Salı, Eylül 04, 2012

Kayıt -Üniversiteli Oldum sanırım-

1. Aşama Pazar; 
Otobüste 2 kuzen, 1 anne ve ben 4 kişi Mersin'e gidiyoruz. Tabii otobüste bizden başkaları da var. Kuzenin muhabbet kuşu 4 saat boyunca susmadı.
Otobüs Terminaline yetiştikten sonra derin nefes alındı. Eve gittik, 4 saate rağmen yolculuk işkenceydi. Zaten gece boyunca uyumamıştım, otobüste de uyuyamadım, evde de uyuyamadım.
Mersin Forum'a gittik, Avm'lerden nefret ediyorum, Forum denen BigBro Avm'lerden daha çok nefret ediyorum, alışveriş yapmak için bu kadar alanın işgal edildiğine inanmıyorum, her kesime hitap eden ürünler olmasını beklerken %50 indirime rağmen her gün iki öğün kısmama neden olacak hatta hiçbir şey yemesem bile toplayamacağım şeyler vardı. D&R'a girdim, dandik kitaplar kısmından sıyrıldım fantastik edebiyar derken Frankenstein'ı buldum, manyak gibi sevindim, etiketi görünce derin nefes aldım ve attım sepete anasını satiyim.
Bu avm maceralarından önce ev bakmıştık, 800 liraya mis gibi döşenmiş 1+1 ev vardı, tabağından havlusuna bir insanın ihtiyacı olan her şey, max konforla döşenmişti ev. Tabii ki tutmadık evi ama insanın parası olacak, deniz manzaralı salonu ve balkonuyla mis gibiydi allah belasını.
Pazar günü öyleydi.
2. Aşama Kayıt günü - Pazartesi Eylül 3
Okula ilk gidenlerden olacam diye yırtınırken sınıfta gördüğüm öğrenci sayısı 20'yi geçiyordu, annem de durmadan arıyor tabii. Mesaj çektim, geç kalacam diye. Neyse, kimlik fotokopisini okulda çekerim yea diyip gidince bir de orda zaman kaybettim, dolmuşta anlamsız şekilde göz göze geldiğim genç kızla fotokopiye giderken aramızdaki ilginç sohbet görmeye değerdi. Fotokopiye mi gidiyorsun? Dolmuşta karşılaşmıştık dimi? Nerelisin? Ev tuttun mu? - Felsefe okuduğunu öğrendiğim genç kız beni fotokopi makinesi ile başbaşa bıraktıktan sonra beklemeye koyuldum ama gelmedi, kayıt için geri dönmem gerekiyordu kızı her şekilde bulurum ben, aynı fakültedeyiz sonuçta.
Önceki gün annemi arayan yurt görevlisi genç adam annemi tedirgin etse de sorun olmadığını bir şekilde anlattım. Kayıt günü de peşime takılan biri ise "nerelisin? seni arayan oldu mu yurt için? adı neydi?" gibi sorular sorunca da kafamdan "nasıl bir şe bu laaaaAAN?!" diye de geçirmedim değil. Bölümümü sordu, tüh şansa bak kardeşi de benimle aynı bölümdeymiş, anasının gözü! Yurt için ısrarcıydı adam, peşimi bırakmaya da niyeti yok gibi görünüyordu nazikçe "ben kayıt işlemlerimi halledeyim, yurt konusuna ailem sıcak bakmıyor" dedim ama bu onu durdurmadı, kapıdan içeri sadece öğrencilerin alındığını öğrenince adam önce ısrar etti güvenlik görevlisine sonra da "ben seni burda beklicem" diyince, ööeeh kurtuluş yok mu senden adamım, ha?! dedim yine içimden.
