Cumartesi, Şubat 27, 2016


...

Bye bye anksiyete.

...

Bye bye insancıklar.

...

Bye bye tökezlememe neden olanlar. (Yıkılmadım ayaktayım çalar)

...


Cuma, Şubat 19, 2016

Sağ kolumda yaram var, kabuk bağladıkça deşip kanattığım. Yaşadığımı hissetmem için bir kanıt gerekiyordu ve de o kanıt dirseğimin komşusu olarak ikamet etmekteydi, kolumda kızarık küçük bir leke. Kanıyordu da, şiddet uyguladığımda bu zavallı miniğe ama o da gönüllü görünüyordu, kanamaya. Siz de öylesiniz minik insanlar, zavallılar, yalancı olanlar sizlersiniz.
Her seferinde yalanlarınızla o kabuğun altından sıyrılıp kanatıyorsunuz.
Mutluluktan yana içimde herhangi bi yaşam belirtisi kalmadı. Duyguları yoklarken keşfettiğim ise, nefret esir almıştı. "Şair ne yaşamış da bu kadar öyle güzel yazmış, vay be!" derken ben Tanrı'm, şairin çektiği acılara özenmiyordum. Güzel yazmasına imreniyor olabilirdim ama onun kendi fişini çektiği gibi bir senaryo yazdıysan bana uygun gördüğün, lütfen onu kağıt öğütücüye fırlat, eğer kağıt kullanmıyorsan basitçe ".docx" dosyasının üzerine tıkla ve Shift+Delete işte bu kadar basit ama lütfen ayarlarımı kurcalama. Kurcalayacak pek bir şey kalmadı hayatımda. İnsanlara saçma sapan öğütler vermekten başka etrafıma faydam kalmadı gibi hissediyorum. Sabah olduğunda perdeleri açmaya bile korkuyorum artık.
Gün doğsun, beni korkutan gölgeler kaybolsun.

Pazar, Ocak 24, 2016

Uzun zaman sonra ilk defa güneşin doğuşuna şahit oluyordum. Uyuyamadım, kimse uyumadı, yalnız değildim. Keyifliydi fakat böyle olmasını istemiyordum. Bazen bazı şeyler farklı şekilde gelişirler. Kahvaltı edip uyudum, uyandım sonra ilacımı aldım, tekrar uyumaya çalıştım; fakat korkunç bir mide bulantısı.

Perşembe, Ocak 21, 2016

Tökezlemeden


Zincirlerini aldım elime hayatımın,
Daha fazla başıboş bırakamazdım.
Dümen bende artık, sancak alabanda!
Hedefe kilitlenmiş, emin adımlarla,
bu kez tökezlemeden, engelli koşu dört nala.


İnsanlığı seviyorum, ama insanları değil. İnsanlar yoruyorlar, insanlık ise teoride kaldı, tozlu raflarda.
İnsanları daha iyi tanıyorum artık. Hiç bu kadar yakından gözlemlememiştim. Hayatımın en güzel değil ama en verimli yıllarını üniversitede yaşadım ve yaşamaya devam ediyorum diyebilirim. Telafi ettiğim hatalar, telafi ettiğim bir hayatım var. Burayı ağlama duvarı olarak kullanmayalı uzun zaman olmuştu, ama artık ağlamak yok. Toparlıyorum.

Perşembe, Ocak 07, 2016

benkalpkendim

Şu an kulaklığımı takmış bi halde-müzik çalmıyor-, odada saatler önce başlayan siyasetin devamı niteliğindeki sohbete kulak misafiri oluyorum. Yurt çok tuhaf bir yer, üniversiteye başlayan kardeşlerime tavsiye edeceğim kesinlikle, çok tuhaf insanlar var, çok cahil insanlar da. İnsan var, 'İnsanlığa Giriş' dersi niteliğinde. Bence her tarafa kameralar kurulmalı, özel hayatı siktir edin ama buradaki hayata dışarıdakiler şahit olmalı.

Güzel şeyler anlatacaktım. Can Kazaz, Nilipek dinledim, bitince, sohbete kulak misafiri olup bu yazıyı yazdım.

Cumartesi, Ocak 02, 2016

Sİnapsları Alınmış



Duygularımdan kurtuldum.

