncuların bir arada olduğu aksiyon, dram karmaşası ve tam bir bilimkurgu sayılmasada salata'daki sirke kadar da bilimkurgu vardı.
Joe(Joseph) adındaki adam Tetikçidir ama bu bizim bildiğimiz tetikçilerden değil. Gelecekte bir zaman makinesi inşaa edilmiş ve bu zaman makinesi anında yasaklanıp mafyanın eline geçmiş. Mafya da bu makineyi gelecekteki öldürdüğü insanları geçmişte tuttuğu tetikçilere öldürtmek için kullanmakta. Hal böyle olunca tetikçiler de bir süre sonra yaşlanıyorlar, hatta ölüyorlar. Gelecekteki hallerini döngüyü tamamlamak için öldürmek zorundalar. Ama Seth ve Joe döngüyü tamamlayamaz.
Seth'in başına gelenleri izlerken dehşete kapıldım.
Joe, döngüyü tamamlamak için gelecekteki halini yani Yaşlı Joe'yu(Bruce W.) öldürmek zorundadır. İnanılmaz bir kovalamacaya şahit olup, Sarah(Emily Blunt) ve oğlu Cid'in yaşadığı çiftlikte biraz mola veriyoruz. Orda yaşananlar bana kalsın. Bırakalım geçmiş veya geleceği düşünmeyi anın tadını çıkaralım, haydi Hippieler sizin için geliyor, elleri göreyim elleri - Jefferson Airplane - Somebody to Love


Bu arada kendini ünlü sanan birkaç twitter orospusuna diyeceğim vardı da çok sinirliyim, hippie'liğim hümanist duygularım resmen şeytani dürtülere yenik düşüyor onları görünce, görmemeye çalışıyorum.

Pazartesi, Ekim 15, 2012

Üniversiteden Bahsetmeye Devam

Üniversite öyle bir şeymiş...
Dediğim zamanlardan bir tanesi ki çok ilginç veya ultra sıradışı değil. Dışarıda kaldım dün. Bildiğin arkadaşta yatıya kalmak.
Dün Türkiye maçı vardı, "milli maç harici maç izlemem" elit görünümlüler size sesleniyorum ben izleyemedim onu da hani. Onun yerine arkadaşlarımla birlikte takıldım, sahil boyunca yürüdük. GS-FB-... meydanları vesaire derken, bizim sınıfın psikopatlarına denk geldik. Arkadaş da diyor "bu bizim deli değil mi?" diye. Gecenin karanlığında insanları teşhis edebiliyor. Neyse, takıldık biraz gruba sonra dağıldılar tabii. Biz de km'lerce yürüdüğümüz yetmemiş gibi birkaç km daha yürüdük. Google maps sağolsun, yardımcı oldu bu konuda. Dönüşü de var bunun, bir kaç km de ordan hesap yetmiyor.Dönüşte bira aldık, zaten yorgunuz, benim direkt uykum geldi, kaslarım gevşedi ama sızmadım. Müzik, sohbet, gırgır şamata. Üniversite arkadaş olmadan liseden farksızmış bunu gördüm, ilk gününden beri üniversitenin, beraber takıldığım arkadaşım. Ev arkadaşı da aynı sınıfta zaten. Neyse sabah olmadı mı oldu tabii, günün bir kısmını da benim evde geçirince güzel hoş vakit geçirdim.

Bütün bunların ertesi günündeyse sıkıntıdan ölünüyormuş. İnternet inanılmaz yavaş, buna rağmen Facebook'a yazıyorum sıkıntıdan, fotoğraf yüklüyorum. Açlıktan ölmek üzereyken, sucuk kızarttım, üstüne bir de aynı yağda patates domates kızarttım, sucuk ekmek yaptım, arasına turşu ekledim. Bitirmek için direndim, direnmemle birlikte midem isyanda tabii. Motoru bozuk mikser kıvamında sesler çıkarıyordum bütün gün. -Tabii birleştirirsem eğer bugünün sabahı da karınağrısından duramaz haldeydim neyse ki öyle abartılı bir sorun yoktu. Kusmadım, sindirim sistemim şu an için stabil.
Çarşamba günü Quizim var, şans dileyin, ihtiyacım olacak. Dikkatsizliğimle savaşmam da gerek tabii :)

Çarşamba, Ekim 10, 2012

Bölümün İneği Sagt : "Hallo!" - Delirebilirim

Bugün pek bir şey olmadı ama şunları anlatayım ;

-Bölümün ineği olmayı başardım, evet ben. Geçmiş yazıları okumuş olanlar bilirler ygs-lys zamanlarımı. Hocalarımın benden iyi şekilde bahsediyorlar, bir Atyarışındaki diyorlar başka bir şey demiyorlar -atmaktayım- dün derse başlamadan önce hoca adımı söyleyince "aman yandım, yine ne yaptım ben yea?!" diye geçirirken aklımdan, "helal olsun, aferin!" diyince hoca "ooh Mein Gott!" dedim içimden. Moodle denen sistemden bahsediyim, öğrencinin derste ve ders dışı diğer materyallerde gördüğü araştırmaların internet hali, hocalar her tıklamanızı, yanlışınızı takip ediyorlar. Ders çalışırken anneniz veya abiniz-ablanız hiç başınızdan ayrılmadıysa bu sisteme alışık olabilirsin, biri sizi gözetliyor hissine kapılıyorsunuz ama rahat olmakta fayda var.
Bendeki "amaaan, yanlış yaparsam ne olacak" diyip, ipucu da alıp, hatta yeri geliyor kitap bile karıştırıyorsanız sistem faydalı gerçekten. Hocalar da bu sisteme gerçekten önem verince, ben de bilgisayar başından ayrılmayan biri olunca evet inek oldum. İnek olmak istiyordum zaten, oldum da hani. Hiç mi dışarı çıkmıyorum? Çıkıyorum ama sabahlamıyorum en azından. Güzel şeyler olacak öyle devam edersem, hadi Tschüss!

Cuma, Ekim 05, 2012

Schei§e! -Utanç içerir-

Yoklama kağıdı önüne geldiğinde, isminin karşısındaki kutuya imza atılmadığını gören AYE delirir, hoca karşısındadır ve aynen şöyle haykırır : "Schei§e!". Sınıfın sessizliğe bürünmesi ve hocanın napacağını bilememesiyle birlikte arka plandaki gülüşmelere hoca da eklenince, utancından yerin dibine giren AYE dersten sonra hocadan özür diler.
-Akıl mantık almıyor artık, bu sene bitmeden delirmezsem iyidir. Ders de çalışıyorum, Rammstein dinleyerek -şaka, dinliyorum tabii ama ders amaçlı değil-

Dersin sonlarına doğru stajyerin sevimliliğiyle eriyecek kıvama gelmiş olmak da ayrı bir mesele zaten.

Ich liebe Deutsch, ich liebe Stajyer!

Çarşamba, Ekim 03, 2012

Quiz Vardı Bir Adet; Sıcak, Yağlı ve Yanmış.

Şimdi şöyle ki ;

-Üniversite =değildir Lise buna çoğumuz katılıyor ben aradaki ayrımı sadece etraftaki insanları gözlemleyerek yapıyorum.
Sıkıntım şu; başta her dk "nereye kayboldun?" "kafeye gel" mesajları atan arkadaşlar ayrı gayrı takılmaya başladı, durum düşündürücü ama üzerine kafa yormaya değmez.

-Quiz var bir de;
Dikkatsizliğim yüzünden mahvoldum diyebilirim ki sadece 1 soruyu tam bilmiyordum o da 2 puandı SCHEI§E!!! mahvolmak sayılmaz gerçi 25 üzerinden 19.5 gibi birşey alacağım sanırım, bunu da 4 ile çarparsak 78 yapıyor bir AA değil. 

Cumartesi, Eylül 29, 2012

Anne, Alışveriş Arabasında Adam Var! :-{

Dün alışveriş arabasında gezdim koca marketi- Hipermarkt-, acayip eğlendim.
İnsanların şaşkın bakışları, gülmemek için kendini zor tutanlar, çocukların şaşkın ve özenen bakışlarına bile maruz kaldım, bütün bakışlara bakarak karşılık verip eğlendim. Çok eğlendiğimi gören "big brother"lar ki onlar her yerden izlerler, bir güvenlik görevlisi gönderdiler. Kibarca "onlar sizin ağırlığınızı taşıyamaz, başınıza bir şey gelmesini istemeyiz." şeklinde uyardı, umurlarında değildim onların tek derdi yere düşersem ve market içinde başıma bir şey gelirse dava açabilecek olmam sanırım ki açamam sanırım, devam etmek istedim, etmedim tabii.
Alışverişin inanılmaz bir ağırlığı var onu öğrendim. -Poşetler değil.
Alışveriş sepetinde 20 yaşlarında birini görürseniz şaşırın belli etmeyin ama güvenliğe de şikayet etmeyin. -Kameradan izlemişler, marketin kara listesiyim artık! :D
Bukkadar eğlendim.

