Bu aralar bir şeyler bir şeyleri delice başka bir şeylere bağlıyor. Fakat, bendeki beceresizlikten midir yoksa karşı taraftan gelen güneykutbu rüzgarı* yüzünden mi, bilmiyorum bu ara bazı şeyler istediğim gibi gitmiyor ama bazı şeyler de tam istediğim gibi. Mesela taşınmamdan bahsedecek olursam, bu taşınmanın neden bu kadar geciktiğini bile sorgular oldum, bu kadar mutluyum, taşınmadan dolayı.
Ee, bir de kız var, hangi kız mı? Önceki yazımda bahsetmiş olduğum Gönülsutaklaatan işte, kendisi Norveç Atı ile İzlanda Atı kırması, çok soğuk. Çocuklarımız olsa Akdeniz'li Eşek ile Norveç-İzlanda kırması Katırcıklarımız olurdu, istemiyorum, çirkin olurlardı. İstesem bile çirkin olurlardı, sonuç- çirkin olurlardı.
Çirkinlikten vazgeçip, bu ara kafamı Gönülsu- yönünden boşaltmaya çalışıyorum. Becerebiliyorum! Umarsızca(anlamını bilmiyorum ama ummak-umarsız?) yapıyorum. Nasıl yaptığımı bilmiyorum, anlamını bilmediğim bir kelimeyle mantar panoya iğneler gibi iğneledim, mantar panoya minik iğneleri batırmaya bayılırdım, şu aralar mantar panom yok. Çok dağınığım, ütüsüz bekar gömleği gibi hissediyorum.
Size bir de amaçlarımdan bahsetmek istiyorum, bunu çok heyecanlı anlatıp ne olduğunu anlamad...
Bir hafta boyunca*belki de daha uzun* İzmir'de tatil yapmak istiyorum. Bu isteğim cebimdeki burs parası ve ceketten çıkan sürpriz 50 lira ile gerçekleşebilecek. bugün ayın 9'u ve 335Tl'm var. 60-lira otobüs bileti, 275 yani pazartesi gününe kadar bursun sadece 5 lirasına dokunmuş olacağım ve İzmir'e doğru yola çıkıyorum, bu kadar.
Size bir de izlemek istediğim filmlerden bahsedeyim, bir de izlediklerimden elbette; Size hiç bahsettim mi, bu blog yazları trans-blog oluyor, tamam tamam espri değildi ama dönüşümü açıklamak için kullandım. Trans-blog'tan kastım, şu an için Üniversite'den ve diğer garip ve garip olmayan durumlardan bahsettiğim bu blog şu an için sadece Günlüğümsü, yazları ise inanmayacaksınız ama Güneşte yaşayan garip yaratıklar gelip bloğu Film bloğuna dönüştürüyorlar, incelemeler yaptırıyorlar ZORLA!!! Oysa ki yapamam, film incelemesi yapamam, bildiğimi kendime saklayıp, gerçekten bir şey bilip bilmediğimden de bu sayede emin olamam, oysa aksini düşünüp "ya bir şey bilmiyorsam şu film hakkında" diye de iç geçirmeye devam ederdim, uzun sürmezdi. Filmler ve yönetmenler şöyleydi ;
Michael Haneke ;
-Funny Games 1999 : Film, yumurta isteyen bir gencin yumurtaları kırması ve diğer sakarlıkları yüzünden ev sahibinin pek misafirperver olmayan tutumlarına maruz kalmasıyla başlıyor, aslında öyle başlamıyor, önce ailenin klasik müzik dinlediğini ve otomobilllerinin arkasındaki Boot'tan da anlayabildiğimiz gibi tatile çıktıklarını hatta çok zengin olduklarını görüyoruz. Bir oğlan çocuğu, anne ve baba ve de sinirlerimi hoplatan, oturduğum koltuğun ıslanmasına neden olan -ki koltukta değil yatağımda uzanıyordum- koltukla olmayı diliyormuşum film izlerken, eve çıkarsam film izleyebileceğim rahat bi koltuk alcam, Spot'tan.
-Der Siebente Kontinent : Her şey yolunda, hayat çok güzel dimi? Hayır. Bu aile istediği her şeye sahip, sorunlu bir çocukları bile var. Peki, size şöyle söyliyim, bir arkadaşınız var ve ODTÜ de okuyor resimle müzikle ilgili, bunların yanında okulun Amerikan Futbolu takımında :O Ve kızların gözdesi. Bir gün karar alır ve mezuniyetinden önce siyanürle intihar eder, vücudu maviye dönmüştür. Siz, arkadaşınızın son halini hatırlaya durun, neden intihar ettiği varsayımları havada uçuşadursun, hatta havada çarpışsınlar, bu da böyle bir filmdi.
Krzystof Kieslowski ; Kuzenimin -aylardır- 3 Renk izlemelisin, sen bu tür filmleri seviyorsun, ısrarlarına rağmen izleme fırsatı bulamamıştım yine bulamadım, buldum ama devam etmek istemedim, ağzımdan acımsı tadı atmam gerek, Haneke ile aldattım Kieslowski'yi bir Alman'ı bir Polonya'lıyla, oysa savaş...
-Double Life of Veronique : Veronique denen kadının güzelliği, sesindeki güzellik ve diğer bütün güzellikler bir aradayken, yaşam ölüm ve kader? Kader değil belki ama Kieslowski tesadüfleri seviyor, son tahlilim budur. Hayatta bazen başımıza gelenler, alacağımız kararları etkiler- başımıza gelenler bizim yüzümüzden gelmemiştir ama alınan kararlar tamamen bizim özgür irademize aittir, gibi bir yönetmen.