Beni terk etmeye zorladım onları, artık onlar da mülteciydiler.

Beynimin hangi kıvrımının hangi derinliğinde batar botları, umrumda değil. Hissetmiyorum artık.

Kızamıyorum, bağıramıyorum, saçma sapan bir gülüş.

Mutsuz değilim, ama nötrüm.

Mutlu olmam için sebebim var, sebeplerim değil ama yine de hedeflerimden biriydi ulaşmak için çaba gösterdiğim. Mutsuz olmak için sebebim yok fakat yorgunum.

Dert değil daha kötülerini de görmüştüm, bunlar iyi zamanlarım.

İnsanlarla problemlerimi minimuma indirdim. Artık alınmıyorum da pek. Çenem dişlerim birbirine kenetli. Sırf bu bile yoruyor.

Bu sabah uyanamadım, alarmı da kurmuştum oysa. Akşamları da uyuyamıyorum. Uyku düzenim yoktu, gerçi yine de bu düzensizliğin içinde basit bir düzen vardı, o da geç uyumak. Her zamanki gibi olmuştu. Başka bir şey değil. Sabah ise sürpriz, her zamanki gibi olmuştu yine. Bunu zihnimi uyuşturan kimyasallara yoramam tabii, oda arkadaşlarım da aynı şekildeler, benden beterler hatta.

Günlerdir dışarı çıkmıyorum, markete bile gitmiyorum. Yürümüyorum da, hareketsizlik öldürecek beni sanırım. Daha kambur duruyorum, sırtım iyice yay gibi oldu. Spor yapacak enerjim yok, ellerimi kaldıracak enerjim bile yok. Yine de ayakta durabiliyorum.

Kaygılarımın üzerine koca itfaiye tankını boşaltmış gibi. Söndüler... 
Rüyalar/Kabuslar, gerçek gibiler, zaten geçmişten kesit gibiler. Gerçek kişilerin oynadığı tiyatro sahnesi gibi, bu da bazen korkutuyor. 

Neyse, bugünlük bu kadar yeter. 
Motivasyon mektubu tamamlayıp göndermem gerek artık. Olup olmamasından endişe bile duymuyorum, yollamama gerek bile yok belki ama ne olur olmaz deyip göndereceğim. 


Cuma, Ocak 01, 2016

Şellale (2001) -ANI

Bu yazı kısmen filmle ilgili detay vermektedir. Daha çok çocukluk anılarımla ilgilidir.

Yıl 2002, ilk bilgisayarımız, masaüstü, crt monitörlü bir bilgisayar. Tabii ki toplama kasa! İnanılmaz büyük bir heyecan. Monitör açılır, daha önce bilgisayar kursuna gitmiştim neyin ne olduğunu biliyor ama dokunmak için, ayrıca dikkatli bir özenle kurcalamak için çırpınıyordum resmen. ''Bilgisayarcı'' bilgisayarı kurdu, işletim sistemi Windows XP, renkli mavi çubuk, yeşil başlat, logolar her şey büyüleyici. Gel zaman git zaman, bu ''bilgisayarcı abi'' size film cdleri vereyim izleyin, elimde Şellale diye bir film var izlersiniz demiş babama ve cd'yi vermişti. Babam da bilgisayar kullanmayı bilmiyor, şunu sakla bir bakarız sonra demişti. Ben dayanamadım tabii, internette filmi arattım Nurgül Yeşilçay'dan bahsediliyor habire, filmi baştan sona izledim. Ve evet o malum sonda Yeşilçay'ın filmdeki kocası tarafından film boyunca kovalanmasından sonra bir güzel seviştiği sahneyi gördüm tabii. Sonra filmi izlediğim annemin kulağına gider ve cd paramparça. Annemdeki sansürcü zihniyete karşı (koruma içgüdüsüyle?) ben de antisansür bir birey olmuştum, hiçbir şey eskisi gibi olmadı bu filmden sonra, o sahnede olgunlaştım, o sahneden sonra neredeyse kadın-erkek ilişkilerinin aslında anne-baba ilişkisi olmadığını farketmiştim.
Anlam veremezken büyümüştüm ben, korkmuştum da, korkularım soru sormamı cevap aramama engel değildi ve sonrası ''Hello World!''.