Çarşamba, Eylül 26, 2012

Okuldan Bahsettim Biraz -Almanca cümle içerir-

Artık üniversiteli oldum ya hani, böyle sanki bütün ergenliğimden bir anda sıyrılmış gibi havalara girmeler falan, şaka yapıyorum.
Okul nasıl gidiyor?
...başlığıyla başlasam sonu gelmez, eminim. Hazırlık Almanca M.-Tercümanlık, öeeh yazması da uzun hani ama okuldaki adı Çeviribölümü? Schei§e!
Okuldan bahsedecek olursam eğer;
Bugün ikinci haftamız, sınıfa adım atar atmaz zaten Facebook'taki gruplardan sohbetim olan bir çocuk vardı. Onunla takıldık, sonra biri geldi, sonra birileri geldi, sonra kalabalık olduk.
Eğlenceli, dersler mesela Almanya'da ilkokulda okuyormuş havasında, hocalarla dialogumuz mükemmel. Hocalara Frau/Herr+Soyad şeklinde sesleniyoruz, Türk hocalara da sesleniyoruz ama bazen arada işte "HOCAM!" dediğimiz oluyor ki ileriki zamanlarda olmaması gereken. İlginç ve bir o kadar eğlenceli oyunlarla da pekiştiriyoruz. Mesela bugün, partnerlerimizle bir dialog hazırlayıp tahtada canlandırdık. Tamam her şey yolundaydı "tahtaya çıkana dek" unuttum ne diceğimi, elim ayağım dolandı da sonu güzel oldu.
Blog alemi ne var ne yok bakalım? Wie geht's ulen? Was machen sie olüüm?
Öyle de şeyler öğrendik, grammar korkunç geliyordu lanet geliyordu ama korktuğum kadar var evet, sustum. Üstesinden gelebilirim, düzensiz fiiller İngilizce'de de var neyin hesabını yapıyor insanlar anlamıyorum.
Bugün mesela Aladdin und die Wunderlampe'yi deftere yazdım kendi imkanlarım doğrultusunda çevirdim, eğlenceli iş. Kitabı da hocadan aldım, dediğim gibi dayanışma max düzeyde, kursa gidelim mi? diye sorduğumuz hoca "ne kursu, gelin ben yardımcı olayım" diyebiliyorsa ben ellerinden öperim o hocanın.
Kusura bakmayın ama çok övüyorum bölümümü de hocalarımı da falan ama Anadolu'daki bazı üniversiteler ne şartlarda eğitim vermiyor biliyoruz çoğumuz sanırım. Sayısal öğrencileri -mühendislik vesaire...- okuyanlar mesela, tahtaya yazılan çeşitli formülleri deftere geçireceğim diye yırtınıyor falan ya hani. Zor arkadaş, mühendislik canım ülkemde çok güzel uygulanmıyor, bu yüzden seçmedim, okuyabilirim ama tamamlar mıyım? Bu soruyu sorunca da kendime, şartları da gözden geçirince, ı ıh buradayım ve mutluyum.

the Strokes - Room on Fire ve Nirvana - Dumb çalıyordu radyoda. I ıh başımın ağrısı geçmeyor, gidip internet cafe'de prototype 1-2 oynayayım da biraz dağıtıyım.

Cumartesi, Eylül 22, 2012

Okul, Ev, Rakı; I am Back!

Okula gidiyorum ben, uzun zamandır film izlemiyorum. İzlediğim son film Exam'di, filmin sonunda sinir krizi geçirebilirdim.
Okuldan bahsedeyim biraz;
Alman hocam ve diğer 2 hocam da artı olarak stajyer ve Türkçe bilmeyen dünya tatlısı güzel ve güzel yani, hocamla da mutluyum hani. Sınıf da gırgır şamata, tabii şimdilik. Pandomim'den tutun, birbirimize top fırlatmaya kadar çeşitli aktiviteler içinde buluyorum kendimi. Eğleniyorum da. Mutluyum.
Arkadaş olarak da aslında 4 kişiyiz şimdilik, ileride ne olur bilinmez. Mutluyum bu insanlarla takılmaktan.
Evim de var, aslında apart. 4 kişi kalıyor bir dairede. Her odada iki kişi, döşenmiş falan. Tüpten kar edelim diye elektrikli ocak aldık, fikir benden. Tüp hariç hiçbir şeyi biz ödemiyoruz. Ev arkadaşlarım da rastgele tanıştığım insanlar ama çok iyi anlaşıyoruz, biri yemek yapar, diğeri gülmekten öldürür, öbürü de garip komşularıyla birlikte mutlu mesut.
Neden yazmadığımı merak eden olacaktır hani ;
Yazarken mutluydum ben, şimdi ise mutlu eden başka şeyler var, kafamı meşgul eden. Bu yüzden okuldan başka kimseyi ve hiçbir şeyi umursamıyorum. Hazırlığı geçtikten sonra da mis gibi olacak her şey, şimdikinden daha iyi mi olur belli olmaz ama güzel olacak.
Şimdiye kadar köpek güzellik yarışması izlemek dahil, 2 etkinliğe izleyici olarak katıldım. Diğeri world offshore championship.
Eğleniyorum ben, kafanıza göre takılın. Anlatacak şeyler var tabii ama 2 duble boğma benim zihnimi açıyor resmen, bugün bebek gibi uyurum. Ek olarak da dayımdan yürüttüğüm 1litre boğmanın da hesabı olmaz sanırım, tanrım affet! ;)