Kayıt işlemleri tamam, sınıftan dışarı çıktım, merdivenlerden koşa koşa inerken facebookta tanıştığım arkadaşı gördüm, aynı bölümdeyiz. Şaşırdık ikimiz de, selamlaştık, hayırlı olsunlar, bol şanslar diledik ve ayrıldık orda.
Ben okuldan çıkar çıkmaz o adamla tekrar karşılaşmamak için dua ettim resmen ama peşimi bırakmıştı. Biliyorum biliyorum, okul açılınca fakültenin önünde onun gibi onlarcasını görecem, umrum değil.
Annemle kuzenimi arıyordu gözlerim ama ortadan kaybolmuşlar, arayınca da bana ev bakmak için dolaştıklarını öğrendim. Deliler yea! Gittikleri ev-apart?- da arkadaşımın tavsiye ettiği ve memleketten insanların ailece yönettiği hoş ve sıcak bi yer. Şansa bak ki orayı tuttuk, balkonum var, denizi göremiyorum, ders çalışmak için ideal olduğunu düşünüyorum ki evet öyle, okulun da dibinde. 2 kişi kalma konusunu aşabilirim, aynı odada kalamam normalde yabancılarla ama alıştım ; 1.si - Hastahane, 2006 yılının sonlarında hastaneyi ayağa kaldıran Umut kişisi, tek başına kalmaya ikna eder Profesörleri. Bir süre sonra mecbur kaldığında ise elinden bir şey gelmez ve alışır böylece. Yine 2006'nın garip günlerinden sonra kardeşimle aynı odayı paylaşmaya başladım. Hea, aynı odada kardeşle kalmak var bir de bir yabancıyla, eegh alışırım.
Neyse, maddi olaylarla çalkantılar yaşayan garip ailemin, bu kayıt olayıyla biraz yüzü güldü sanırım, en azından umarım.
Pazartesi günü en dolu yaşadığımız gün, ailemizin uzak fertlerinden biri görüşmek isteyince bizimle, reddedemedik tabii. Yine Forum'a gittik, dondurma falan derken. ToyzShop'a girmeden ölürüm de dönmem burdan, diyince. Biliyorum +7 olamadım henüz. Daldım içeri, maketlerin olduğu yeri kurcalarken bir adet shelby cobra aldım, 14 liraya, daha büyükleri vardı, gözlerim Charger R/T aradı ama yoktu. Dodge ile alakalı bir tek Viper Srt vardı, büyük ve pahalıydı, etiketi görünce gözlerimden süzül... şaka tabii ama 85 lira allah belasını!
Derken bugünü sonlandırmak istemeyen ben, bileti ertelettik ve Mersin Marina'ya gittik, öğle yemeğinde tantuni yiyip yeminimi bozunca, yine acıktım ve bol yağlı iskendere acımadan daldırdım çatalı. Kuzen sayesinde tanıştığım futbolcu, aldığım forma, mükemmel zaman geçirdim. Hayatım en güzel 2 günüydü.
3. Aşama Dönüş- Anlatacak bir şey yok, Mersin'e giderken telefona attığım 6 legend of korra bölümünden ilk 3ünü izledim, diğerlerini iyi ki dönüşe saklamışım, çalışsa da adam gibi oynatamayan kişisel ekran bok gibiydi. Telefonu şarj etme şansım hala vardı en azından. Memlekete yetişince sıkıntıdan ölmeye başlayınca milyon tane fotoğraf çektim. 100'e yakın.
Güzel bir başlangıç yaptım, güzel bir devam için yeşil ışık olur umarım. 