Kendimi tanımama, aramama, bulmama, sormama, öğrenmeme dair ne varsa parmaklarımın ucundaydı artık. Kime sorabilirsiniz? Rehber öğretmen, anne, baba?
Neyse, konu kişisel gelişime uzayacak da uzayacak. Çocuklarınıza sansürü öğretmeyin, pornoyu da öğretmeyin; seksin ne olduğunu bilmesine, kendi bedenini tanımasına yardımcı olmaya engel olmayın, öğretin.

Chopin çalarken...

...

Biz konuşmuyoruz artık. Eskisi gibi konuşmuyoruz. İletişim kurma yeteneğimizi ya kaybettik ya da arkın yönünü değiştirdik ya da yeni arklarla bağladık, onlar yokuşaşağı arklardı debileri yüksek gürül gürül akan, onlarla birleştikten sonra ark, suyum kurudu, çoraklaştım, sen de akıntıya kapıldın. Yapacak bir şey yoktu, yol uzundu, uzaktı.

Alınganım evet, bu şekilde buraya yazmamın da hiçbir mantıklı açıklaması yoktu açıkçası. Sadece dışavurma isteği, yazmakla - anlatmak, açlık, özlem...

Özlemeyin kimseyi.

Biliyorum/I know/Ich weiß/انا بعرف


-Arka planda Coldplay çalar- 
Zihnimi uyuşturuyorum, en azından geçici bir süreliğine, hayalgücüm aynı, şakalarım da, artık vücudumdaki o his yok, -utanma?- karıncalanma da ama hala erotik düşünceler odak noktam haha, onlar da yavaş yavaş yok olacak biliyorum. Buna ihtiyacım vardı, sağlıklı düşünemiyordum, sağlıklı hissetmiyordum. Biliyorum, küçük bir hap yerine dışarı çıkmam gerektiğini, biliyorum spor yapmam gerektiğini, sağlıklı beslenmeliyim onu da biliyorum, evet biliyorum sosyalleşmem gerektiğini yeni insanlarla tanışmalıyım onu da biliyorum, biliyorum yeni müzikler yeni filmler keşfetmeliyim onu da yaptım biliyorum, biliyorum ailemle daha çok zaman geçirmem gerektiğini en azından onları arayıp seslerini duymam gerektiğini de biliyorum biliyorum, ukelalık değil sadece biliyorum, geçmiş yılların tecrübesi olarak biliyorum, birinci gözden yaşadığım için olayları biliyorum, beni neyin beklediğini bilmiyorum.

Falımda çıkan ''Sağlığına dikkat et, beslenmene dikkat et!'' uyarısı neydi? Gerçekten bilmiyorum. Bilmediğim şeyler de vardı elbet. Reenkarne olursam lütfen sağlıklı bi bedene hapset ruhumu tanrım, bunu hakketiğimi düşünüyorum.

Güzel şeyler yapıyorum son zamanlarda, yani buna inanıyorum en azından. Yazmaya yeniden başlamam güzel bi eylem benim için. Daha neşeli hissediyorum, umrumda değil-miş gibi ama aslında bastırılmış düşünceler gibi. Aslında yine bi karmaşa sürecine girmiş gibiyim. Soğuk daha soğuk, sıcak daha sıcak. Duygularım da öyleler, aşırılar? Bugün mesela yemek sırasında, bayağı kalabalıktı, dayanamadım ve yemeğini alabilen gence ''Tebrikler, Afiyet Olsun!!!'' dedim. Şaşırdı, güldü, ben de güldüm, ''Sağ ol.'' dedi. Aşırı mı tepkilerim? Aşırı mıyım? Sevgili Dünya fazla mıyım sana? Beni böyle sev seveceksen.

Bu arada güzel şeyler de olmuyor değildi. Mesela sevdiğim diziler başlamak üzere ki Sherlock yayınlandı mı? Shameless'a da az kaldı! Woohoo! Beklemedeyim. Sinemaya gidemiyorum, maddiyatı bahane ediyorum. İnternetim de film izlememe yetecek kadar hızlı değil. Bu ara böyle idare ediyorum. Bakalım ne olacak.