Salı, Eylül 04, 2012

Kayıt -Üniversiteli Oldum sanırım-

1. Aşama Pazar; 
Otobüste 2 kuzen, 1 anne ve ben 4 kişi Mersin'e gidiyoruz. Tabii otobüste bizden başkaları da var. Kuzenin muhabbet kuşu 4 saat boyunca susmadı.
Otobüs Terminaline yetiştikten sonra derin nefes alındı. Eve gittik, 4 saate rağmen yolculuk işkenceydi. Zaten gece boyunca uyumamıştım, otobüste de uyuyamadım, evde de uyuyamadım.
Mersin Forum'a gittik, Avm'lerden nefret ediyorum, Forum denen BigBro Avm'lerden daha çok nefret ediyorum, alışveriş yapmak için bu kadar alanın işgal edildiğine inanmıyorum, her kesime hitap eden ürünler olmasını beklerken %50 indirime rağmen her gün iki öğün kısmama neden olacak hatta hiçbir şey yemesem bile toplayamacağım şeyler vardı. D&R'a girdim, dandik kitaplar kısmından sıyrıldım fantastik edebiyar derken Frankenstein'ı buldum, manyak gibi sevindim, etiketi görünce derin nefes aldım ve attım sepete anasını satiyim.
Bu avm maceralarından önce ev bakmıştık, 800 liraya mis gibi döşenmiş 1+1 ev vardı, tabağından havlusuna bir insanın ihtiyacı olan her şey, max konforla döşenmişti ev. Tabii ki tutmadık evi ama insanın parası olacak, deniz manzaralı salonu ve balkonuyla mis gibiydi allah belasını.
Pazar günü öyleydi.
2. Aşama Kayıt günü - Pazartesi Eylül 3
Okula ilk gidenlerden olacam diye yırtınırken sınıfta gördüğüm öğrenci sayısı 20'yi geçiyordu, annem de durmadan arıyor tabii. Mesaj çektim, geç kalacam diye. Neyse, kimlik fotokopisini okulda çekerim yea diyip gidince bir de orda zaman kaybettim, dolmuşta anlamsız şekilde göz göze geldiğim genç kızla fotokopiye giderken aramızdaki ilginç sohbet görmeye değerdi. Fotokopiye mi gidiyorsun? Dolmuşta karşılaşmıştık dimi? Nerelisin? Ev tuttun mu? - Felsefe okuduğunu öğrendiğim genç kız beni fotokopi makinesi ile başbaşa bıraktıktan sonra beklemeye koyuldum ama gelmedi, kayıt için geri dönmem gerekiyordu kızı her şekilde bulurum ben, aynı fakültedeyiz sonuçta.
Önceki gün annemi arayan yurt görevlisi genç adam annemi tedirgin etse de sorun olmadığını bir şekilde anlattım. Kayıt günü de peşime takılan biri ise "nerelisin? seni arayan oldu mu yurt için? adı neydi?" gibi sorular sorunca da kafamdan "nasıl bir şe bu laaaaAAN?!" diye de geçirmedim değil. Bölümümü sordu, tüh şansa bak kardeşi de benimle aynı bölümdeymiş, anasının gözü! Yurt için ısrarcıydı adam, peşimi bırakmaya da niyeti yok gibi görünüyordu nazikçe "ben kayıt işlemlerimi halledeyim, yurt konusuna ailem sıcak bakmıyor" dedim ama bu onu durdurmadı, kapıdan içeri sadece öğrencilerin alındığını öğrenince adam önce ısrar etti güvenlik görevlisine sonra da "ben seni burda beklicem" diyince, ööeeh kurtuluş yok mu senden adamım, ha?! dedim yine içimden.
Kayıt işlemleri tamam, sınıftan dışarı çıktım, merdivenlerden koşa koşa inerken facebookta tanıştığım arkadaşı gördüm, aynı bölümdeyiz. Şaşırdık ikimiz de, selamlaştık, hayırlı olsunlar, bol şanslar diledik ve ayrıldık orda.
Ben okuldan çıkar çıkmaz o adamla tekrar karşılaşmamak için dua ettim resmen ama peşimi bırakmıştı. Biliyorum biliyorum, okul açılınca fakültenin önünde onun gibi onlarcasını görecem, umrum değil.
Annemle kuzenimi arıyordu gözlerim ama ortadan kaybolmuşlar, arayınca da bana ev bakmak için dolaştıklarını öğrendim. Deliler yea! Gittikleri ev-apart?- da arkadaşımın tavsiye ettiği ve memleketten insanların ailece yönettiği hoş ve sıcak bi yer. Şansa bak ki orayı tuttuk, balkonum var, denizi göremiyorum, ders çalışmak için ideal olduğunu düşünüyorum ki evet öyle, okulun da dibinde. 2 kişi kalma konusunu aşabilirim, aynı odada kalamam normalde yabancılarla ama alıştım ; 1.si - Hastahane, 2006 yılının sonlarında hastaneyi ayağa kaldıran Umut kişisi, tek başına kalmaya ikna eder Profesörleri. Bir süre sonra mecbur kaldığında ise elinden bir şey gelmez ve alışır böylece. Yine 2006'nın garip günlerinden sonra kardeşimle aynı odayı paylaşmaya başladım. Hea, aynı odada kardeşle kalmak var bir de bir yabancıyla, eegh alışırım.
Neyse, maddi olaylarla çalkantılar yaşayan garip ailemin, bu kayıt olayıyla biraz yüzü güldü sanırım, en azından umarım.
Pazartesi günü en dolu yaşadığımız gün, ailemizin uzak fertlerinden biri görüşmek isteyince bizimle, reddedemedik tabii. Yine Forum'a gittik, dondurma falan derken. ToyzShop'a girmeden ölürüm de dönmem burdan, diyince. Biliyorum +7 olamadım henüz. Daldım içeri, maketlerin olduğu yeri kurcalarken bir adet shelby cobra aldım, 14 liraya, daha büyükleri vardı, gözlerim Charger R/T aradı ama yoktu. Dodge ile alakalı bir tek Viper Srt vardı, büyük ve pahalıydı, etiketi görünce gözlerimden süzül... şaka tabii ama 85 lira allah belasını!
Derken bugünü sonlandırmak istemeyen ben, bileti ertelettik ve Mersin Marina'ya gittik, öğle yemeğinde tantuni yiyip yeminimi bozunca, yine acıktım ve bol yağlı iskendere acımadan daldırdım çatalı. Kuzen sayesinde tanıştığım futbolcu, aldığım forma, mükemmel zaman geçirdim. Hayatım en güzel 2 günüydü.
3. Aşama Dönüş- Anlatacak bir şey yok, Mersin'e giderken telefona attığım 6 legend of korra bölümünden ilk 3ünü izledim, diğerlerini iyi ki dönüşe saklamışım, çalışsa da adam gibi oynatamayan kişisel ekran bok gibiydi. Telefonu şarj etme şansım hala vardı en azından. Memlekete yetişince sıkıntıdan ölmeye başlayınca milyon tane fotoğraf çektim. 100'e yakın.
Güzel bir başlangıç yaptım, güzel bir devam için yeşil ışık olur umarım. 

Cumartesi, Eylül 01, 2012

Boş Beleş Kayıt Maratonu

Ben kaydolmaya gidiyorum yeağğ! Yazısı-
Pazartesi kayıt günüm ve sadece 3 saatim var, 3 Eylül saat 9-12 arası. Vay anasını, 5 dk'lık bir işlem, bölümdeki öğrenci sayısıyla doğru orantılı olarak artabilir de aslında.
Yarın yolculuk, 3 saatten sonra bol deniz manzaralı mis gibi olacağını tahmin ettiğim, iyi bir şey olacak gibi.
Maddi sıkıntılar diz boyunu aşınca kasıktan yukarı doğru hareketlenen enflasyon canavarı, Eşek'in boynuna dolanmış durumda. Önüme çıkan her yere yapışıp, burs talebinde bulunmayı düşünüyorum.
Laptop almayı düşünüp alamayan, tabletle idare edebilirim diyip fiyatları görünce dumur olan AYE gözlerine inanamaz ve inanmaz sadece, bakakalır. Acilen arap şeyhlerinin yoğun ikamette bulundukları yörelere telefon açar, internetten yaptığı araştırmalara göre ordaki piyasa tablet ve notebook alabilmek için yeterince uygun, mükemmel derecede uygun hem de. 900 liraya 2.nesil i5 işlemcili nvidia gt525'li laptop alabilirken, aynı fiyata bir ipad 2 16gb-3g-wifi de alınabilir hatta hafızadaki değişimden inanılmaz derecede uygun fiyatlarla güzel bir alışveriş yapılabilir. Asus tabletlerde ise şok geçireceğim kadar ucuz olan piyasa, okul nedeniyle hareketlenecek ve dönüp dolaşıp bana girecek gibi görünüyor. 
Arkadaşımın aldığı bombastik toshiba laptop sadece 1000 lira ve istediğim özellikleri yeterince karşılıyor. Dell de arap ülkelerinde alabileceğiniz en fiyat/performans canavarı laptop, durum öyle olunca kafa karışıklığı ve piyasadaki windows8 hareketliliği ile birleşen ultrabook ve windows tablet sektörü yeterli derecede rahatlatacak gibi, maddi konuda. 
-Ultrabook alacak paran yok
-Tablet alabilirsin veya 3kg'lık laptoplardan birini
Mersin'de n'apılır? 
İnan bilmiyorum ama kesinlikle kız kalesiyle bir fotoğraf çekilirim, elimi omzuna atarım günbatımı ve deniz manzarası eşliğinde. 
Tantuni yememe konusunda ısrarcıyım. 
Zaten 2 günlük Mersin gezisi kayıt işlemi, ev bakma, yurt bakma... gibi olayların neresine Kız Kalesi'n eklerim bilemiyorum.
Dershaneye gittim, güzel bir kızla tanıştım, şans odur ki kız da Mersin'de, ev arkadaşı da Almanca Tercümanlık okuyormuş. Vuhhu! Telefon numarasını aldım, bu şekilde bölüme güzel bir bakış atan insanları yakından tanımış olurum. Faydalı...
Arşivimin %20'sini tamamlamış olabilirim, bir sürü film indirmeye başladım bile. Toplasan 15 gb'ı rahat geçer, bu yüzden internet hızım tekrar ve tekrar düşecek. 
Telefona atılacak olan Avatar:Legend of Korra mkv'leri yeterli eğlenceyi sağlayabilir, otobüs eğer usb'li ise tadından yenmez, mis gibi olur hani.
Yokum hani, var olsam da kendimin bile umrunda olmayacağı için, sorun yok.
Auf wiedersehen hani, çav bella, aloha, bissürü garip şey.
Almanca küfü öğrendim ; Arschloch, bakmadan yazabiliyorum -o zaman bana kocaman bir aferin-

Cuma, Ağustos 31, 2012

Der Baader Meinhof Komplex -Anarşi Üzerine Ultra Mükemmel ve Bombastik Film-

1967'den 1977'ye Alman tarihini gerek muhteşem kurgusu ve oyunculuğuyla olsun gerekse tv'de gösterdiği tarihi olaylarla zenginleştirip anlatan mükemmel bi filmdi.
Hakkında çok şey yazardım ama gerek yok.