Cumartesi, Eylül 01, 2012

Boş Beleş Kayıt Maratonu

Ben kaydolmaya gidiyorum yeağğ! Yazısı-
Pazartesi kayıt günüm ve sadece 3 saatim var, 3 Eylül saat 9-12 arası. Vay anasını, 5 dk'lık bir işlem, bölümdeki öğrenci sayısıyla doğru orantılı olarak artabilir de aslında.
Yarın yolculuk, 3 saatten sonra bol deniz manzaralı mis gibi olacağını tahmin ettiğim, iyi bir şey olacak gibi.
Maddi sıkıntılar diz boyunu aşınca kasıktan yukarı doğru hareketlenen enflasyon canavarı, Eşek'in boynuna dolanmış durumda. Önüme çıkan her yere yapışıp, burs talebinde bulunmayı düşünüyorum.
Laptop almayı düşünüp alamayan, tabletle idare edebilirim diyip fiyatları görünce dumur olan AYE gözlerine inanamaz ve inanmaz sadece, bakakalır. Acilen arap şeyhlerinin yoğun ikamette bulundukları yörelere telefon açar, internetten yaptığı araştırmalara göre ordaki piyasa tablet ve notebook alabilmek için yeterince uygun, mükemmel derecede uygun hem de. 900 liraya 2.nesil i5 işlemcili nvidia gt525'li laptop alabilirken, aynı fiyata bir ipad 2 16gb-3g-wifi de alınabilir hatta hafızadaki değişimden inanılmaz derecede uygun fiyatlarla güzel bir alışveriş yapılabilir. Asus tabletlerde ise şok geçireceğim kadar ucuz olan piyasa, okul nedeniyle hareketlenecek ve dönüp dolaşıp bana girecek gibi görünüyor. 
Arkadaşımın aldığı bombastik toshiba laptop sadece 1000 lira ve istediğim özellikleri yeterince karşılıyor. Dell de arap ülkelerinde alabileceğiniz en fiyat/performans canavarı laptop, durum öyle olunca kafa karışıklığı ve piyasadaki windows8 hareketliliği ile birleşen ultrabook ve windows tablet sektörü yeterli derecede rahatlatacak gibi, maddi konuda. 
-Ultrabook alacak paran yok
-Tablet alabilirsin veya 3kg'lık laptoplardan birini
Mersin'de n'apılır? 
İnan bilmiyorum ama kesinlikle kız kalesiyle bir fotoğraf çekilirim, elimi omzuna atarım günbatımı ve deniz manzarası eşliğinde. 
Tantuni yememe konusunda ısrarcıyım. 
Zaten 2 günlük Mersin gezisi kayıt işlemi, ev bakma, yurt bakma... gibi olayların neresine Kız Kalesi'n eklerim bilemiyorum.
Dershaneye gittim, güzel bir kızla tanıştım, şans odur ki kız da Mersin'de, ev arkadaşı da Almanca Tercümanlık okuyormuş. Vuhhu! Telefon numarasını aldım, bu şekilde bölüme güzel bir bakış atan insanları yakından tanımış olurum. Faydalı...
Arşivimin %20'sini tamamlamış olabilirim, bir sürü film indirmeye başladım bile. Toplasan 15 gb'ı rahat geçer, bu yüzden internet hızım tekrar ve tekrar düşecek. 
Telefona atılacak olan Avatar:Legend of Korra mkv'leri yeterli eğlenceyi sağlayabilir, otobüs eğer usb'li ise tadından yenmez, mis gibi olur hani.
Yokum hani, var olsam da kendimin bile umrunda olmayacağı için, sorun yok.
Auf wiedersehen hani, çav bella, aloha, bissürü garip şey.
Almanca küfü öğrendim ; Arschloch, bakmadan yazabiliyorum -o zaman bana kocaman bir aferin-

