Çarşamba, Aralık 03, 2014

meow

Hiç...

Öyle şeyler oluyor ki hiç olmasaydılar daha güzel olurdu,
hatta hiç var olmasalardı yani en azından benim hayatımda hiç var olmasalardı bu olaylar.

Olaylar olaylar, resmen bitpazarında kapkaça uğrayan teyze gibi hissediyorum; yardım çığlığına karşıdan ona doğru gelen ve olaya kayıtsız kalan kalabalık gibiyim ve o kalabalığa doğru ters istikamette koşan adam gibiyim, adam ise otla kafayı bulmuş ve ters istikamette şahin kullanıyormuş gibiydi. Her şeyden biraz birazım. Çok eğleniyorum çok.
Olaylar da kapkaççı gibiydi. Çanta boştu, üçaylığımı daha çekmemiştim evladım. Boştum anlayacağın, yine boşum, hep boştum ve boş kalacaktım. Şimdi reklamlar BOSCH Ev Aletleri ile hayatınıza değer katın. dandaradan daaaa! -that was a jingle, jingle without bell- İngilizce açıklama yapma gereği duydum pek saygıdeğer insan, umrunda olmayacağı için de araya bi şaka serpiştirdim.
Ankara bana küstü mü? Küsse sissy yapardı, küsmesin. Ankara'yı siz var olduğunuz için seviyorum, yoksa Ankara...
Bu ara anksiyetem zzzt zzzt diye sesler çıkarıyor, sessize almışım sanmışken ben, meğersem titreşimdeymiş. Sonra da beynim de titreşti tabii, öyle ailecek titreştik ben ve kendim ve kendim ve yine ben ve yine kendim ve biz...

Lieb mich oder hass mich. -beni sev ya da benden nefret et-

Bu ara mistik olaylar biraz daha yakından bakmaya başladım ve kendimi fal bakarken buldum;
geçen günlerde, arkadaşıma fal baktım, bakmadan önce sana anlatacaklarım var dedi tamamen poker surat ifadesiyle. Bardağın üstüne kendisine ait bişey bırakmasını istedim -_- :D nasıl yalancıyım, sonra da çok bilmiş bi edayla bardağı açtım ve aklıma ilk geleni başladım anlatmaya -...- ve fal is going toooooo...fal tuttu. :O Korkunç tesadüf diyelim biz buna.

Öyle şeyler.


Cumartesi, Kasım 01, 2014

Ruh Çekilmesi

Ruhu çekilmiş...

Başlamadan önce, ruh çekilmesine deyinmek istiyorum siz saygıdeğer ve çok muhterem...ölüler.
Ölürken siz, ruhunuz çekildi bedenlerinizden; peki ya yaşarken mıncıklanan ruhlar? Yani demek istediğim, biz faniler yaşarlarken gündelik hayatın saçmalıklarına anlam ararken, bir de ruhumuzun mıncıklanmasına nasıl engel olalım? Gerçi şöyle de bi' şey var, o kadar mıncıklandık ki, mıncıklanma eşiğimiz o kadar yükseldi ki, öldükten sonra ruhumuzun çekilmesi, kıl-tereyağı ilişkisine döneceğinden, ölüm simülasyonuna 23 yıldır gönüllü birey olarak katıldığımdan, hatta arada kobay olarak yaşamıma ara verdiğimden -yaşamıma ara verdim, fani yaşama- bütün bu olanlar, yaşananlar, tuhaf geliyor. Kendimi Übermensch-Üst insan olarak mı görüyorum, yoksa zayıflıklarıma bir kılıf uydurmak için mi böyle bi kaçış yolu buluyorum, bilmiyorum. Topuğundan vurulan Aşil gibi hissediyorum, gün gelecek ve ZBAAAAM! topuğumdan vurulacağım ben de, ama o an gelene kadar kral benim, en büyük benim, en güçlü benim...akşam eve döndüğümde ise maskemi düşürüp ya da taktığım ne kadar zımbırtı varsa bana ait olmayan, hepsini söküp atıp kendimle baş başa kalıyorum. İşin kötü tarafı ise, ya bir gün eve dönerim ve söküp attığım her şey bi anda 'ben' olmuşlarsa, bana dönüşmüşlerse, ve ben onlar olmadan bi hiçsem? Bi hiç olarak devam edemem, edemez insan.

Seviş, geçer...demişti bi dost, o da yok artık. Gitti, öylece gitti anlam veremediğim bi şekilde gitti. Kimsenin kimseye ihtiyacı olmadığını bildiği için gitti, yani onu tanıdığım kadarıyla, ya da hiç tanıyamamışım. Gitsindi, çünkü şimdi daha mutlu, sanırım, lanet olsun! emin olamıyorum.
Yalnız olmaya alışıktı o; ben mağarama o ise karanlığa geri döndü.