İçimdeki anarşist gözlerini ayırmadı ekrandan.
Ve Güzel ve yalnız ülkem şasldkaşsld sana söyleyeceklerim ;
Almanya'nın 1967'deki halisin, bu gidişle de bir 40 yıl daha geri gidersin, böylece bizim de sakal bırakıp kaleşnikoflarla insan avına çıktığımız zamanlara ışınlanmış oluruz. Bunlar kötü şeyler, olmaması içinse elden bir şey gelmeli Amerika denen ilginç ülkenin ve destekçilerinin kurduğu tuzakları görmeyen veya görmezden gelen bazı büyüklerimiz-anne,baba,dayı,hala...vb-'i uyarmakla başlayabiliriz bence, dikkat edin de sizi ısırmayan yılan 1000 yaşarken dötünüzü yakalamasın.

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Yukarıdaki yazı biraz gergin olabilir, şöyle ki;
Kazanmış olmam hiçbir şey ifade etmiyor şimdilik, sadece biraz daha fakir hissediyorum, bu da deli ediyor, sıkıntılar üst üste gelip geçerken- stop bunu anlatmama gerek yok
Pazar günü yolculuk var Mersin'e, tantuni yemeği düşünmüyorum
Forum dedikleri AVM dedikleri, benim için sadece klimalı alandır, bu şekilde işime yarayabilir
Şimdiden Voltran kurdum gibi gözüküyor, 3 kişiyiz. Böyle yazınca garip oldu ama kafa dengi 2 kişi buldum! Nasıl buldun? Nerde buldun? gibi soruların cevabı; feysbüük fesbüük görür görm...
Bugünden bahsedecek olursam; -Tarihi olaylar olduğu için anlatıyorum
-Bankaya gittim ilk olarak, Facebooktan tanıştığım arkadaş da aradı sabah "Banka öğrenci kimlik ücretini görmedi" diye, allah allah nasıl olur demeden kendimi bankada buldum zaten. İçerisi Araf'ta kalmışlarla doluydu, neyseki metroda istiflenmiş Çinli kıvamında sıkıştım ben de kuyruğun en arka kısmına, hafif gerginlikler olmadı değil, ben yapmadım! Banka hesabım var artık, bir de banka kartım olacak sanırım-istemedim-, ikamet, sicil kaydı, derken bütün kağıdımsıları topladım. Dershaneye gitmiştim bundan önce, birkaç kağıt da orda yazdırdım, allah beni kahretmesin ki çok tutumluyum, internet kafede sürünüp paramla rezil olacağıma dershaneyi sömürdüm. İyi de oldu, ehe! Böylece bütün bir günüm rezil oldu, manyak bi gündü anlayacağın.
Film konusuna gelecek olursam ; Alaman Tarihi çok hoşuma gidiyor, ne biliyim bilinçli insanların bilinçsiz hareketleri sonucu -bilinçsiz hareketten kasıt da istemsiz gerçekleşen eylemler...- çok hakim değilim. Hoşuma gidiyor tarihi filmlerle görüp yaşamak, yoksa %100 selülozdur ve 1. kalite hamur ibaresi bulunan aletlerin canları cehenneme, sevemedim kitaptan tarih ezberlemeyi.
Film de izleyemiyorum, keyifsizim sanırım ya da değilim, keyifliyim yeterince ama para yok, burs da çıkar mı çıkmaz mı allaha kalmış-devlete kalmış- sağlık sigortam yok, tapumuz yok, anlayacağın bir üstümde giydiklerim var. Burs'a ihtiyacım var ama nerelere başvuracağım hakkında en ufak fikrim yok, yardımcı olabilene de teşekkürü borç bilirim hani, yapacak bişey yok, eğitim 1. öğretime parasız oldu ben de 1. öğretimim ama gel gör ki eğitim sadece bunlarla sınırlı olmuyor, yol param da çok değil hani ama para sonuçta, ebemden çıkmıyor hani.
Çok dertliyim,
Çav bella! 

Perşembe, Ağustos 30, 2012

Geçmişten Gelen -Müzik-



Bir zamanlar Facebook'ta paylaştığım, arkadaşlarımla oturup yemek yediğim bir kafede dinlemişim.

Pazar, Ağustos 26, 2012

Children Who Chase Lost Voices from Deep Below -Dokunaklı ve bir o kadar mükemmel Film-

Miyazaki ustadan sonra izlediğim en fantastik, en lirik, en mükemmel, en macera ve mistik olaylar kokan animeydi.
Makoto-Sensei, mükemmel ötesi bir filmdi, 5 centimeters per second izleyemeyince bulabildiğim tek filmi izledim.
Konusundan biraz bahsedeyim;
Asuna adındaki genç kız, çok çalışkan ve inanılmaz zeki biri. Hayatın yükünü sırtlanmış babasının ölümünden sonra; evi çekip çeviriyor annesinin hastanedeki yoğun iş temposundan dolayı. Kendisine ayırdığı zamanlarda ise kendi yaptığı radyosuyla yüksek bir tepeye çıkıp müzik dinliyor. Yine o müzik dinlemek için gittiği zamanlardan birinde ise Shun adındaki çocukla tanışacaktır, Agartha'dan gelen bu genç, Asuna'yı inanılmaz bir yolculuğa çıkaracaktır.
Hikayenin temelinde iki insan var Asuna ve Morisaki, bu iki kişi kaybettikleri insanları hayata geri döndüreceklerine inandıkları Agartha'ya doğru yola çıkarlar. Agartha inanılmaz mistik ve bir o kadar da zorlu maceralarla dolu bir yer. Garip yaratıklar, tanrılar, kapıyı koruyan Quetzalcoatl'lar ve diğer mitolojik yaratıklar.
Miyazaki'den sonra Japon mitolojisini bu kadar güzel işleyen bir film izlememiştim, Mushi-shi hariç ki onun dizi olmasından dolayı ayrı tutuyorum.
Mükemmel manzaralar ve fantastik olaylar eşliğinde harika bir yolculuğa çıkmak isterseniz adres bu filmden başkası değil. Makoto Shinkai, Miyazaki-sensei'den sonra hayran kalacağım birini bekliyordum, iyi ki de izlemişim.
Filmi bulamazsanız buralardayım.
Kendime not: Kaybedeceklerini geri getirmeyi düşünmek yerine daha mutlu olmak için uğraş. 





Mesrine : L'ennemi Public No1 -Prison Break sevenler sever-

Mesrine: L'instinct de Mort'a benzerlik gösteren, ne bekliyordun devam filmi sonuçta fakat karakterler farklıydı, Mesrine sürekli yalnız kalıyordu. Aşkları, arkadaşları, dostları dahi terk ediyordu onu. Bu filmde de pek farklı bir şey görmeyeceksiniz, devamını merak ettiğim için izledim ama aksiyon dozu hakkında bir kaç tüyo verecek olursam, bombastik! Bu yeterli sanırım. İlk filme göre çok daha az sevişme, çok daha kaliteli çatışmalar yaşattı bu film. Beğendim, sonunu bildiğim halde ki ilk sahnelerde gösteriliyor zaten, saçma olduğunu düşünme öyle bir bağlanıyorsun ki filme, gerisini sen düşün.
Kendime not: Bir işe başlayacaksan eğer; sonunu ve niçin yaptığını sorgula, kendini sorgulamayıp egoyla beslenirsen sonun pek hayırlı olmayacağı kesin.
Filmde mesaj falan yoktu varsa da bana denk gelmedi, ben şahsen kafa dağıtmak ve biraz kan görmek için izledim.
Bankadan ve milyonerlerden çalan Mesrine'in çaldığı parayla lükse düşkün bir adam haline gelmesi içleracısıydı, Charyl adlı arkadaş bunu tokat gibi çarptı. Ben olsam ben de BMW 528i alırdım, şaka bir yana filmde gerçek olana güzel göndermeler yapılmış, adamın iyi-kötü adamı oynaması da cabası, denge mükemmel kurulmuş. Bir yandan taraf tutarken bir yandan tu kaka derken buluyorsunuz kendinizi.