Cuma, Ağustos 31, 2012

Der Baader Meinhof Komplex -Anarşi Üzerine Ultra Mükemmel ve Bombastik Film-

1967'den 1977'ye Alman tarihini gerek muhteşem kurgusu ve oyunculuğuyla olsun gerekse tv'de gösterdiği tarihi olaylarla zenginleştirip anlatan mükemmel bi filmdi.
Hakkında çok şey yazardım ama gerek yok.

İçimdeki anarşist gözlerini ayırmadı ekrandan.
Ve Güzel ve yalnız ülkem şasldkaşsld sana söyleyeceklerim ;
Almanya'nın 1967'deki halisin, bu gidişle de bir 40 yıl daha geri gidersin, böylece bizim de sakal bırakıp kaleşnikoflarla insan avına çıktığımız zamanlara ışınlanmış oluruz. Bunlar kötü şeyler, olmaması içinse elden bir şey gelmeli Amerika denen ilginç ülkenin ve destekçilerinin kurduğu tuzakları görmeyen veya görmezden gelen bazı büyüklerimiz-anne,baba,dayı,hala...vb-'i uyarmakla başlayabiliriz bence, dikkat edin de sizi ısırmayan yılan 1000 yaşarken dötünüzü yakalamasın.

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Yukarıdaki yazı biraz gergin olabilir, şöyle ki;
Kazanmış olmam hiçbir şey ifade etmiyor şimdilik, sadece biraz daha fakir hissediyorum, bu da deli ediyor, sıkıntılar üst üste gelip geçerken- stop bunu anlatmama gerek yok
Pazar günü yolculuk var Mersin'e, tantuni yemeği düşünmüyorum
Forum dedikleri AVM dedikleri, benim için sadece klimalı alandır, bu şekilde işime yarayabilir
Şimdiden Voltran kurdum gibi gözüküyor, 3 kişiyiz. Böyle yazınca garip oldu ama kafa dengi 2 kişi buldum! Nasıl buldun? Nerde buldun? gibi soruların cevabı; feysbüük fesbüük görür görm...
Bugünden bahsedecek olursam; -Tarihi olaylar olduğu için anlatıyorum
-Bankaya gittim ilk olarak, Facebooktan tanıştığım arkadaş da aradı sabah "Banka öğrenci kimlik ücretini görmedi" diye, allah allah nasıl olur demeden kendimi bankada buldum zaten. İçerisi Araf'ta kalmışlarla doluydu, neyseki metroda istiflenmiş Çinli kıvamında sıkıştım ben de kuyruğun en arka kısmına, hafif gerginlikler olmadı değil, ben yapmadım! Banka hesabım var artık, bir de banka kartım olacak sanırım-istemedim-, ikamet, sicil kaydı, derken bütün kağıdımsıları topladım. Dershaneye gitmiştim bundan önce, birkaç kağıt da orda yazdırdım, allah beni kahretmesin ki çok tutumluyum, internet kafede sürünüp paramla rezil olacağıma dershaneyi sömürdüm. İyi de oldu, ehe! Böylece bütün bir günüm rezil oldu, manyak bi gündü anlayacağın.
Film konusuna gelecek olursam ; Alaman Tarihi çok hoşuma gidiyor, ne biliyim bilinçli insanların bilinçsiz hareketleri sonucu -bilinçsiz hareketten kasıt da istemsiz gerçekleşen eylemler...- çok hakim değilim. Hoşuma gidiyor tarihi filmlerle görüp yaşamak, yoksa %100 selülozdur ve 1. kalite hamur ibaresi bulunan aletlerin canları cehenneme, sevemedim kitaptan tarih ezberlemeyi.
Film de izleyemiyorum, keyifsizim sanırım ya da değilim, keyifliyim yeterince ama para yok, burs da çıkar mı çıkmaz mı allaha kalmış-devlete kalmış- sağlık sigortam yok, tapumuz yok, anlayacağın bir üstümde giydiklerim var. Burs'a ihtiyacım var ama nerelere başvuracağım hakkında en ufak fikrim yok, yardımcı olabilene de teşekkürü borç bilirim hani, yapacak bişey yok, eğitim 1. öğretime parasız oldu ben de 1. öğretimim ama gel gör ki eğitim sadece bunlarla sınırlı olmuyor, yol param da çok değil hani ama para sonuçta, ebemden çıkmıyor hani.
Çok dertliyim,
Çav bella! 

Perşembe, Ağustos 30, 2012

Geçmişten Gelen -Müzik-



Bir zamanlar Facebook'ta paylaştığım, arkadaşlarımla oturup yemek yediğim bir kafede dinlemişim.

Pazar, Ağustos 26, 2012

Children Who Chase Lost Voices from Deep Below -Dokunaklı ve bir o kadar mükemmel Film-

Miyazaki ustadan sonra izlediğim en fantastik, en lirik, en mükemmel, en macera ve mistik olaylar kokan animeydi.
Makoto-Sensei, mükemmel ötesi bir filmdi, 5 centimeters per second izleyemeyince bulabildiğim tek filmi izledim.
Konusundan biraz bahsedeyim;
Asuna adındaki genç kız, çok çalışkan ve inanılmaz zeki biri. Hayatın yükünü sırtlanmış babasının ölümünden sonra; evi çekip çeviriyor annesinin hastanedeki yoğun iş temposundan dolayı. Kendisine ayırdığı zamanlarda ise kendi yaptığı radyosuyla yüksek bir tepeye çıkıp müzik dinliyor. Yine o müzik dinlemek için gittiği zamanlardan birinde ise Shun adındaki çocukla tanışacaktır, Agartha'dan gelen bu genç, Asuna'yı inanılmaz bir yolculuğa çıkaracaktır.
Hikayenin temelinde iki insan var Asuna ve Morisaki, bu iki kişi kaybettikleri insanları hayata geri döndüreceklerine inandıkları Agartha'ya doğru yola çıkarlar. Agartha inanılmaz mistik ve bir o kadar da zorlu maceralarla dolu bir yer. Garip yaratıklar, tanrılar, kapıyı koruyan Quetzalcoatl'lar ve diğer mitolojik yaratıklar.
Miyazaki'den sonra Japon mitolojisini bu kadar güzel işleyen bir film izlememiştim, Mushi-shi hariç ki onun dizi olmasından dolayı ayrı tutuyorum.
Mükemmel manzaralar ve fantastik olaylar eşliğinde harika bir yolculuğa çıkmak isterseniz adres bu filmden başkası değil. Makoto Shinkai, Miyazaki-sensei'den sonra hayran kalacağım birini bekliyordum, iyi ki de izlemişim.
Filmi bulamazsanız buralardayım.
Kendime not: Kaybedeceklerini geri getirmeyi düşünmek yerine daha mutlu olmak için uğraş. 





