Cumartesi, Şubat 27, 2016


...

Bye bye anksiyete.

...

Bye bye insancıklar.

...

Bye bye tökezlememe neden olanlar. (Yıkılmadım ayaktayım çalar)

...


Cuma, Şubat 19, 2016

Sağ kolumda yaram var, kabuk bağladıkça deşip kanattığım. Yaşadığımı hissetmem için bir kanıt gerekiyordu ve de o kanıt dirseğimin komşusu olarak ikamet etmekteydi, kolumda kızarık küçük bir leke. Kanıyordu da, şiddet uyguladığımda bu zavallı miniğe ama o da gönüllü görünüyordu, kanamaya. Siz de öylesiniz minik insanlar, zavallılar, yalancı olanlar sizlersiniz.
Her seferinde yalanlarınızla o kabuğun altından sıyrılıp kanatıyorsunuz.
Mutluluktan yana içimde herhangi bi yaşam belirtisi kalmadı. Duyguları yoklarken keşfettiğim ise, nefret esir almıştı. "Şair ne yaşamış da bu kadar öyle güzel yazmış, vay be!" derken ben Tanrı'm, şairin çektiği acılara özenmiyordum. Güzel yazmasına imreniyor olabilirdim ama onun kendi fişini çektiği gibi bir senaryo yazdıysan bana uygun gördüğün, lütfen onu kağıt öğütücüye fırlat, eğer kağıt kullanmıyorsan basitçe ".docx" dosyasının üzerine tıkla ve Shift+Delete işte bu kadar basit ama lütfen ayarlarımı kurcalama. Kurcalayacak pek bir şey kalmadı hayatımda. İnsanlara saçma sapan öğütler vermekten başka etrafıma faydam kalmadı gibi hissediyorum. Sabah olduğunda perdeleri açmaya bile korkuyorum artık.
Gün doğsun, beni korkutan gölgeler kaybolsun.

Pazar, Ocak 24, 2016

Uzun zaman sonra ilk defa güneşin doğuşuna şahit oluyordum. Uyuyamadım, kimse uyumadı, yalnız değildim. Keyifliydi fakat böyle olmasını istemiyordum. Bazen bazı şeyler farklı şekilde gelişirler. Kahvaltı edip uyudum, uyandım sonra ilacımı aldım, tekrar uyumaya çalıştım; fakat korkunç bir mide bulantısı.

Perşembe, Ocak 21, 2016

Tökezlemeden


Zincirlerini aldım elime hayatımın,
Daha fazla başıboş bırakamazdım.
Dümen bende artık, sancak alabanda!
Hedefe kilitlenmiş, emin adımlarla,
bu kez tökezlemeden, engelli koşu dört nala.


İnsanlığı seviyorum, ama insanları değil. İnsanlar yoruyorlar, insanlık ise teoride kaldı, tozlu raflarda.
İnsanları daha iyi tanıyorum artık. Hiç bu kadar yakından gözlemlememiştim. Hayatımın en güzel değil ama en verimli yıllarını üniversitede yaşadım ve yaşamaya devam ediyorum diyebilirim. Telafi ettiğim hatalar, telafi ettiğim bir hayatım var. Burayı ağlama duvarı olarak kullanmayalı uzun zaman olmuştu, ama artık ağlamak yok. Toparlıyorum.

Perşembe, Ocak 07, 2016

benkalpkendim

Şu an kulaklığımı takmış bi halde-müzik çalmıyor-, odada saatler önce başlayan siyasetin devamı niteliğindeki sohbete kulak misafiri oluyorum. Yurt çok tuhaf bir yer, üniversiteye başlayan kardeşlerime tavsiye edeceğim kesinlikle, çok tuhaf insanlar var, çok cahil insanlar da. İnsan var, 'İnsanlığa Giriş' dersi niteliğinde. Bence her tarafa kameralar kurulmalı, özel hayatı siktir edin ama buradaki hayata dışarıdakiler şahit olmalı.

Güzel şeyler anlatacaktım. Can Kazaz, Nilipek dinledim, bitince, sohbete kulak misafiri olup bu yazıyı yazdım.

Cumartesi, Ocak 02, 2016

Sİnapsları Alınmış



Duygularımdan kurtuldum.

Beni terk etmeye zorladım onları, artık onlar da mülteciydiler.

Beynimin hangi kıvrımının hangi derinliğinde batar botları, umrumda değil. Hissetmiyorum artık.

Kızamıyorum, bağıramıyorum, saçma sapan bir gülüş.

Mutsuz değilim, ama nötrüm.

