Cuma, Ağustos 31, 2012

Der Baader Meinhof Komplex -Anarşi Üzerine Ultra Mükemmel ve Bombastik Film-

1967'den 1977'ye Alman tarihini gerek muhteşem kurgusu ve oyunculuğuyla olsun gerekse tv'de gösterdiği tarihi olaylarla zenginleştirip anlatan mükemmel bi filmdi.
Hakkında çok şey yazardım ama gerek yok.

İçimdeki anarşist gözlerini ayırmadı ekrandan.
Ve Güzel ve yalnız ülkem şasldkaşsld sana söyleyeceklerim ;
Almanya'nın 1967'deki halisin, bu gidişle de bir 40 yıl daha geri gidersin, böylece bizim de sakal bırakıp kaleşnikoflarla insan avına çıktığımız zamanlara ışınlanmış oluruz. Bunlar kötü şeyler, olmaması içinse elden bir şey gelmeli Amerika denen ilginç ülkenin ve destekçilerinin kurduğu tuzakları görmeyen veya görmezden gelen bazı büyüklerimiz-anne,baba,dayı,hala...vb-'i uyarmakla başlayabiliriz bence, dikkat edin de sizi ısırmayan yılan 1000 yaşarken dötünüzü yakalamasın.

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Yukarıdaki yazı biraz gergin olabilir, şöyle ki;
Kazanmış olmam hiçbir şey ifade etmiyor şimdilik, sadece biraz daha fakir hissediyorum, bu da deli ediyor, sıkıntılar üst üste gelip geçerken- stop bunu anlatmama gerek yok
Pazar günü yolculuk var Mersin'e, tantuni yemeği düşünmüyorum
Forum dedikleri AVM dedikleri, benim için sadece klimalı alandır, bu şekilde işime yarayabilir
Şimdiden Voltran kurdum gibi gözüküyor, 3 kişiyiz. Böyle yazınca garip oldu ama kafa dengi 2 kişi buldum! Nasıl buldun? Nerde buldun? gibi soruların cevabı; feysbüük fesbüük görür görm...
Bugünden bahsedecek olursam; -Tarihi olaylar olduğu için anlatıyorum
-Bankaya gittim ilk olarak, Facebooktan tanıştığım arkadaş da aradı sabah "Banka öğrenci kimlik ücretini görmedi" diye, allah allah nasıl olur demeden kendimi bankada buldum zaten. İçerisi Araf'ta kalmışlarla doluydu, neyseki metroda istiflenmiş Çinli kıvamında sıkıştım ben de kuyruğun en arka kısmına, hafif gerginlikler olmadı değil, ben yapmadım! Banka hesabım var artık, bir de banka kartım olacak sanırım-istemedim-, ikamet, sicil kaydı, derken bütün kağıdımsıları topladım. Dershaneye gitmiştim bundan önce, birkaç kağıt da orda yazdırdım, allah beni kahretmesin ki çok tutumluyum, internet kafede sürünüp paramla rezil olacağıma dershaneyi sömürdüm. İyi de oldu, ehe! Böylece bütün bir günüm rezil oldu, manyak bi gündü anlayacağın.
Film konusuna gelecek olursam ; Alaman Tarihi çok hoşuma gidiyor, ne biliyim bilinçli insanların bilinçsiz hareketleri sonucu -bilinçsiz hareketten kasıt da istemsiz gerçekleşen eylemler...- çok hakim değilim. Hoşuma gidiyor tarihi filmlerle görüp yaşamak, yoksa %100 selülozdur ve 1. kalite hamur ibaresi bulunan aletlerin canları cehenneme, sevemedim kitaptan tarih ezberlemeyi.
Film de izleyemiyorum, keyifsizim sanırım ya da değilim, keyifliyim yeterince ama para yok, burs da çıkar mı çıkmaz mı allaha kalmış-devlete kalmış- sağlık sigortam yok, tapumuz yok, anlayacağın bir üstümde giydiklerim var. Burs'a ihtiyacım var ama nerelere başvuracağım hakkında en ufak fikrim yok, yardımcı olabilene de teşekkürü borç bilirim hani, yapacak bişey yok, eğitim 1. öğretime parasız oldu ben de 1. öğretimim ama gel gör ki eğitim sadece bunlarla sınırlı olmuyor, yol param da çok değil hani ama para sonuçta, ebemden çıkmıyor hani.
Çok dertliyim,
Çav bella! 