Mesrine : L'ennemi Public No1 -Prison Break sevenler sever-

Mesrine: L'instinct de Mort'a benzerlik gösteren, ne bekliyordun devam filmi sonuçta fakat karakterler farklıydı, Mesrine sürekli yalnız kalıyordu. Aşkları, arkadaşları, dostları dahi terk ediyordu onu. Bu filmde de pek farklı bir şey görmeyeceksiniz, devamını merak ettiğim için izledim ama aksiyon dozu hakkında bir kaç tüyo verecek olursam, bombastik! Bu yeterli sanırım. İlk filme göre çok daha az sevişme, çok daha kaliteli çatışmalar yaşattı bu film. Beğendim, sonunu bildiğim halde ki ilk sahnelerde gösteriliyor zaten, saçma olduğunu düşünme öyle bir bağlanıyorsun ki filme, gerisini sen düşün.
Kendime not: Bir işe başlayacaksan eğer; sonunu ve niçin yaptığını sorgula, kendini sorgulamayıp egoyla beslenirsen sonun pek hayırlı olmayacağı kesin.
Filmde mesaj falan yoktu varsa da bana denk gelmedi, ben şahsen kafa dağıtmak ve biraz kan görmek için izledim.
Bankadan ve milyonerlerden çalan Mesrine'in çaldığı parayla lükse düşkün bir adam haline gelmesi içleracısıydı, Charyl adlı arkadaş bunu tokat gibi çarptı. Ben olsam ben de BMW 528i alırdım, şaka bir yana filmde gerçek olana güzel göndermeler yapılmış, adamın iyi-kötü adamı oynaması da cabası, denge mükemmel kurulmuş. Bir yandan taraf tutarken bir yandan tu kaka derken buluyorsunuz kendinizi.


Mesrine'in mahkemeyle dalga geçtiği sahne çok güzeldi.
Bir de yaşlı kalantoru kaçırdığı sahne.
Bu ikisi haricinde, hapishaneden kaçmalar, sevişmeler, alkol, romantizm, aksiyon, kan, silahlar...
Cecile mi Ludivine mi? -Ludivine gözlerine kurban, boncuk boncuk, kedi cınını nıhıhıh

Cumartesi, Ağustos 25, 2012

Mesrine : L'instinct de mort -Scarface'i andıran Gangster Filmi-

Ok biraz da Mesrine'den bahsedelim, kesinlikle tembelin tekiyim ve asıl adamımız olan Jaques Mesrine'in gerçek hikayesinden alınan bu film hakkında pek araştırma yapmadım, tek bildiğim Vincent Cassel'in iyi bir oyuncu olduğu.
Filme gelecek olursam, Fransız yapımı Scarface izliyormuş gibi hissettim. Doz aynı, şiddet de. Burda farklı olan Mesrine'in aşkları; adamın çocuğu bile oluyor ki gangster adamsın be Mesrine, bebelere yazık, kadınına yazık.
Mesrine kesinlikle kötü bir adam, şu konularda; kötü eş, kötü baba, hırsız, katil...
Mesrine kesinlikle iyi bir adam, şu konularda; pezevenklere ve ikiyüzlülere tahammülü yok, dürüst ve kesinlikle aşk adamı.
Adamsın be Mesrine, gözüme girdin o 3 maddeyle, bu arada bahsi geçen karakter gerçekte yaşamış olduğu için ben sadece filmi irdeliyorum ki burda kimsenin hayatını taciz etmiş gibi görünmek istemem.
Mesrine'in başına kötü şeyler geliyor hep, işini babası buluyor ama orda çalışmak istemiyor neyse arkadaşıyla birlikte hobbaaa kötü yollara Guido babanın emrinde çalışmaya.
İspanya'ya gittikten sonra Mesrine'in hayatı değişti. Evet Sophia adında bir kadın girdi hayatına 2 güzel çocuk verdi Mesrine'e ama hayatı tepetaklak oldu, iş konusunda da şansı yaver gitmeyince, napsın adam? Abi, bazen insanın kötü olmasını sağlayan tek şeyin başına gelen kötü olaylar olduğunu düşünüyorum ve bazı kötü insanlar malesef ki bu kötü olaylarla başa çıkabilecek kadar güçlü değiller ama siz adam öldürmeyi çok iyi bilirsiniz, hım hım.
Kötü adamları, kötü kadınları sevmişimdir ben, hep onların tarafındayım. Üstad Bukowski'nin de dediği gibi, onu tanımadan önce de kötü adamı seviyordum hala da severim.
Vincent ve Cecile -Jaques ve Jeanne- Kadın cool ve güzel ve alımlı ve zeki ve ağlamış

Film başta da dediğim gibi Fransız Scarface havasındaydı ama çok daha heyecanlısı, tamam tamam şaka yapıyorum sıkıcı değildi, hep bir olay vardı hani. Hollywood'u mu örnek aldın be yönetmen ya! Şöyle söyliyim, V.Cassel ve Cecile De France, döktürdünüz! Son sahne ağlatır.
Son olarak, Cecile de France'den başka o gözlük kimseye yakışmaz:
Bu yazımı okuyacak olan genç hukukçu Bötü'ye sesleniyorum, bu gözlükten al, almazsan da dene hani.