-Blue : 3 Renk'in ilk filmi. Bayıldım fakat, bu işte bir terslik var. Neden hayatın en acımasız taraflarını bize klasik müzikle yoğurarak veriyorsun? Çok etkileyici, duygusal bi yapım olsa da böyle bilgisayar başında hıçkırmadan ağlayan biri değilim ama bu filme ağlardım, bu kadın bu kadar şeyin başına gelmesini haketmiyor be abi!!!
-A Short Film About Love : Genç arkadaşımız karşı apartmandaki biraz olgun genç kadını teleskopuyla izler, röntgen ve platonik aşk hikayesi, sıradan bir hikaye gibi ama mutluluk bir süt arabasını peşinden sürükleyip spiraller çizerek koşturmaktı, bu filmde. Hüzün ise, bambaşka.
-A Short Film About Killing : Bu iki film yani Love olan ile birlikte, Decalouge serisinin parçaları ama uzun metraj halindeler sadece. Decalouge izlemedim, izlicem. Bu filmde ise, sembolizm bariz görülmekte. Yönetmen de Sepya çekmiş filmi sanki, arada mavi gökyüzü görmek mümkün. Filmin başlangıcında bize bir sıçan ve kedi eşlik ediyor, ikisi de ölüler. Filmin sonunda ağlamak istedim, tüylerim diken diken oldu hiç olmamalarını diledim ama mümkün değildi olmuştu artık. Film boyunca türlü basit-veya-na.basit, basit olmayan kötülükler görüyoruz, iyi de cezalandırma isteği ve o adama işkence etme duygusuyla iştahınız kabarmışken, yönetmen çaaat diye vuruyor ağzınızın ortasına ve salyalarınız ekrana yapışıyor.
Blind Chance - Aah, Mr. Nobody hayranlığım bir anda yok olmasa da yavaş yavaş, filmin uyarlama olduğunu bilmiyordum. Mr Nobody izlediyseniz neler döndüğünü az çok anlayacaksınız ben yine anlamadım, şaka. Biraz daha karışık geldi bana ama film bittikten sonra Tren sahnesine sarıp kadın oyuncuların farklılıklarını inceleyip, hmm burda bu olmuş da bu yüzden...şaka şaka tamam ya! Spoiler vermek istemem ama zaten bu tip filmlerde neyin nerde olduğundan çok izlerken size yaşattıkları önemli, size demiştim adam-yönetmen kaderci ve tesadüflere inanıyor ama belki daha çok kadercidir. Her zaman aynı konuya parmak dolayan -ahtapot kollarımsı parmakları var- yönetmen, sürekli aldığımız kararların hayatımızı nereye sürükleyeceğine değiniyor bu filmde de 3 farklı hayat 3 farklı başa gelen veya alınan karar işte.
...son olarak, lütfen, rica ediyorum, yerlerinize geri dönün sayın okucu,
Moonrise Kingdom izledim, sahilde edilen dans, tören, kaçış. Wes Anderson'un filmlerindeki samimiyet inanılmaz yoğunlukta ama kesinlikle abartılı değil, filmde zaten bir absürdlük var tarz adamın bize de izlemek kalıyor. Ben bayıldım, inanılmaz mutluyum şu an hayatım değişti Wes Anderson dini olsa dinimi d...Wes Anderson beni evlatlık als...Wes Anderson iyi yönetmen, seyirciyi yakalayacağı noktalar çok hoş, film uzun zamandır içimi karartmayan hatta mutlu eden ilk filmdi, eğlenmek için film izlemediğimi yukarıda Haneke'den görebilirsiniz, Hören-Listening-Dinleme alıştırması yaptım ben Haneke ile evet. Teşekkürler, ciao! demeden önce ,
JLGodard-Leos Carax ve IBergman üçlüsüne kafayı taktım Tarkovsky bi' de. Aklıma ilk gelenler...
Unsere Mütter, Unsere Væter diye bir dizi var, ben ilk 2 bölümünü izledim 5 arkadaşın 2. Dünya Savaşında ne hale geldiğini Almanların gözünden izleyebildiğimiz, trajik, hareketli bir dizi mini dizi, 3 bölüm 4.5 saat.
Bu kez, teşekkürler ciao!
2 yorum:
Tatile İzmir'e gitmek mi ? Tatil için İzmir'e mi gidilirmiş hiç Antalya desen bi nevi anlarım da deniz kum misali :)
üç renkten bahsedene kadar Film eleştirilerini okuyordum orada durdum bayadır bekliyor o üçlü ben de bir türlü izleyemedim.
Diğer filmler Benzetmelerle güzel bir anlatım olmuş fırsatım olursa onlara da bir göz atarım
Mari, seni görmek güzel-
Izmir, şöyle ki, sezon başlarken ben Antalya'da çalışıyor olacağım :) yani bana tatil yok, Antalyada kimsem de yok, kuzenden kuzene mülteci hayatı yaşıyorum :))
Filmleri normalde izler izlemez inceleyip öyle yazmak isterdim ama o kadar derin ki, üstesinden gelemem diye korktum, hem bunların haricinde de bir sürü var :) There Will be Blood e diğerleri aklıma gelmediler.
Yorum Gönder