Birileriyle tanıştım, biri gitti...biri kaldı.
İşin güzel tarafı vardı, güzellikleri vardı. Ama şimdi zor olan kısımdayız, atlatırsak eğer, Fuji dağının zirvesine tırmandıktan sonra kanatlanıp ilahi bi aşkla uçuyor olacağız. Yani, bu aşkın sıradan bi aşk olmasına imkan yoktu. Ya da ortada aşk var mıydı? Ondan bile emin değilim, öyle ki, hasar almamak için zırh giydim sayın Hakim, buz gibi zırh tenime, aşkın yakıcı temasları yerine değiyordu. Bu yüzden hissizleştim, bu yüzden bana ''Emin olamıyorum, ne hissettiğimden, hissetmem gerektiğinden...'' emin olamıyordu, haklıydı, ben onun sıcak dokunuşları yerine, zırhı tercih etmiştim, beynimi de sıkıştırıp çıplak ellerimle çilekli-kondomun içine doldurmuştum. Şimdi daha mutluydum, ama daha hissiz. Siberadamdım, sibernetik organizmaydım belki de. Bildiğim tek şey, kırbaçladığım hayvani dürtülerim, kırbaca o kadar alıştılar ki, bdsm fantezisi olarak kullanmaya başladılar bunu. En azında içimde bi yerde, bi hayvan bile bu zoraki durumdan nasıl keyif alacağının yolunu bulmuştu. Öğreneceğim çok şey vardı, kendimden, yani hayvanlarımdan...
Pazartesi haftanın ilk günüdür. Benim hayatımın ise dönüm noktası olacak gibi görünüyor.

Pazartesi, Ekim 06, 2014



Tamamen boş...
İçi, dışı; önü, arkası...sobe! Saklanmayan ebe.
Boyutlarından kurtulmuş bir parçacık gibi,
              ilahi bi parçacık.
Sonsuzluğa doymak için kıpraşan,
              sonsuza yaklaşmaktan bir an olsun bile korkmayan,
              savrulan bir parçacık.
Savruldukça boyut kazanan, var olan, var olmayı başaran;
Tanrı'nın ve ona yakın olan diğer var olmaya çabalayanların yanında.

Çarşamba, Eylül 10, 2014

life is so cruel


...life is so gay

Uzun zaman önce, çok uzun zaman. Bir taslak bırakmışım ardımda, 30.05.14 tarihli. Neredeyse 4 ay... 

Mayıs önemliydi benim için, şu an eğer içinde bulunduğum bedene bir gram saygım varsa Mayıs sayesinde var. Kendime bile anlatamazken, insanlara anlattım. Çok yakınlara, çok uzaklara, hepsine. 
Alkolle kafayı bulup sokakta hunharca öpüştüğüm kadından da bahsettim. Tanışıyorduk. Şimdi ise öpüşüyorduk. Dünyanın en saçma anını yaşarken ben, bakterilerimiz taşınırken, dillerimiz kırbaç gibi döğüşürken, dişleri dudaklarımı bulmuştu. Neler hissettiğimi anlatamam, hele burada hiç. Neyse ki o sızdı, kustu...ben de. Hayatımın en zor anıymış gibiydi, suçluluk da vardı. Ama en kötüsüydü. 

Hazirandan nefret ettim. 3 hafta boyunca köpek gibi çalıştım bi' hastanede. Karşılığında aldığım ise, illegal yollarla dolandırılan insanlar, iş etiğinden nasibini almamış doktorlar-hemşireler-temizlik görevlileri-sekreterler, en dibinden en yükseğe herkes birbirinden lanetti. Sessiz de kalmak zorundaydım, kaldım. Eğlendiğim zamanlar da oldu tabii ki, yeni insanlarla tanıştım...of lanet olsun yeni insanlara istemiyorum yeni insan tanımak, sevmek...çok kızgınım, üzgünüm. Oysa 4 ay önce sevgi dolu bi adamdım ben, çok değiştim. İyi de değiştim kötü de, boktan da, saçma sapan bi adam oldum çıktım belki de, kendimden nefret etmiştim hatta ama şu an kendime saygı duyuyorum. Nasıl bi seviyeye geldiğimi görmek açısında bu keskin dönüş, bu hadsiz ayrılış ve kabuğa çekilmeler iyi geldi aslında. 
-bir örümcek eşlik ediyor, ağını yeni ördü, sanırım tavandan indi de izlemeye koyuldu beni. Laptop'ın sağ tarafında havada asılı kalmış- 