 Bir Cecile'e aşık oldum bir de arabalara ;


 Gidemedim; filmin bir de part2'si var L'ennemi public no1 diye o da yakındır, izlenir.

Çarşamba, Ağustos 22, 2012

Die Welle -Dalga- (Anarşi ve Diktatörlük üzerine başarılı bir Film)

Filme başlamadan önce Almanca bilenlerden rica ; Die Welle derken, die başa geliyor ok, artikel la bu diceksiniz peki neden Das Leben deyince das oluyor? Dalga ve yaşam sanırım birinin isim kökenli diğerinin de fiil kökenli olmasından kaynaklıyor* fikrim bu yönde hadi bakalım ayrıntılı açıklaması varsa yorum kısmını Adsız'a çeviriyorum, böylece paylaşım daha kolay olur.

Okula gelen Rainer adındaki hoca Anarşi dersini işlemek ister aslında bu bir projedir fakat okul yönetimi onu Otokrasi dersini işlemesi için görevlendirir. Rainer, özünde iyi bir öğretmendir, ayrıca su topu antrenörüdür. Öğrencilerin dikkatini çeken ve diktatörlüğü sorgulayan hoca, gittikçe egosunun kurbanı olmaya başlar. Sınıfa girdiğinde öğrenciler ayağa kalkar(Almanya'da öyle bir şey yok diye biliyorum), hocaya ismiyle değil de Herr(mr) Wenger diye seslenirler, öğrencilere tek vücut olmayı öğretmiştir Rainer,  üniforma görevi gören kıyafetler-beyaz gömlek kot pantolon- giyerler, logolar ve stickerlar hazırlarlar. Git gide çeteleşen öğrenciler diktatörlüğü sorgularken birden sistemin içine çekilmişlerdir, Rainer tarafından.
Muhteşem kurgusu ve iyi oyunculuğun bir arada olduğu; birkaç kelime almanca öğrenmeme katkı sağlayan bir filmdi. Filmi 1 yıldır izlemek için bekliyordum ki zaman iyi denk geldi. 1 yılı da beklememin sebebi sürekli bozulan bilgisayarım ve silinen arşivim.
Meşhur poster:!':^!'^+:%&/(

Yönetmene not: Bir konu ancak bu kadar farklı yollardan ele alınabilirdi, film yeterince başarılıydı, abartı yok. Her şey yeterince gerçekçi, based on true story etiketinin saçma olduğunu düşünüyorum, son sahne haricinde :)

Almanya'da sınıfın içinde hissediyorsunuz, olayların akışına bırakınca kendinizi, dehşete kapılıyorsunuz. İnsanlar nasıl bu hale gelebilir diye düşünmenize neden oluyor ki filmde bunun cevabı var.

Kendime not: Üniversiteye gideceğini biliyorum tabii bu bir ayı sağ salim atlatırsan, olaylar olaylar. Not'a gelecek olursam, üniversitenin sinema kulübü haricinde hiçbir gruba katılma, sinema kulübü ise kendine katabileceğin ve bildiğin birkaç küçük şeyi paylaşabileceğin bir ortam olduğu için tabii, orda da canavara dönüşeceksen eğer kendini akıl hastanesine kapat derim bro!

Sıkıldınız mı gençlik? Oysa ne güzel kaptırmış gidiyordum film film diye, araya giren yerleştirme sonuçları olmasa her şey daha güzel gidecekti, günde iki film yapıyordum ehe, arapça kursu işi yattı. Genç ve yeni evli bayan hocam eşinden izin koparamadı, scheiße!!! Bu yüzden biraz da moral bozukluğu falan, takmıyorum kafama bro bulurum kendime bir hoca, hı hı kolaydı. Görüşürüz gençlik.
Etnik filmler kuşağı yarıda kaldı, elimde film kalmadı, yenileri geliyor. İran'da A Seperation gelecek yakında da biliyorsunuzdur, 7 Avlu da izlemek istediklerim arasında, bakalım.
Ya da Anime yaparım, bu ara bir sürü anime attım bilgisayara, dizi olarak değil bildiğimiz film.
Sıkıldım uleen! Eea, yok bir şey.

Salı, Ağustos 21, 2012

Et Maintenant On Va Où, Where do we go now?, وهلّأ لوين؟ (u hellak le ven?) -Dokunaklı Savaş Karşıtı Film-

Etnik filmler izler misin? Etnik müzik dinler misin? Peki, hiç senin dışında yaşayan dünya hakkında bir şey merak ettin mi? Ne için savaştıklarını, nasıl aptallıklar yaptıklarını sorguladın mı?