Mesrine'in mahkemeyle dalga geçtiği sahne çok güzeldi.
Bir de yaşlı kalantoru kaçırdığı sahne.
Bu ikisi haricinde, hapishaneden kaçmalar, sevişmeler, alkol, romantizm, aksiyon, kan, silahlar...
Cecile mi Ludivine mi? -Ludivine gözlerine kurban, boncuk boncuk, kedi cınını nıhıhıh

Cumartesi, Ağustos 25, 2012

Mesrine : L'instinct de mort -Scarface'i andıran Gangster Filmi-

Ok biraz da Mesrine'den bahsedelim, kesinlikle tembelin tekiyim ve asıl adamımız olan Jaques Mesrine'in gerçek hikayesinden alınan bu film hakkında pek araştırma yapmadım, tek bildiğim Vincent Cassel'in iyi bir oyuncu olduğu.
Filme gelecek olursam, Fransız yapımı Scarface izliyormuş gibi hissettim. Doz aynı, şiddet de. Burda farklı olan Mesrine'in aşkları; adamın çocuğu bile oluyor ki gangster adamsın be Mesrine, bebelere yazık, kadınına yazık.
Mesrine kesinlikle kötü bir adam, şu konularda; kötü eş, kötü baba, hırsız, katil...
Mesrine kesinlikle iyi bir adam, şu konularda; pezevenklere ve ikiyüzlülere tahammülü yok, dürüst ve kesinlikle aşk adamı.
Adamsın be Mesrine, gözüme girdin o 3 maddeyle, bu arada bahsi geçen karakter gerçekte yaşamış olduğu için ben sadece filmi irdeliyorum ki burda kimsenin hayatını taciz etmiş gibi görünmek istemem.
Mesrine'in başına kötü şeyler geliyor hep, işini babası buluyor ama orda çalışmak istemiyor neyse arkadaşıyla birlikte hobbaaa kötü yollara Guido babanın emrinde çalışmaya.
İspanya'ya gittikten sonra Mesrine'in hayatı değişti. Evet Sophia adında bir kadın girdi hayatına 2 güzel çocuk verdi Mesrine'e ama hayatı tepetaklak oldu, iş konusunda da şansı yaver gitmeyince, napsın adam? Abi, bazen insanın kötü olmasını sağlayan tek şeyin başına gelen kötü olaylar olduğunu düşünüyorum ve bazı kötü insanlar malesef ki bu kötü olaylarla başa çıkabilecek kadar güçlü değiller ama siz adam öldürmeyi çok iyi bilirsiniz, hım hım.
Kötü adamları, kötü kadınları sevmişimdir ben, hep onların tarafındayım. Üstad Bukowski'nin de dediği gibi, onu tanımadan önce de kötü adamı seviyordum hala da severim.
Vincent ve Cecile -Jaques ve Jeanne- Kadın cool ve güzel ve alımlı ve zeki ve ağlamış

Film başta da dediğim gibi Fransız Scarface havasındaydı ama çok daha heyecanlısı, tamam tamam şaka yapıyorum sıkıcı değildi, hep bir olay vardı hani. Hollywood'u mu örnek aldın be yönetmen ya! Şöyle söyliyim, V.Cassel ve Cecile De France, döktürdünüz! Son sahne ağlatır.
Son olarak, Cecile de France'den başka o gözlük kimseye yakışmaz:
Bu yazımı okuyacak olan genç hukukçu Bötü'ye sesleniyorum, bu gözlükten al, almazsan da dene hani.





 Bir Cecile'e aşık oldum bir de arabalara ;


 Gidemedim; filmin bir de part2'si var L'ennemi public no1 diye o da yakındır, izlenir.

Çarşamba, Ağustos 22, 2012

Die Welle -Dalga- (Anarşi ve Diktatörlük üzerine başarılı bir Film)

Filme başlamadan önce Almanca bilenlerden rica ; Die Welle derken, die başa geliyor ok, artikel la bu diceksiniz peki neden Das Leben deyince das oluyor? Dalga ve yaşam sanırım birinin isim kökenli diğerinin de fiil kökenli olmasından kaynaklıyor* fikrim bu yönde hadi bakalım ayrıntılı açıklaması varsa yorum kısmını Adsız'a çeviriyorum, böylece paylaşım daha kolay olur.

Okula gelen Rainer adındaki hoca Anarşi dersini işlemek ister aslında bu bir projedir fakat okul yönetimi onu Otokrasi dersini işlemesi için görevlendirir. Rainer, özünde iyi bir öğretmendir, ayrıca su topu antrenörüdür. Öğrencilerin dikkatini çeken ve diktatörlüğü sorgulayan hoca, gittikçe egosunun kurbanı olmaya başlar. Sınıfa girdiğinde öğrenciler ayağa kalkar(Almanya'da öyle bir şey yok diye biliyorum), hocaya ismiyle değil de Herr(mr) Wenger diye seslenirler, öğrencilere tek vücut olmayı öğretmiştir Rainer,  üniforma görevi gören kıyafetler-beyaz gömlek kot pantolon- giyerler, logolar ve stickerlar hazırlarlar. Git gide çeteleşen öğrenciler diktatörlüğü sorgularken birden sistemin içine çekilmişlerdir, Rainer tarafından.
Muhteşem kurgusu ve iyi oyunculuğun bir arada olduğu; birkaç kelime almanca öğrenmeme katkı sağlayan bir filmdi. Filmi 1 yıldır izlemek için bekliyordum ki zaman iyi denk geldi. 1 yılı da beklememin sebebi sürekli bozulan bilgisayarım ve silinen arşivim.
Meşhur poster:!':^!'^+:%&/(

Yönetmene not: Bir konu ancak bu kadar farklı yollardan ele alınabilirdi, film yeterince başarılıydı, abartı yok. Her şey yeterince gerçekçi, based on true story etiketinin saçma olduğunu düşünüyorum, son sahne haricinde :)

Almanya'da sınıfın içinde hissediyorsunuz, olayların akışına bırakınca kendinizi, dehşete kapılıyorsunuz. İnsanlar nasıl bu hale gelebilir diye düşünmenize neden oluyor ki filmde bunun cevabı var.

Kendime not: Üniversiteye gideceğini biliyorum tabii bu bir ayı sağ salim atlatırsan, olaylar olaylar. Not'a gelecek olursam, üniversitenin sinema kulübü haricinde hiçbir gruba katılma, sinema kulübü ise kendine katabileceğin ve bildiğin birkaç küçük şeyi paylaşabileceğin bir ortam olduğu için tabii, orda da canavara dönüşeceksen eğer kendini akıl hastanesine kapat derim bro!

Sıkıldınız mı gençlik? Oysa ne güzel kaptırmış gidiyordum film film diye, araya giren yerleştirme sonuçları olmasa her şey daha güzel gidecekti, günde iki film yapıyordum ehe, arapça kursu işi yattı. Genç ve yeni evli bayan hocam eşinden izin koparamadı, scheiße!!! Bu yüzden biraz da moral bozukluğu falan, takmıyorum kafama bro bulurum kendime bir hoca, hı hı kolaydı. Görüşürüz gençlik.
Etnik filmler kuşağı yarıda kaldı, elimde film kalmadı, yenileri geliyor. İran'da A Seperation gelecek yakında da biliyorsunuzdur, 7 Avlu da izlemek istediklerim arasında, bakalım.
Ya da Anime yaparım, bu ara bir sürü anime attım bilgisayara, dizi olarak değil bildiğimiz film.
Sıkıldım uleen! Eea, yok bir şey.

Salı, Ağustos 21, 2012

Et Maintenant On Va Où, Where do we go now?, وهلّأ لوين؟ (u hellak le ven?) -Dokunaklı Savaş Karşıtı Film-

Etnik filmler izler misin? Etnik müzik dinler misin? Peki, hiç senin dışında yaşayan dünya hakkında bir şey merak ettin mi? Ne için savaştıklarını, nasıl aptallıklar yaptıklarını sorguladın mı?