Edebi yazmaya zorlamadığım kendimi, sıradan bir yazı daha. Gündelik hayatımın monotonluğunda boğulmuş, insanlara bulanmış...

Çarşamba, Aralık 30, 2015

Acıdan - Mutluluktan Çığlık

Ne bipolarım, ne de ikizlerim. Hayat o kadar tuhaf ki, gün içinde çektiğim acılar yüzünden çığlıklar atarken, günün diğer yarısında mutluluk çığlıkları atıyordum.
Bugün o çok beklediğim ana o kadar çok yaklaştım ki; geri kalan ise, ah, hayat, sürtüğün tekisin ama seni seviyorum.

Bugünü nasıl kodlasam bilmiyorum ama şöyle desem;

Sayın Hakim, sevgili Tanrım,

(Duruşma deniz kenarında eskiden otel olan izbe bir binada gerçekleşmektedir.)
10. yıldönümünü kutlayacağım o karanlık ve müphem zamanın sonunda, evet biliyorum hiç de mütevazi olamayacağım, gerçekten sabrettim. Sonunda gerçek bir yeniyıl hediyesi alabilecek olmak da çok hoş gerçekten.

Saygılar sayın Hakim, sevgiler Tanrım.

''Tanzt, tanzt...sonst sind wir verloren.'' - Pina Bausch

Salı, Aralık 29, 2015

BVLV

...

bugün bordo bi' Volvo'ya sarıldım, insanlardan bunalmış makineye hasret...

Pazartesi, Aralık 28, 2015

Sızlanmalar


Yorgunum
Sağ gözümde tuhaf bi' sızı, dün gece radyasyonu fazla kaçırmış olacağım, miyopumun derecesinin de büyümesine şaşırmadım. Açıkçası, artık hiçbir şey şaşırtmıyor beni, ister ruhsuzluk de, ister donukluk, soğukluk, ölü...
Zihnim yoruldu, bedenimden önce hep o yoruluyor sonra parmak uçlarıma kadar ilerliyor bu yorgunluk. Tamamen sinirsel belki de, hücrelerime kadar yorgunum, sinapslarıma kadar yorgunum artık iletilmiyor hissizliğim bile, her bir çekirdeğim kendi özerkliğini ilan etmekte. Yorgunlar onlar da, yorgunluklarından bahsedemeyecek kadar hem de. Pes etmiş sayılmazlar, ölüm uykusuna yatmış fakat salyalı bir öpücükle uyandırılmayı bekliyorlar.

Pazar, Kasım 01, 2015

...

insanlığınızdan tiksiniyorum
gitmek istiyorum

hep aynı hep aynı şeylerden sıkıldım
aynı kişiye bakmaktan
aynı kişilerle sigara içmekten
aynı dedikoduları duymaktan

sahte gülüşlerin aynı kıvrımlarından
sahte mimiklerinizden

sizinle aynı gökyüzüne bakmaktan sıkıldım
aynı toprağı hissetmekten
aynı suyu içmekten
aynı muhabbeti duymaktan

sahtesiniz ölmektesiniz
ben ise sadece
gitmek istiyorum

Cumartesi, Ekim 17, 2015

Tökezlemeden, kaldığım yerden devam sevgili sirk severler. Eşek sahneye, toynaklarını adeta Sentor(mit.yarı at yarı insan) edasında yere vurarak çıkıyor.

Neredeyse bir, rakamla 1 yıl olacaktı yazmayı unutalı rakamları unutalı.
Dünyada var olan ve süregelen olaylar, kaoslar, hava olayları vs. hayatıma da bir bakış atarcasına parmağını, önce sinek kapanına dönmüş bal kavanozuna ondan sonra da kararıp zifte dönen yağ çanağına soktu.
Şimdi ise hayatım o kirli parmaklardan arınmışçasına temiz, bir nevi yeni bir başlangıç yaptım.