Temmuz, işten ayrıldığım ay. Neden işe güce endeksliydim ki ben bu sene? Hep parasızlık, hep alınacaklar listesi yüzündendi. Alınca mutlu olacağıma inandığım şeyler yüzündendi. Ah, kapitalizm. Gözümüz kör olmuş resmen. Alamadım. Mutlu da olamadım. Mutlu olamadım ve sonra geri döndüm memlekete. Memlekette iyice bi kötü oldum, nefret ettim. Toprağına ayak bastığım ilk andan beri nefret ettim, havasını soluduğum ilk andan itibaren! Beni kötü şeylerin bekliyor olduğunu hissediyordum çünkü. Ve öyle de oldu. Ailemi bırakın destek olmayı, işten ayrılmam konusunda beni suçlu görmeleri bardağın son damlasının taşmasına değil buharlaşmasına neden olmuştu. Ailemize kuraklık hakimdi, içimizi serinletecek tek bi damla kalmamıştı. Eskisi gibi konuşulmuyor, atlatılan bunca şey tek çırpıda unutuluyor, üstüne bi de yaşanan yeni zorluklar da eklenince...ve bundan bile sorumlu tutulunca ben. ÇILDIRDIM! 

Ağustos, sabır ayıydı. Biterdi çünkü, Eylül sabırsız bi erken doğandı. Ağustos'u zorlardı ve gelirdi.
Ev tutmam gerekiyordu, kazandığım birkaç kuruş da eriyip gitmişti. Elde sadece bir aylık kira vardı. Saçma sapan bir sebepten ötürü, bahanelerle benle ev arkadaşı olmayı reddeden eski ev arkadaşım. Durduk yere böyle bir haberle gelince, sarsıldım açıkçası. İnternetten ev ve ev arkadaşı aramaya başladım. Çeşit çeşit insan, sapıklar, aptallar, ve sadece yalnız olanlar. Sadece yalnız olanlardan birine denk geldim, ilanı gayet açık ve espriliydi, tahammül edemediği iki şeyin ''batak masaları ve beyaz atletliler'' olduğunu yazmıştı alaycı bi dille. İrtibata geçtim, Facebook iyiydi. Arkadaş olarak ekledim, profilinde gezindim. Ortalama müzik, ortalama film, kitap yok ya da yazmamış. Paylaşım hiç yok veya kaldırılmış. Fotoğraf toplam 3 veya 5 adet, onlar da etiketlenen. Evi görmeye gittim memleketten otobüse atlayıp. Özlemişim şehri. Yabancı gibi hissettim kendimi, sırtımda sırt çantası elimde telefon navigasyon açık. Evin adresini vermişti. Evi de bulmuştum sonunda. Neden evden bahsediyorum ki o kadar? Yaz boyunca beni en çok mutlu eden şey buydu da ondan! Evi gördüm, adamla tanıştım. Ev güzeldi. Her şey güzeldi, eşyalar, düzen. Evin enerjisi hoşuma gitmişti, tamam tutuyorum dedim senin için de bi sakıncası yoksa. Ve evde geçirdiğim 2 hafta. 

1. Hafta; 
Ortama yabancılık, rahat rahat uzanamıyorum bile. Kişiliğimden dolayı, genelde max 10 gün sürer alışma sürecim. Neresi olursa olsun fark etmez. Bir de kişiyle geçirilen zaman da önemli tabii. Eve gelen giden, tanımadığım yüzler hep. Bir de adam öğrenci değil, ev arkadaşım yani. Ona kısa Evark diyelim, ev.ark. bir memur. Çalışan bi adam. Bu da tuhaf bi durumdu. Daha önce öyle bi şey başıma gelmemişti. Yani hep benim gibi öğrencilerle birlikte yaşadım. Fark yok. Yani şimdilik. 

-Tabii ben bu arada en yakın arkadaşımla hasret gideriyordum, evde çok da durmuyordum- 

2. Hafta
Tuhaflıklar haftası, artık birbirimizi tanıyor gibiydik. Yani yüzeysel olarak. Daha önceki ev arkadaşı geldi ziyaretine, o adamla hemşeri çıktık, iyi mi? İyi adamdır diyorlardı hep. Ev arkadaşım iyi adamdı, peki ben ona göre ne kadar 'iyi adam'dım. Önceki ev arkadaşının GBT sine baktırmış, benimkine baktırmamış, öyle söyledi. Mülayim tipmişim ben, gerçekten de öyleyim aslında. Yani karıncaya bile zarar vermeyecek adamım, ama üvey amcamın kafasında rakı bardağı patlatabiliyorum. Manyağım yani, ama içimde hep. Bu arada hakediyordu. 
Benim memlekete dönüş için gelen ısrarlara katlanamamam ve babamın yurtdışına dönecek olması. Parasızlık...dönmeme neden oldu. 

1 haftadır memleketteyim. Yakında dönüyorum, evime, gerçek olana veya bana ait olana, bilmiyorum nasıl tanımlamam gerektiğini bile bilmiyorum.