Bu film Lübnan'daki dini olaylara, hatta dinlerarası şiddete göndermeler yapan, eğlenceli olduğu kadar dokunaklı bir film.
Bir grup kadının, köylerinde yaşayan müslümanlar ve hristiyanlar arasındaki çatışmaları engelleme mücadelesini anlatıyor bu film. Amal(Nadine Labaki) filmi hem yönetti hem oynadı ayıca filmin senaryosuna da katkıda bulunan bu mükemmel kadını ayakta alkışlıyorum, mükemmeldi film.
Film, birarada yaşayan insanların, kendilerinin hiç bir sorunu olmadığı halde radyodan ve televizyondan duydukları haberlerle küçük bir olayı büyütüp sorunlar yaratmalarını ve bu sorunların içinden sıyrılmalarını sağlayan kadınları anlatıyor. Bunu zaten söylemiştim ama asıl olaya gelecek olursam; bir annenin gözyaşlarına, insanlığın bittiği noktada küçük bir çocuğa bile şiddet uygulayabilecek kafalara, komik olaylara, vizonteleye benzediğini düşündüğüm sahnelere ve daha bir sürü şeye şahit olacaksınız.
Filmdeki müzikler arapça ve bu benim başımı döndürmeye yetti de arttı, iyi anlamda. Gözlerimi kapatıp şarkıyı çevirmeye çalıştım ki başarılı oldum! Hell Yeah beybii! Tamam sakinim. Duygusal parçalar da vardı eklesem iyi olacak.
Amal adlı hristiyan kızın, Rabih adlı müslüman gençle yakınlaşması sırasında çalan şarkı harikaydı. -dinlerini bilerek yazdım, film de zaten bu tip ayrımlara göndermeler yapıyor-
Neresini anlatsam ki filmin?
Köyde televizyon vardır ama çalışmıyordur, onu tamir eden genç mucidimiz -ki yılmaz erdoğan'ın vizontelede oynadığı karaktere çok benziyor- tv'yi çalıştırdıktan sonra, köy halkını tv'nin önünde toplar. Haberler denk gelince de köyün erkekleri haberleri izlemek ister, o sırada kadınlar gürültü patırtı ortamı yaratır ki erkekler iki din arasında yaşanan savaştan etkilenip tutuşmasınlar, o sırada yaşananları görmeni isterdim.
Radyoda haberleri dinlerlerken yine iç savaştan ve olaylardan bahsedilince de bir çözüm bulup radyoyu ortadan kaldırıyor kadınlar.
Kiliseye girip hoparlörü çalmaya çalışan genç adam merdivenden düşüp ahşap haç'ı kırınca, bunu bir müslümanın yaptığını düşünen hristiyanlar da -sadece erkekler- olayı büyütüp sorgulamadan kavga çıkarırlar.
Camiye giren keçiler camiyi mahvetmişlerdir, keçileri içeri salan kişinin bir hristiyan olduğunu düşünen köy sakini de olay çıkarır.
Sonunda köy muhtarının karısı Yvonne kiliseye girer ve Meryem Ana ile konuştuğunu iddia eder, bu "tatlı yalan" sohbet de görülmeye değerdi.
Köye gelen ve Rus olduklarını düşündüğüm kadınları da kendi taraflarına çeken zeki köylü kadınlar, güzel planlarına bu güzel kadınları alet etmek için kullanırlar iyi anlamda!!!
Nassim ve Roukoz, size bahsettiğim mucit gençler çapraz ateşe girerler ve Nassim vurulur, Nassim'in abisi Nassim'i vuran kişinin bir müslüman olduğunu düşünmesin diye annesi evin arkasında kuyuya saklar ölen oğlunu. Allah kahretsin ki ağlatır o sahne hele o şarkı, hepsini bulcam! Sonunda Nassim'in hastalandığını söyleyen kadın, bunu diğer kadınlardan saklayamaz elbette. Abisi ise gerçeği öğrendiğinde annesi tarafından vurulur, kötü bir şey yapmasın diye. Öyle bir film düşünün işte.
Takla, Nasim'in annesi kiliseye gider ve Meryem Ana'ya haykırır "oğlum sana emanetti sen neden onu bana sormadan alıyorsun buna hakkın var mı?!" diye, bu sahne hakkında diyecek bir şeyim yok, hiç duygusal değilim ama bir annenin feryadına dayanamam.
Sonunda kadınlar bir çare bulur; kek, börek, poaça yaparlar ve içlerine çeşitli sakinleştiriciler koyarlar, erkekler kendilerinden geçerler Rus kızları da güzelce dans ederler, o gece kimseye bir şey olmaz :)
Kadınların son hamlesi ise silahlar konusunda; erkeklerin sakladığı silahları bulup yok ettiler ki görülmeye değer :)
Son olarak, papaz ve imam köyü terk eder, bizim elimizden bir şey gelmedi şimdiye kadar fakat burda duran kadınlardan daha iyi bu köyü idare edebilecek kimseyi görmüyoruz diyip çekip giderler.

Evet sevgili dostlar dediğim gibi savaş karşıtı ve bol dokunaklı, mükemmel espri anlayışı olan bu film sizi bambaşka yerlere götürecek. İndirmek, izlemek isteyen mail atsın, twitten ulaşsın bir şekilde hallederiz.
Not: Dil fransızca, altyazı ingilizce.
Soundtracks - Şarkılar bunlar

Yammi - Et Maintenant On Va Ou  Bu ise yüreğinden bir tutam koparan

Diğer şarkılara haksızlık olduğunu düşünmeyin diye size youtube linki ; http://www.youtube.com/user/Camelia76800 adlı üyenin videolarında aynı başlıkla filmin çeşitli şarkılarını bulabilirsiniz, filmi arayıp bulamazsanız da iletişim kutusu yukarıda :) Eşek'in üstünde.

Kynodontas -Dehşete Düşüren İlginç Senaryolu Film-

Kynodontas, türkçe karşılığı köpek dişi.
Filmin konusu;
Karısı ve çocuklarını dışarıdan bağımsız hale getiren evi resmen izole eden, aile fertlerinin bağlantısını koparan bir adam. Kendi hapishanesini kurmuştur, ona göre ailesi için en güvenli ve sağlıklı yöntem budur. Eve getirdiği güvenlik görevlisi kadın Christina'yı oğluyla yatması için tutmaktadır, Christina eve göz bandıyla gelir ki evin yerini bilmesin, eve daha çok insan gelmesin. Evin etrafı dev çitlerle ve uzun boylu çalılıklarla kaplı. Bu evden kurtuluşun tek yolu ise köpekdişinizi kaybetmeniz.
Filmden not: Çıplaklık aşırı, kedi mide bulandırıcı, ensest ise tahammül noktasını aşan seviyedeydi. Çok çıplaklığa filmde tahammülüm olmaz diyenler izlemesin. Rahatsız eden sahnelerden biri de, bir toka karşılığında Christina'nın evin küçük kızından oral seks yapmasını istemeseydi ki bu da kızın sürekli dilini kullanarak karşılığında bir şey alacağını düşünmesine neden oldu.


Film başlarken bize deniz'den, yolculuk'tan bahseder ama bunları cümle içinde yanlış kullanılır. Çocuklarının tv, gazete, dergi izlemesine engel olan bir baba, kendi sözlüğünü de yaratmıştır. Deniz-koltuktur, yolculuksa sert zemin. Bu iki kelimeye bakacak olursak : denizi anlatmaya çalışırsanız hiç deniz görmemiş birine, ufukta biten masmavi birşeyden bahsedersiniz ki bittiğini söylemezsiniz çünkü uçsuz bucaksız bir görüntü vardır karşınızda bu da insanda bir nevi özgürlük hissi uyandırır ki gayet doğal. Yolculuk ise; nereye gittiğinizin bir önemi yoksa yine sonsuzdur, yol sizin gidebildiğiniz kadardır. Bu tip anlamlar yüklenmiş olan film gayet başarılıydı, genç kızın köpekdişinden kurtulması ve cinselliğin göze batması ise tahammül edebilmenizle ilgili.
Sıradışı konusu ve tahammülü zorlayan sahneleri ile bu film benden geçer not aldı -sanarsın ki eleştirmen. Vuhhuu bebek!
Şöyle ki, filmde annelerinin köpek doğuracağına, çeşitli oyunlarla yarıştırılıp sticker kazanan çocuklara rastlayacaksınız şaşırmayın. Filmde bir kez güldüklerini görmedim, gördüysem de görmezden geldim. Siz de evin içine hapsolmuş hissediyorsunuz ki yaptıkları saçmalıklara gülmek yerine dehşete kapılıyorsunuz, kapılmayın sakin olun ve isterseniz bahsettiğim sahneleri atlayın.
Anlattıkça anlatasım geliyor, sırf bu anlattıklarım yüzünden bile filmin büyüsü bozulmuş olabilir, kızmayın vurmayın küfretmeyin de hani.
Bayramınız kutlu olsun canlar.