Özet geçecek olursam;
-Yaz sıcaktı. Durgundu. Arapçaydı. Aileydi.
-Sonbahar. Sıcak olmaya devam etti. Yeni bir başlangıçtı. Para var gibiydi, var olmaya devam eder gibiydi. İnsanlar, arkadaşça olmak yerine şöyleydiler;
Yaşadığım yerin suriyeli mültecilerle büyük bir sorunu vardı gibi, etnik kökeninden bahsetmeyeceğim bir insan-arkadaşım olamazdı- da denizde yüzerken karşılaştığı yüzen dışkıyı da bu insanlara mal ediyordu. Etnik ayrımcılığın, bir sonraki versiyonuna şahit olmuş bulunuyorsunuz sevgili insanlık. Adam anlatmaya devam ediyordu, kıyafetleriyle denize giriyorlarmış, yüzleri makyajlıymış. Sanırım bu insan bozmasının, kendini islam dinine mensup biri olarak tanıtıyor ayrıca, müslüman kadınların haşema adı verilen bir kıyafet giyip yüzebildiklerinden haberi yok. Ben boka dönmek istiyorum, bu mağarasından çıkmamış zat hala ben ırkçı değilim naraları atarken, ona dönüp ''Bokun üzerinde arapça yazıyor olsaydı dediğine katılacaktım fakat o kadar insanın arasında o boku bir Araba mal etmek neyin kafasıdır? DNA'sından mı buldun?'' gibi sorularla kafasını iyice ''bok''a çevirdim.
Sevgili bokkafalı, boktan sebeplerden ortamın içine edip sıvadığın için o bok suratına da geçirmiş olmayı dilerdim. Türk olmayı ırkçılık yapmak sanan bu zat, türk gibi görünmek için arap ırkçılığı yapıyor, ayrıca etnisitesini de neredeyse ''üstinsan'' gibi anlatacak boyutta fanatik.
Tanrı bizi yolunu kaybetmişlerden korusun, kim olduğunu bilmeyenlerden, kim olduğunu bulmaya çalışırken bataklığa batıp burnu pislikten çıkamayanlardan da korusun.

Cehaletin insanlığı götüreceği nokta çok korkunç, buna yakından tanık olmak ise akıl sağlığımı derinden etkiliyor.
Aptal insana alerjim var, nefesim kesiliyor kan beynime sıçrıyor doktor, öfke nöbeti geçirip ağzıma dizdiğim lafları ardı ardına fırlatıyorum doktor, isabet eden yerse beton kafalar, beton kafaları nasıl delebilirim doktor?
Nasıl bu kadar aptal ve kör olmayı başarabilirler? Neden böyle olmayı seçtiler? Neden bu kadarlar? Neden varlar?

...

Pazartesi, Aralık 22, 2014

...son zamanlarda fal bakıyordum. Üç fincan açtım, aynı kişiye, üçü de tesadüf eseri bir yerlerden yakaladı(yakalanan olaylarla ilgili hiçbir fikrim yoktu). Ya fal denen şey tuhaf, ya da ben mistik oldum.

Pazar, Aralık 14, 2014

Tanrı lambadaki cindi, dilek haklarının hepsini kötü çocuklar gibi kendine saklamıştı.

OM dinletiyor.

Bugün pazar, hava güneşli, insanlar muhakkak parklara atacaklardır kendilerini, ben ise eve gelirken 15'li yumurta ve bir paket tavuk kanadı aldım yemek için. Eve gelirken; günlerdir evde değildim çünkü. Kaçış değil bu, hiçbir zaman da olmadı. Sınavlarım bitti, kafamı topladım.
Finaller yakında.
Om diyordum.
Kafam evden daha dağınık ama daha temiz.
-Sandalye, kırmızı, metal bacaklar, üstünde ise limonata şişesi yarıya kadar dolu, ve tv kumandası. Sandalye koltuğa dönük. Koltuk, çekyat tipi, tipik bekar evi koltuğu, yatak olabiliyor. Üstünde ceketim, bilgisayar çantam, perşembeden kalan makarna tabağı. Hayat, bu makarna tabağının kuruması gibi bişey bence. Kaynatıyorsun, bir saat beklesen kuruyor. Beklemeye gelmez hayat. Bekletilmeye değmez. Lamba açık, dünden beri herhalde. Dün ne olmuştu da...
Bıraktığım ekmek bitmiş, biterdi. Odamın kapısı, açıktı. Ne aranıyordu? Ne bulunamamıştı?
Bu ara deli gibi kedi sevdim, ölümüne sevdim. Siyah tüyleri var, parlak tüyler, yumuşacık, kadife gibi. Sokuluyor kucağıma, sarılıyor gibi yapıp, alıyorum onu kanatlarımın altına, nefes alış verişi, kalp atışlarım senkronize olmasalar da, müzik gibi, birbirlerini yakalıyorlar bi yerlerden.
Bu ara yazasım var, hep Hakan Günday yüzünden. Röportajını okudum, yazasım var ama öyle amaçsız.
Kitap okuyamıyorum, gözlerim yüzünden. Miyop desen, fotofobi desen, var da var.