Mutlu olmam için sebebim var, sebeplerim değil ama yine de hedeflerimden biriydi ulaşmak için çaba gösterdiğim. Mutsuz olmak için sebebim yok fakat yorgunum.

Dert değil daha kötülerini de görmüştüm, bunlar iyi zamanlarım.

İnsanlarla problemlerimi minimuma indirdim. Artık alınmıyorum da pek. Çenem dişlerim birbirine kenetli. Sırf bu bile yoruyor.

Bu sabah uyanamadım, alarmı da kurmuştum oysa. Akşamları da uyuyamıyorum. Uyku düzenim yoktu, gerçi yine de bu düzensizliğin içinde basit bir düzen vardı, o da geç uyumak. Her zamanki gibi olmuştu. Başka bir şey değil. Sabah ise sürpriz, her zamanki gibi olmuştu yine. Bunu zihnimi uyuşturan kimyasallara yoramam tabii, oda arkadaşlarım da aynı şekildeler, benden beterler hatta.

Günlerdir dışarı çıkmıyorum, markete bile gitmiyorum. Yürümüyorum da, hareketsizlik öldürecek beni sanırım. Daha kambur duruyorum, sırtım iyice yay gibi oldu. Spor yapacak enerjim yok, ellerimi kaldıracak enerjim bile yok. Yine de ayakta durabiliyorum.

Kaygılarımın üzerine koca itfaiye tankını boşaltmış gibi. Söndüler... 
Rüyalar/Kabuslar, gerçek gibiler, zaten geçmişten kesit gibiler. Gerçek kişilerin oynadığı tiyatro sahnesi gibi, bu da bazen korkutuyor. 

Neyse, bugünlük bu kadar yeter. 
Motivasyon mektubu tamamlayıp göndermem gerek artık. Olup olmamasından endişe bile duymuyorum, yollamama gerek bile yok belki ama ne olur olmaz deyip göndereceğim. 


Cuma, Ocak 01, 2016

Şellale (2001) -ANI

Bu yazı kısmen filmle ilgili detay vermektedir. Daha çok çocukluk anılarımla ilgilidir.

Yıl 2002, ilk bilgisayarımız, masaüstü, crt monitörlü bir bilgisayar. Tabii ki toplama kasa! İnanılmaz büyük bir heyecan. Monitör açılır, daha önce bilgisayar kursuna gitmiştim neyin ne olduğunu biliyor ama dokunmak için, ayrıca dikkatli bir özenle kurcalamak için çırpınıyordum resmen. ''Bilgisayarcı'' bilgisayarı kurdu, işletim sistemi Windows XP, renkli mavi çubuk, yeşil başlat, logolar her şey büyüleyici. Gel zaman git zaman, bu ''bilgisayarcı abi'' size film cdleri vereyim izleyin, elimde Şellale diye bir film var izlersiniz demiş babama ve cd'yi vermişti. Babam da bilgisayar kullanmayı bilmiyor, şunu sakla bir bakarız sonra demişti. Ben dayanamadım tabii, internette filmi arattım Nurgül Yeşilçay'dan bahsediliyor habire, filmi baştan sona izledim. Ve evet o malum sonda Yeşilçay'ın filmdeki kocası tarafından film boyunca kovalanmasından sonra bir güzel seviştiği sahneyi gördüm tabii. Sonra filmi izlediğim annemin kulağına gider ve cd paramparça. Annemdeki sansürcü zihniyete karşı (koruma içgüdüsüyle?) ben de antisansür bir birey olmuştum, hiçbir şey eskisi gibi olmadı bu filmden sonra, o sahnede olgunlaştım, o sahneden sonra neredeyse kadın-erkek ilişkilerinin aslında anne-baba ilişkisi olmadığını farketmiştim.
Anlam veremezken büyümüştüm ben, korkmuştum da, korkularım soru sormamı cevap aramama engel değildi ve sonrası ''Hello World!''.

Kendimi tanımama, aramama, bulmama, sormama, öğrenmeme dair ne varsa parmaklarımın ucundaydı artık. Kime sorabilirsiniz? Rehber öğretmen, anne, baba?
Neyse, konu kişisel gelişime uzayacak da uzayacak. Çocuklarınıza sansürü öğretmeyin, pornoyu da öğretmeyin; seksin ne olduğunu bilmesine, kendi bedenini tanımasına yardımcı olmaya engel olmayın, öğretin.

Chopin çalarken...

...

Biz konuşmuyoruz artık. Eskisi gibi konuşmuyoruz. İletişim kurma yeteneğimizi ya kaybettik ya da arkın yönünü değiştirdik ya da yeni arklarla bağladık, onlar yokuşaşağı arklardı debileri yüksek gürül gürül akan, onlarla birleştikten sonra ark, suyum kurudu, çoraklaştım, sen de akıntıya kapıldın. Yapacak bir şey yoktu, yol uzundu, uzaktı.