Bu film Lübnan'daki dini olaylara, hatta dinlerarası şiddete göndermeler yapan, eğlenceli olduğu kadar dokunaklı bir film.
Bir grup kadının, köylerinde yaşayan müslümanlar ve hristiyanlar arasındaki çatışmaları engelleme mücadelesini anlatıyor bu film. Amal(Nadine Labaki) filmi hem yönetti hem oynadı ayıca filmin senaryosuna da katkıda bulunan bu mükemmel kadını ayakta alkışlıyorum, mükemmeldi film.
Film, birarada yaşayan insanların, kendilerinin hiç bir sorunu olmadığı halde radyodan ve televizyondan duydukları haberlerle küçük bir olayı büyütüp sorunlar yaratmalarını ve bu sorunların içinden sıyrılmalarını sağlayan kadınları anlatıyor. Bunu zaten söylemiştim ama asıl olaya gelecek olursam; bir annenin gözyaşlarına, insanlığın bittiği noktada küçük bir çocuğa bile şiddet uygulayabilecek kafalara, komik olaylara, vizonteleye benzediğini düşündüğüm sahnelere ve daha bir sürü şeye şahit olacaksınız.
Filmdeki müzikler arapça ve bu benim başımı döndürmeye yetti de arttı, iyi anlamda. Gözlerimi kapatıp şarkıyı çevirmeye çalıştım ki başarılı oldum! Hell Yeah beybii! Tamam sakinim. Duygusal parçalar da vardı eklesem iyi olacak.
Amal adlı hristiyan kızın, Rabih adlı müslüman gençle yakınlaşması sırasında çalan şarkı harikaydı. -dinlerini bilerek yazdım, film de zaten bu tip ayrımlara göndermeler yapıyor-
Neresini anlatsam ki filmin?
Köyde televizyon vardır ama çalışmıyordur, onu tamir eden genç mucidimiz -ki yılmaz erdoğan'ın vizontelede oynadığı karaktere çok benziyor- tv'yi çalıştırdıktan sonra, köy halkını tv'nin önünde toplar. Haberler denk gelince de köyün erkekleri haberleri izlemek ister, o sırada kadınlar gürültü patırtı ortamı yaratır ki erkekler iki din arasında yaşanan savaştan etkilenip tutuşmasınlar, o sırada yaşananları görmeni isterdim.
Radyoda haberleri dinlerlerken yine iç savaştan ve olaylardan bahsedilince de bir çözüm bulup radyoyu ortadan kaldırıyor kadınlar.
Kiliseye girip hoparlörü çalmaya çalışan genç adam merdivenden düşüp ahşap haç'ı kırınca, bunu bir müslümanın yaptığını düşünen hristiyanlar da -sadece erkekler- olayı büyütüp sorgulamadan kavga çıkarırlar.
Camiye giren keçiler camiyi mahvetmişlerdir, keçileri içeri salan kişinin bir hristiyan olduğunu düşünen köy sakini de olay çıkarır.
Sonunda köy muhtarının karısı Yvonne kiliseye girer ve Meryem Ana ile konuştuğunu iddia eder, bu "tatlı yalan" sohbet de görülmeye değerdi.
Köye gelen ve Rus olduklarını düşündüğüm kadınları da kendi taraflarına çeken zeki köylü kadınlar, güzel planlarına bu güzel kadınları alet etmek için kullanırlar iyi anlamda!!!
Nassim ve Roukoz, size bahsettiğim mucit gençler çapraz ateşe girerler ve Nassim vurulur, Nassim'in abisi Nassim'i vuran kişinin bir müslüman olduğunu düşünmesin diye annesi evin arkasında kuyuya saklar ölen oğlunu. Allah kahretsin ki ağlatır o sahne hele o şarkı, hepsini bulcam! Sonunda Nassim'in hastalandığını söyleyen kadın, bunu diğer kadınlardan saklayamaz elbette. Abisi ise gerçeği öğrendiğinde annesi tarafından vurulur, kötü bir şey yapmasın diye. Öyle bir film düşünün işte.
Takla, Nasim'in annesi kiliseye gider ve Meryem Ana'ya haykırır "oğlum sana emanetti sen neden onu bana sormadan alıyorsun buna hakkın var mı?!" diye, bu sahne hakkında diyecek bir şeyim yok, hiç duygusal değilim ama bir annenin feryadına dayanamam.
Sonunda kadınlar bir çare bulur; kek, börek, poaça yaparlar ve içlerine çeşitli sakinleştiriciler koyarlar, erkekler kendilerinden geçerler Rus kızları da güzelce dans ederler, o gece kimseye bir şey olmaz :)
Kadınların son hamlesi ise silahlar konusunda; erkeklerin sakladığı silahları bulup yok ettiler ki görülmeye değer :)
Son olarak, papaz ve imam köyü terk eder, bizim elimizden bir şey gelmedi şimdiye kadar fakat burda duran kadınlardan daha iyi bu köyü idare edebilecek kimseyi görmüyoruz diyip çekip giderler.