...hevesim kaçtı bu yazıya devam etmek istemiy-

Perşembe, Aralık 11, 2014

Ben böyleydim.

Bonjour!
Anonim olmaktan sıkıldım, Bonjour, je m'apelle Umut.

yazıyı bunu dinleyerek yazıyorum: http://youtu.be/RyuUNeCrAn4?list=RDx2I-gDExi1U , birazcık umrunuzdaysa tavsiye ederim, dinleyin.

Benim neyim eksikti, fransızca öğrenebilirim, inanıyorum.

Hayatımda bazı şeyler çok fazla oluyor, hatta aşırıya kaçıyor, minik bir film senaryosu ya da uzun metraj filmin küçük bir bölümünü oluştaracak kadar fantastik olaylar, anlatmaya kalksam, anlayamazsınız, insanların beyinlerinin köpürtüleri, öyle bir köpürdüler ki, gayzer gibi fışkırdı beyin, süblimleşti kafatasından ayrıldığı ve oksijenle buluştuğu anda. Yazıyorum. Kitap olur. Film olur ya da orospu olur elalemin ağzında hikayelerim ama yazıyorum. Torba değil büzesini geçtim, timsah derisi çanta ağızlı insanlar, evet siz! Gözetleyen, okuyan, her kimsen, alınıyorsan eğer, evet sensin. Timsah olur, yılan olur, olur da olur. Dediğim gibi, fantastik edebiyata adım atmak için bundan daha fantastik bi olay olamazdı, meraklanıyorsunuz ama anlatmıyorum. Belki ilerleyen zamanlarda, ben daha neyin ne olduğunu kavrayamamışken, nerden başlayabilirim ki anlatmaya? Ya da nerden başlayamam önce onun tahlilini yapmam gerek, aklım başında. Yani, şu anda aklım başında. İlerleyen zamanlarda neler olacak bilmiyorum. Dieu, garder mon esprit...Nasıl istersen öyle olsun Tanrı'm! Muhakkak öyle oluyordur, ama bence hayatımın eğlence eşiği çok yükseldi ve bir dahaki sefere benle eğlenmek istiyorsan da S&M tarzı bir eğlence durumu mevcut olacak. Ona da yürek dayanmaz, yapma.
Söyleyeceklerim bunlardı,
ya da dur biraz daha saçmalayayım da öyle kapatayım.
Fantastik olaylar, dediğim gibi olsunlardı, hayat çok monoton okul çok monoton aşk yok bok yok para yok...dıptıs dıptıs...şahinde çalan ultra bass hayal edilecek...edildiyse devam edeyim, madem hiçbir şey yok ortada, öyle şeyler var olsundu. Eğleniyorum, hayatıma yeni bir renk ne biliyim, grinin 666. tonundan 69. tonuna geri dönüşler yaşadım. Bunlar güzel geri dönüşlerdi, en azından daha açık bir griydi, eğlendim. Teşekkürler, yayında yapımda orada burada sevişen, yani demek istediğim nerede seviştiğinizin önemi yok, yayın-yapım falan bunlar paravere, palavere, kolaveri di, kolaveri...
Kafam böyle bi kafa.
Bu arada notlarıma bakmama totemi yapıyordum ve Tanrının sevgili kulu muydum? Yani sınavlar konusunda evet ama iş eğlenceye gelince Tanrı monolog yapıyor, tek taraflı bi eğlenceye dönüyor olay. Neyse ne, notlarım iyi. Kötü olurlar diye bekliyordum, sanırım bu sene kendimden beklentim yüksek değildi. Bu dönem demek daha doğru oluğğğğğğr.
Merhaba, ben Umut.
Yarın sunumum var. Fantastik bi sunum oldu, olacak. Güzel olacak. Bir de tıraş olsaydım, mismikemmel olacaktı. Olsun %40'ı tıraştan kaybetsem %60 güzellikte olacaktı, kendi değerlendirmem, notlarla alakası yok.
Ankara'ya selamlar.
Kar mı yağdı şakaklarınıza neler oluyor oğlum orada?! Üşümeyin, sevişin.
Bu senenin bana en çok koyan olayı, kızkardeşimi Mabel Matiz konserine götürememekti, neden Mabel Matiz bilmiyorum ama kız seviyor allalala! Aşkyoğkolmağkdiyoğprğerbiriğpğeyağğrbeğn...sanatçıyla dalga geçmiyorum yanlış anlaşılmasın ama sesi uzun vadede kulak zarı defor...şaka-
Yarın Birsen Tezer geliyor, severim. Canlısı da güzel diyorlar, her türlü güzel diyorlar, yani tutup da stüdyo da saf tertemiz bellluuuuur sesine Hande Yener efekti vermediklerine göre, stüdyo kalitesinde bi ses olabilir- salladığıma bakmayın hiç anlamam ama müziği güzel.
Ceylan Ertem'e ne olmuş? Gel kadın, gel de konserine gidek.
Ben de neden edebiyattan uzaklaşıp saçmalamaya başladığıma cevaplar ararken, youtubeun namussuzluk yapıp FAUVE'nin fantastik, bi bok anlamadığım fransızca şarkısının duraklatılmış olduğunu fark etttim. He, he...
Detönyü espirite strategiiee man par vole türki-oha türkiye dedi- ne sem de seux öyle bişey sanırım, bir telafuz kısmındayım dilin şu an, yani harfler birleşince böyle çılgın bi içiçe geçiş var, fransız sevişmelerinin dile etkisi, bu dil kesinlikle sevişilirken bulunmuş ya da ortaya çıkmış.