Pazar, Ağustos 19, 2012

Madem Üniversiteye Gideceksin -

Madem üniversiteye gideceksin bunları yap-yapma ;
-Güzel arkadaşlıklar kur, kuramazsan da boş ver
-Kendinden çok bahsetme, sessiz sakin bilinmez olmak her zaman +'dır -bence
-Kendinden emin ol
-Siyasete bulaşma, diğer toplumsal saçmalıklar silsilesine de, örgütler, vakıflar, düzenbazlar ve diğerleri
-Sakın sigaraya başlama, öldürürüm olum seni! Kafanı kırarım! Sakın!
-Erasmus'la iki üniversiteden birine git, biri Köln'de. Aklında bulunsun, Köln'e gitme hayalleri kurduğunu biliyordum bu yüzden bunun için gerekirse kıçını yırt!
-Sevebileceğin bir kız bul ya da o seni bulsun aslında bundan bahsetmek saçma geliyor, kader kısmet diyip konuyu kapa.
-Bloga bunun dışında kişisel yazı yazma, yazarsan da adam gibi yaz, üniversiteli oldun ya bir farkın olsun
-Almanca'yı sular seller gibi konuşabilirsin ama grammar'i sakın unutma artikeller önemli kafanı dıp-tıs'layacak olan da artikeller
-Yapabiliyorsan yine Mersin'de Şehir Planlama için uğraş hani, uğraşma demiyorum hobi olarak yine uğraş, biliyorsun puanın kesilecek.
-Derslere asıl, ev deniz kıyısında olabilir, illa her akşam çıkmana da gerek yok biraz edepli ol evde oturmasını bil
-Dolaptan bir viski aşır öyle git euheueh bu en eğlenceli kısmı, çalmak değil ödünç alıyorum. Şaka bir yana istesem verirler mi ki bir şişe ballantines? Ailem? Anne?
-Korun
-Bira içerken foto çekilme, çekilirsen de sosyal ağlara atma atacaksan da... -şahsi görüşüm-
-Cin tonik tadı nasıl acaba diye merak et ama sakın içme
-Ev tutacaksan da sahil kenarı olsun, hep hayalini kurduğun gibi, balkonda oturup artikel öğrenmek denize almanca sövmek gibi hobilerin olsun, denize sövme ama yazık günah hani sen artikellerle kafa yorarken sahil kenarında öpüşenlere küfret almanca-arapça falan,
-Mersin'de arap var, bu yüzden kimin ne olduğunu bilmeden arapça küfretme
-Kuzenle birlikte kalacaksan ve kız arkadaşı da seni kabul ederse reddetme, bir şekilde sosyalleşmen için ilk adım olabilir ya da hiç alakası yoktur hani, dert etme
-Sinema kulübüne kaydol, kaydol dediğim de hani bir şekilde çaktırmadan kulüple ilgilen hani, aktiviteler senin elinden çıkacak hale gelsin -umarım bu kadar zamanın olur
-2013 Akdeniz Oyunlarını kaçırırsan kafanı duvara taşa ve bilimum yere vur,
Sporcularla tanışma fırsatı bulursan da, bişey yapma tanış hani, spor hakkında sohbetler, şakalar.
-Almancayı su gibi konuşan komşun olduğu halde, arapçayı su gibi yazıp okuyan anadili arapça olan komşun olduğu halde insanların müsait olmaması veya farklı sebeplerden sıçmana neden oldukları için, söv elinden bir şey gelmez ama şu arapça işini hallet ki Rusça'yı sıyır aradan.
-Fransızca da seviyorsun ama seçmeli olarak almak eğer zorlayacaksa? Bunu düşünmek için çok zamanın olacak
-Gez, toz gelecek sene ama sakın Almanca'yı öğrenmemezlik etme öyle bir lüksün yok
Almanca bilgisayar oyunu -Unreal Tournament3 ve bilimum bilgisayar oyunlarını Almanca oyna- sevdiğin şeylerle bütünleştir ki, günlük hayatının bir parçası haline gelsin
-Almanya'daki akrabalar, eş, dost kim varsa skype ile bağlantı kur, konuşacak duruma gel en azından, selam artikeller- korkmuyorum la sadece garip geliyor
-Bir daha bu kadar uzatma

Gosford Park -Cinayeti Uşak mı İşledi? Filmi-

Maggie Smith'i çok seven birini tanıyorum, hayran kendisine. Bu filmde hiç konuşmasa bile birşeyler katacağına emindim, gerçekten hayran kalınası oyuncu. Filmin kadrosu çok kalabalık, In the Loop'tan tanıdığım Tom Hollander da filmdeydi, dediğim gibi film kalabalık olduğu için ön plana çıkan kişi de yok, bu hoşuma gitti açıkçası. Harry Potter oyuncularını bu filme mi toplamışlar? Bir yanda Maggie Smith bir yanda Michael Gambon, dediğim gibi kadro sağlam.

Tea at four, dinner at eight, murder at midnight -
Filmin konusuna da değinecek olursam eğer, spoiler vermeden anlatmam gerek ;
Film bir davet ile toplanan zenginlerin ve onlar için hizmet eden alt tabakadaki(bu kelimeden nefret ediyorum) insanların birbiriyle alakalı olan ilginç ilişkilerini anlatıyor. Hizmetçisi olmadan insanların gözünde bir hiç olarak görünen leydi, bir aktör, birkaç lord, bir düzine hizmetçi. Toplanma sebeplerini pek anlamış değilim ama yedikleri yemekler, av partileri ve diğer bütün bu zengin işi olaylar acaba filmden ne çıkacak havası veriyordu.
Hizmetçiler dedikodu yapar, uşaklar ise ortalığı karıştırır. Kural bu. Bambaşka bir dünya, fantastik göründü gözüme 1932'lerde işlenen bir cinayet ve olayların git gide karmaşık hal alması, acaba cinayeti kim işledi? Uşak, hizmetçi, misafir, lord, leydi... Film boyunca değil ama adam öldükten sonra bu sorunun cevabını arayıp birkaç insandan şüphelenmeye başlamanız sonrasında hayal kırıklığı yaşamanız mümkün tabii, yanılacağınız için. Birinin ölmesi acaba sorunları çözer mi ya da sorunların çözülmesi için illa birinin ölmesi mi gerekiyordu?
Bu filmde bol entrika var, arka odalarda dar ve karanlık koridorlarda dönen, filmin cazibesi de burda sanırım ama beni yakalayan noktası cinayet işlendikten sonra karakter analizi yapıp başımı döndüren kalabalıktı.

Yönetmene not: Shortcuts'ı daha önce izlemem gerekirdi, zorunluluk değil ama en azından bu kadar çok karakter ve olayı insanları sıkmadan anlatabilmek, sanırım izlediğim çoğu filmin yönetmeni bunu başardığı için sevdim filmleri yoksa izleyip de yazmadığım birkaç film var ki utanç verici.
Not: Beğenmediğim filmleri ifşa etmemin ve karalamış gibi görünmenin bir anlamı yok "her çirkinin bi alıcısı vardır" gibi saçma sapan bir cümle kurmak istemezdim ama kurallar bu şekilde sanırım.

Sideways -Şarapseverler için Film-

Sideways, harddiskim tamamen silinmeden önce de listemdeydi. Film genel anlamıyla hoş izlenebilir biraz göz atalım bakalım.
Miles adında bir adam, bir roman yazar ve basılması için de yayınevlerine verir. Yazmaktan başka bir tutkusu daha var, şarap. Üniversitede oda arkadaşı olan Jack ise cumartesi günü evlenecektir. Sağdıç tabii ki Miles. 1 haftayı beraber şarap tadıp seyahat ederek geçiren ikilinin başlarına güzel olaylar gelir yol boyunca.
Film genel olarak iyiydi ama malesef üzerine konuşabileceğim ve bakın şurasında çok eğlendim, şu kısmına bayıldım şeklinde anlatamam. Olaylar çok sade kalıyordu, şarapseverler filme bayılacaktır. Ben şarap severim ama tabii param kadar. İçmişliğim pek yoktur, zaten kıro abilerimiz de "karı içkisi" yaftasını yapıştırmışlar sağolsunlar. Evde viski var. Belki bir adet yürütürüm ehe, kardeş görmesin bu yazıyı.
burda Pinot'yu anlatıyor ne güzel kaptırmış :')

Tek etkilendiğim nokta Miles'ın "o gece" Maya'ya Pinot'yu anlatmasıydı, o kadar güzel anlatıyordu ki hayran kalırsın, adam resmen kendinden bahsediyordu. Pinot ile özdeşleşmiş, bu kısım güzeldi.
Seyahat ediyorlardı filmde ama kesinlikle yol filmi değildi, yani otelde kalınır iki kadınla tanışılır ok? de yol filmi değil, sadece şarap kısmı güzeldi. Filmin pek bir beni izle diyen bir tarafı da yoktu hani, izlense de olur izlenmese de. Puan vermeyi sevmem ama sana puanım ters dohuz kanka yani 6.
Filmde Miles adlı karakterin ezikliğine, Jack adlı karakterin ise tam tersi tam bir piç ve kazanova olmasına dikkat çekilmiş. Bu iki zıt karakterin bir araya gelmiş olmaları filmin güzel noktasıydı. Hani seyirciyi yakalamayan ama gene de "izle bak seveceksin" diyen filmler olur ya onun gibi bir filmdi.