Evet sevgili dostlar dediğim gibi savaş karşıtı ve bol dokunaklı, mükemmel espri anlayışı olan bu film sizi bambaşka yerlere götürecek. İndirmek, izlemek isteyen mail atsın, twitten ulaşsın bir şekilde hallederiz.
Not: Dil fransızca, altyazı ingilizce.
Soundtracks - Şarkılar bunlar

Yammi - Et Maintenant On Va Ou  Bu ise yüreğinden bir tutam koparan

Diğer şarkılara haksızlık olduğunu düşünmeyin diye size youtube linki ; http://www.youtube.com/user/Camelia76800 adlı üyenin videolarında aynı başlıkla filmin çeşitli şarkılarını bulabilirsiniz, filmi arayıp bulamazsanız da iletişim kutusu yukarıda :) Eşek'in üstünde.

Kynodontas -Dehşete Düşüren İlginç Senaryolu Film-

Kynodontas, türkçe karşılığı köpek dişi.
Filmin konusu;
Karısı ve çocuklarını dışarıdan bağımsız hale getiren evi resmen izole eden, aile fertlerinin bağlantısını koparan bir adam. Kendi hapishanesini kurmuştur, ona göre ailesi için en güvenli ve sağlıklı yöntem budur. Eve getirdiği güvenlik görevlisi kadın Christina'yı oğluyla yatması için tutmaktadır, Christina eve göz bandıyla gelir ki evin yerini bilmesin, eve daha çok insan gelmesin. Evin etrafı dev çitlerle ve uzun boylu çalılıklarla kaplı. Bu evden kurtuluşun tek yolu ise köpekdişinizi kaybetmeniz.
Filmden not: Çıplaklık aşırı, kedi mide bulandırıcı, ensest ise tahammül noktasını aşan seviyedeydi. Çok çıplaklığa filmde tahammülüm olmaz diyenler izlemesin. Rahatsız eden sahnelerden biri de, bir toka karşılığında Christina'nın evin küçük kızından oral seks yapmasını istemeseydi ki bu da kızın sürekli dilini kullanarak karşılığında bir şey alacağını düşünmesine neden oldu.


Film başlarken bize deniz'den, yolculuk'tan bahseder ama bunları cümle içinde yanlış kullanılır. Çocuklarının tv, gazete, dergi izlemesine engel olan bir baba, kendi sözlüğünü de yaratmıştır. Deniz-koltuktur, yolculuksa sert zemin. Bu iki kelimeye bakacak olursak : denizi anlatmaya çalışırsanız hiç deniz görmemiş birine, ufukta biten masmavi birşeyden bahsedersiniz ki bittiğini söylemezsiniz çünkü uçsuz bucaksız bir görüntü vardır karşınızda bu da insanda bir nevi özgürlük hissi uyandırır ki gayet doğal. Yolculuk ise; nereye gittiğinizin bir önemi yoksa yine sonsuzdur, yol sizin gidebildiğiniz kadardır. Bu tip anlamlar yüklenmiş olan film gayet başarılıydı, genç kızın köpekdişinden kurtulması ve cinselliğin göze batması ise tahammül edebilmenizle ilgili.
Sıradışı konusu ve tahammülü zorlayan sahneleri ile bu film benden geçer not aldı -sanarsın ki eleştirmen. Vuhhuu bebek!
Şöyle ki, filmde annelerinin köpek doğuracağına, çeşitli oyunlarla yarıştırılıp sticker kazanan çocuklara rastlayacaksınız şaşırmayın. Filmde bir kez güldüklerini görmedim, gördüysem de görmezden geldim. Siz de evin içine hapsolmuş hissediyorsunuz ki yaptıkları saçmalıklara gülmek yerine dehşete kapılıyorsunuz, kapılmayın sakin olun ve isterseniz bahsettiğim sahneleri atlayın.
Anlattıkça anlatasım geliyor, sırf bu anlattıklarım yüzünden bile filmin büyüsü bozulmuş olabilir, kızmayın vurmayın küfretmeyin de hani.
Bayramınız kutlu olsun canlar.