Kitap yazarsam okuyun, çok eğlenceli olur. -kitap basılmadan, ya da ortada bi taslak bile yokken tanıtım yapan kafaya sahibim-
Teşekkürler beyin, bi de namussuz arkaplan şarkısı, deniz, balık mangalda, yelkenli, müzik...yaz geldi aklıma da, yaz da ayrı bi olaydı. LAN! Ben mevsimleri yaşadığım olaylarla hatırlıyorum resmen, şey gibi, ahahah canım ya 2014 nasıldı? Valla götüme girmeyen kalmadı, öyle oldu bacım çok afedersin, şemsiye olur, almanca olur, yaz olur, deniz olur -bir iki kere yüzmeyi denedim-.

Onu bunu bırakın da dün kaza yaptım bisikletle;
Kaldırımdan sürüyordum, o saatte Mersin'de insanlar neden dışarı çıkar, zaman akşamın geceyle buluştuğu zaman. Vites 7'de. Pedal sert ama ben dizlerimden ve kalçamdan güç aldıkça pedal yumuşuyor hızlandıkça hızlanıyor, Mersin akşam serinliği yüzüme vurdukça vuruyordu. Aptalım çok. Fark ettim kadını, atmden parasını çekti, geri bir adım ve ikinci adımda...BAAAM! Yüzyüzeydik, ve ben pardon, pardon, pardon...özür dilerim...deyip uzaklaşırken karşıdan gelen çifte bakıyordum, kadın bana gülümsüyor, çarpıp kaçtığım kadın ise 'böyle hızlı gidersen' diye söyleniyordu, haklıydı ama ablacım sen biliyor musun? Bilmiyorsun işte. O hızla bir araca da çarpabilirdim, ben o duvarlara çarpa çarpa ohoooo. Şaka bi yana götüm fena acıdı, az kalsın kadıncağızla kafa kafaya çarpışıyorduk, sanırım beyin sarsıntısı geçirirdim ve bugünkü ve yarınki sınavlarımdan, hatta beynimin ilerleyen deformasyonlarında ise hayatın geri kalanından muaf olabilirdim. Muafiyet güzel şey, din kültürü muaf olsaydı mesela, gayrimüslimlere muaf olmasın, onlar dini öğrensin, biz zaten biliyooraospkda...dayanamadım!
Bu olaydan önce de, kırmızı ışığın yandığından yüzde yüz emindim ama şerit değiştiren bir aracın altında kalıyordum az kalsın, adamcağız -_- da eliyle işaret edip 'yol senin kardeşim az kalsın kaportama dövme gibi kazınıyordun' der gibi baktı.
Sokak kedileri, patenciler ve kaykaycılardan daha coollar!
Berbere gidecektim yarına kaldı, bugün bayağı bi iş bıraktım yarına, sunum yarın, berber yarın, kargo yarın, her şey yarın. Yarının dünyanın hatta bütün galaksilerin ve ırkların en kutsal günü ilan ediyorum, ben istediğim diye böyle. Olsun.
Allahım, merhaba ben Umut. Tanışıyorduk tabii.