Alınganım evet, bu şekilde buraya yazmamın da hiçbir mantıklı açıklaması yoktu açıkçası. Sadece dışavurma isteği, yazmakla - anlatmak, açlık, özlem...

Özlemeyin kimseyi.

Biliyorum/I know/Ich weiß/انا بعرف


-Arka planda Coldplay çalar- 
Zihnimi uyuşturuyorum, en azından geçici bir süreliğine, hayalgücüm aynı, şakalarım da, artık vücudumdaki o his yok, -utanma?- karıncalanma da ama hala erotik düşünceler odak noktam haha, onlar da yavaş yavaş yok olacak biliyorum. Buna ihtiyacım vardı, sağlıklı düşünemiyordum, sağlıklı hissetmiyordum. Biliyorum, küçük bir hap yerine dışarı çıkmam gerektiğini, biliyorum spor yapmam gerektiğini, sağlıklı beslenmeliyim onu da biliyorum, evet biliyorum sosyalleşmem gerektiğini yeni insanlarla tanışmalıyım onu da biliyorum, biliyorum yeni müzikler yeni filmler keşfetmeliyim onu da yaptım biliyorum, biliyorum ailemle daha çok zaman geçirmem gerektiğini en azından onları arayıp seslerini duymam gerektiğini de biliyorum biliyorum, ukelalık değil sadece biliyorum, geçmiş yılların tecrübesi olarak biliyorum, birinci gözden yaşadığım için olayları biliyorum, beni neyin beklediğini bilmiyorum.

Falımda çıkan ''Sağlığına dikkat et, beslenmene dikkat et!'' uyarısı neydi? Gerçekten bilmiyorum. Bilmediğim şeyler de vardı elbet. Reenkarne olursam lütfen sağlıklı bi bedene hapset ruhumu tanrım, bunu hakketiğimi düşünüyorum.

Güzel şeyler yapıyorum son zamanlarda, yani buna inanıyorum en azından. Yazmaya yeniden başlamam güzel bi eylem benim için. Daha neşeli hissediyorum, umrumda değil-miş gibi ama aslında bastırılmış düşünceler gibi. Aslında yine bi karmaşa sürecine girmiş gibiyim. Soğuk daha soğuk, sıcak daha sıcak. Duygularım da öyleler, aşırılar? Bugün mesela yemek sırasında, bayağı kalabalıktı, dayanamadım ve yemeğini alabilen gence ''Tebrikler, Afiyet Olsun!!!'' dedim. Şaşırdı, güldü, ben de güldüm, ''Sağ ol.'' dedi. Aşırı mı tepkilerim? Aşırı mıyım? Sevgili Dünya fazla mıyım sana? Beni böyle sev seveceksen.

Bu arada güzel şeyler de olmuyor değildi. Mesela sevdiğim diziler başlamak üzere ki Sherlock yayınlandı mı? Shameless'a da az kaldı! Woohoo! Beklemedeyim. Sinemaya gidemiyorum, maddiyatı bahane ediyorum. İnternetim de film izlememe yetecek kadar hızlı değil. Bu ara böyle idare ediyorum. Bakalım ne olacak.

Edebi yazmaya zorlamadığım kendimi, sıradan bir yazı daha. Gündelik hayatımın monotonluğunda boğulmuş, insanlara bulanmış...

Çarşamba, Aralık 30, 2015

Acıdan - Mutluluktan Çığlık

Ne bipolarım, ne de ikizlerim. Hayat o kadar tuhaf ki, gün içinde çektiğim acılar yüzünden çığlıklar atarken, günün diğer yarısında mutluluk çığlıkları atıyordum.
Bugün o çok beklediğim ana o kadar çok yaklaştım ki; geri kalan ise, ah, hayat, sürtüğün tekisin ama seni seviyorum.

Bugünü nasıl kodlasam bilmiyorum ama şöyle desem;

Sayın Hakim, sevgili Tanrım,

(Duruşma deniz kenarında eskiden otel olan izbe bir binada gerçekleşmektedir.)
10. yıldönümünü kutlayacağım o karanlık ve müphem zamanın sonunda, evet biliyorum hiç de mütevazi olamayacağım, gerçekten sabrettim. Sonunda gerçek bir yeniyıl hediyesi alabilecek olmak da çok hoş gerçekten.

Saygılar sayın Hakim, sevgiler Tanrım.

''Tanzt, tanzt...sonst sind wir verloren.'' - Pina Bausch