Yönetmene not: Konu çok sığ kalmış, karakter de az zaten, hani ok boğmuyor ama kendini izleten bir film değildi buna rağmen sıkılmamış olmam ise? Merak, belki. Verdiği tat güzeldi, ne biliyim.
Kendime not: Sana kendine Pinot gibi hissettirecek kızla evlen. Hatta direkt dudaklarına yapış.

Bu arada yanıldıysam düzeltin ama 107 ödül kazanmış olması? Ben beğenmedim hacı isterse 1000 olsun hitap edemedin Sideways üzgünüm, Miles ezikliğini al git, sürekli ajite ettin amk. Jack sen de illa adamı kazanova yapacan siktir et! Ödülleri görünce neye uğradığımı şaşırdım. Hakketmiyor.

Cumartesi, Ağustos 18, 2012

KAZANDIIIIIIĞĞĞĞMMMM!!!

Selam millet,
Uzun zamandır kişisel yazı yazmıyordum bloğuma ki bu çok kişisel bir tercihti. Film izleye izleye kültür mantarına dönüşen Eşek, dün akşam sularında aldığı haberle neye döndüğünü şaşırdı, nevri döndü, psikotik nevrotik ultrasonik şeyler yaşadı, abartıyorum hiçbiri olmadı.
Dün akşam oldu her şey;
Pastel, twitter'a yazmış AÇIKLAANNDDI diye, ben de 1dk sonra görmüşüm yazdığını. Telefonum çok güzel bişi, öyle güncelliyor ikide bir, ee velhasıl kelam. OSYM sayfası açıldı, kimlik numaram titreyen ellerle girildi, elektrik yeni kesilmişti ve yeni gelmişti. Bizimkiler yeni uykuya dalmıştı, her şey o kadar yeniydi ki, sanki yeni doğan çocuğun vaftiz edilişine şahit oluyormuşum gibiydi. Sayfa ultrahızlı açıldı. Mersin yazısını gördüm, ok ama mütercim tercümanlık almanca! Oha dedim, la olum bir yıldır peyzaj da peyzaj şehir bölge de şehir bölge diyen sen değil misin bu nasıl ilginçlik? dedim kendi kendime. Kalktım yatağımdan, annemin yanına gittim. "Anne, bak" diyorum sakin bir şekilde. "NE? NE OLDU?!" diye panik bizimki. Baktı kazanmışım, açtık ışıkları sarıldık birbirimize. Çok duygusal anlar o anlar, bir de insan düşününce böyle bir bakıyor geriye hani, neyse duygusala bağlamak istiyorum.
Size bir Sayısal öğrencisinin nasıl Tercümanlık kazandığını anlatan yazımı takdim etmekten gurur duyarım.
Not: Birkaç ingilizce deneme çözüldü yarım yamalak, buna rağmen kazandım, benimkisi hobi niyetiyle sınava girmekti. Mühendis olmak istemiyordum oysa Makine mühendisliğine yetiyordu puanım, bu yüzden üzgün değilim. Üzülürsem de şehir planlama için üzülürüm ama neyse ; Buyrun burda MATEMATİK LYS ve YABANCI DİL sınavına girişimi anlatan ultra şapşal yazı.
http://atyarisindakiesek.blogspot.com/2012/06/mut-ter-kardesler.html

Lonely Boy videosu olamayacak gibi, bir de KAZANDDIIIIĞĞM! diye bağırdığım bir video ekleyecektim. Yalancı değilim ben yahu, sadece biraz utangacım.

İzleyicilerime not : Bu zamana kadar dershane yazılarıyla kimilerini çıldırttım kimileri ise hep yanımdaydı, hala yanımdalar. Bir teşekkürü borç bilirim. Teşekkürler :')

Cuma, Ağustos 17, 2012

District 9 - Klasik Uzaylı Filmi Değil -

Dramatik filmlerden sıyrılıp kendimi bilimkurgunun serin sularına atmış bulunuyorum. District 9 -9. Bölge-'den bahsedeyim biraz, hem işim ne?
Konu olarak şöyle;
28 yıl önce gezegenimize inen uzay gemisi, kendisi küçük gezegen bile sayılabilir, beraberinde bize birkaç milyon misafir getirmiştir. 80s ah ulen 80s! dedirtti film, aktivistler ve bilimum insanlar ayaklandı ve uzaylıların "insanca" muameleme görmesi için elinden geleni yaptı. İnsanlardan uzak bir yerde küçük bir misafirhane niyetiyle, küçük bir şehir inşaa edildi ve sevgili karidesler filmdeki adlar "prawns" çeteler tarafından baskı altında tutulup, son teknoloji silahları ve diğer uzaylı teknolojileri ellerinden alında. Bu bölgeyi kontrol altına almak ve uzaylıları tahliye etmek için görevlendirilmiş olan Van der Merwe, burada pek hoş şeylerin dönmediğine şahit olur ve Christopher adındaki karidese bağımlı hale gelir. Nasıl geldi? Kim getirdi? Devamı için filmi izleyin, isterseniz anlatırım hani, şaka. Wikus Christopher'ın 20 yılda damıttığı 1 damla boğma uzaylı rakısını ziyan eder üzerine döker, bu rakı Wikus'u öyle bir çarpar ki tırnakları ve çeşitli dokuları dökülür. İyileşmek için Christopher'a bağımlıdır artık, Christopher da tüpün yerini bilen Wikus'a bağlı. Gemiyi uçurup lanet olası gezegenimizden gitmek için tabii ki, baktılar buralar iyice boka sardı adamlar kaçmak için denemedik yol bırakmadılar, pardon karidesler.
Filmden not: Bu kadar dalgaya aldığıma bakmayın, filmi Karidesler-İnsanlar ikileminden kurtarıp, mülteci hayatına ve "eğer sen evinden çok uzak bir yerde olsaydın, başının çaresine nasıl bakardın?" sorusunu yönelten bir film. Ben kesin kötü yola düşerdim, kötü yol dediğimiz illa? Yok oralar değil, mafyanın eline, hapse veya bir çetenin eline düşüp ondan sonra elebaşı olurdum. Ah ulen ah, aksiyonumu, hayalgücümü seveyim ben. Film bir de, vicdanı karides üzerinden sorgulamamıza neden oluyor aslında. Christopher 20 yıl boyunca dünyamızda başıboş gezmedi onun da bir ailesi var, ailesi için de canını tehlikeye atıyor ve aslında hem kendini hem de kolonisini yani kendi türünden olanların da hayatlarını riske atıyordu, bu kısmı çok saçma -kurşunlar üzerinize geliyor ve siz bir karidessiniz(dettay vermek istemiyorum) Wikus da bağırıyor uzaktan "oğlunu düşün Chris!" diye, oha karides hemen titreyip kendine geliyor. Yapma be yönetmenim ya! Bir de Wikus'un mala bağladığı, "bombalar içeri atılıyor, Wikus malı robota öyle bakıyor" Ah Wikus ah, film boyunca ömrümü yedin ulan!
Saçma olmayan ama güzel gönderme yapan nokta ise Wikus'un peşine düşen insanların Wikus'a bok atma yöntemleri. Adamın bir karidesle ilişkiye girdiği iddia edilen bir fotoğrafı döner televizyonda, siyasetçileri de bitirmenin yöntemlerinden değil midir, ahlak, etik? Dediğim gibi karides üzerinden ahlak-etik-vicdan gibi günlük hayatta karşılaşıp "ben olsam aynısını yapardım" mottosunu filmin bir köşesine iliştirmişler.
3 yıl sonra mı? amokachi be Wikus, dayan be oğlum, bu demek oluyor ki? Devam filmi mesajı uuh! 
Bakmayın öyle eleştirdiğimde, sonlara doğru resmen heyecan dorukta izledim filmi. Kopma olmadan, bol aksiyonlu, patlamalı, insan patlamaları dahil buna, basbayağı kanlı falan.
Not: Film bana Rec(2007)'yi hatırlattı, kamera düşüyor, ordan oraya savrulan kameraman hissi, bütün bunlar kendinizi filmin içindeymiş gibi hissetmenize neden oluyor. Şahsen bu filmde çok güzel kullanılmış, filmin hepsi handycam hissi vermiyor tabii sadece bazı sahneler.
Not2: Klasik uzaylı filmi değil dedim ya, klasik aslında yalan söyledim. Ufo diyebileceğimiz uzay gemisinden yayılan ışık evet o gerçekten uzaylı teknolojisi millet. Öyle çekiyor etraftaki cisimleri geminin içine.