Bugün eve gelirken de karşılaştık senle, daha doğrusu bu kez monolog sırası bendeydi. Güzel oldu, güzel olsundu. Facebook'ta Vajrayanna Budizmi topluluğuna üye oldum, anca bugün kabul ettiler. Sanırım grupça meditasyon yapıyorlardı ve dünyanın faniliğinden ve facebookun yapmacıklığından ve sanallığından uzak kalmak istiyorlardı.
Ne yazdım ama!
Meditasyona başlamadım, ihtiyacım olduğunu düşünüyor gibiydim, ama dediğim fantastik olaylara karşı olan duruşum bence beni bir adım öteye taşıdı, Tanrım? Sence? Buda, bence ben iyi bir öğrenciyim, daha az 'ben' demeliyim biliyorum. Bence ben normal değilim, aslında bunun farkına şöyle vardım, bloğa 'merhaba insanoğlu' yazmaya başladığım zamandan itibaren. Bence ben insan olmanın farklı bi boyutundan bakıyorum dünyaya, 'insan' kavramı benim için ne XX-XY ne de 46 kromozomdu. XXY de olurdu 47 kromozom da. Benim, insanı tanımlayabilmem için Xlere Ylere kromozomlara, DNAlara, mutasyonlara ihtiyacım YOK. Bugün sınıfta hararetli bir tartışma oldu, down sendromlu olduğunu öğrendiğiniz bebeğinizi aldırır mıydınız? Kafayı yemiş olmalısınız!

İnsanı sevin, ama bütün insanları değil, bazıları çok çılgınlar. Onları uzaktan sevin, ben neden mi yakından sevdim? Ahahaha, gülüyorum bunun cevabını vermeden önce, şöyle açıklayayım, insanlara karşı, hatta anormal insanlara karşı ayrı bi zaafım vardı, ben onlara uzaktan fıstık atmak yerine, üstü açık safari cipine atlayıp kuyruklarından yakalamaya çalıştım. Ama eğlendim, afrika kabilelerinden birinde erkekliğini kanıtlamaya çalışanlar, aslanın kuyruğunu çekmekle görevlendirilirler, bense insanın kuyruğunu, ya da çekilebilen başka bi yerini çekmiştim. Ne afrikanın adı bile duyulmamış kabilesindeydik, ne de ortada bi dişi aslan vardı...ben cidden çok yanlış yerdeyim. Kediyi severken, kediyle kedi oluyor, pati atasım geliyor. O patiyi atıyor, içime ağlıyorum. Kediler ağlamaz. Dün Atilla İlhan dinledik, güzel İlhan, Fransanın sokak ve cafe isimlerini sayarken bile şiirde, ya diyorum, yazmalıyım ama nasıl?

Ben burayı özlemişim, öyle böyle değil ama çok özlemişim. Şey gibi, gün batımındaki hüznü özlemek gibi mesela. Gündoğumuna hasret kalan mahpus gibi mesela. Öyle şeyler işte. Öyle güzel öyle.

Şiir yazamam ama okurum, okumalıyım, şiir seviyormuşum aslında, önceleri anlamıyordum, okuyup üzülüyordum anlamadığımdan. Büyüdüm sanırım, anlıyorum, bir yerden yakalıyor.

Ben böyleydim.