Perşembe, Ağustos 30, 2012

Geçmişten Gelen -Müzik-



Bir zamanlar Facebook'ta paylaştığım, arkadaşlarımla oturup yemek yediğim bir kafede dinlemişim.

Pazar, Ağustos 26, 2012

Children Who Chase Lost Voices from Deep Below -Dokunaklı ve bir o kadar mükemmel Film-

Miyazaki ustadan sonra izlediğim en fantastik, en lirik, en mükemmel, en macera ve mistik olaylar kokan animeydi.
Makoto-Sensei, mükemmel ötesi bir filmdi, 5 centimeters per second izleyemeyince bulabildiğim tek filmi izledim.
Konusundan biraz bahsedeyim;
Asuna adındaki genç kız, çok çalışkan ve inanılmaz zeki biri. Hayatın yükünü sırtlanmış babasının ölümünden sonra; evi çekip çeviriyor annesinin hastanedeki yoğun iş temposundan dolayı. Kendisine ayırdığı zamanlarda ise kendi yaptığı radyosuyla yüksek bir tepeye çıkıp müzik dinliyor. Yine o müzik dinlemek için gittiği zamanlardan birinde ise Shun adındaki çocukla tanışacaktır, Agartha'dan gelen bu genç, Asuna'yı inanılmaz bir yolculuğa çıkaracaktır.
Hikayenin temelinde iki insan var Asuna ve Morisaki, bu iki kişi kaybettikleri insanları hayata geri döndüreceklerine inandıkları Agartha'ya doğru yola çıkarlar. Agartha inanılmaz mistik ve bir o kadar da zorlu maceralarla dolu bir yer. Garip yaratıklar, tanrılar, kapıyı koruyan Quetzalcoatl'lar ve diğer mitolojik yaratıklar.
Miyazaki'den sonra Japon mitolojisini bu kadar güzel işleyen bir film izlememiştim, Mushi-shi hariç ki onun dizi olmasından dolayı ayrı tutuyorum.
Mükemmel manzaralar ve fantastik olaylar eşliğinde harika bir yolculuğa çıkmak isterseniz adres bu filmden başkası değil. Makoto Shinkai, Miyazaki-sensei'den sonra hayran kalacağım birini bekliyordum, iyi ki de izlemişim.
Filmi bulamazsanız buralardayım.
Kendime not: Kaybedeceklerini geri getirmeyi düşünmek yerine daha mutlu olmak için uğraş. 





Mesrine : L'ennemi Public No1 -Prison Break sevenler sever-

Mesrine: L'instinct de Mort'a benzerlik gösteren, ne bekliyordun devam filmi sonuçta fakat karakterler farklıydı, Mesrine sürekli yalnız kalıyordu. Aşkları, arkadaşları, dostları dahi terk ediyordu onu. Bu filmde de pek farklı bir şey görmeyeceksiniz, devamını merak ettiğim için izledim ama aksiyon dozu hakkında bir kaç tüyo verecek olursam, bombastik! Bu yeterli sanırım. İlk filme göre çok daha az sevişme, çok daha kaliteli çatışmalar yaşattı bu film. Beğendim, sonunu bildiğim halde ki ilk sahnelerde gösteriliyor zaten, saçma olduğunu düşünme öyle bir bağlanıyorsun ki filme, gerisini sen düşün.
Kendime not: Bir işe başlayacaksan eğer; sonunu ve niçin yaptığını sorgula, kendini sorgulamayıp egoyla beslenirsen sonun pek hayırlı olmayacağı kesin.
Filmde mesaj falan yoktu varsa da bana denk gelmedi, ben şahsen kafa dağıtmak ve biraz kan görmek için izledim.
Bankadan ve milyonerlerden çalan Mesrine'in çaldığı parayla lükse düşkün bir adam haline gelmesi içleracısıydı, Charyl adlı arkadaş bunu tokat gibi çarptı. Ben olsam ben de BMW 528i alırdım, şaka bir yana filmde gerçek olana güzel göndermeler yapılmış, adamın iyi-kötü adamı oynaması da cabası, denge mükemmel kurulmuş. Bir yandan taraf tutarken bir yandan tu kaka derken buluyorsunuz kendinizi.


Mesrine'in mahkemeyle dalga geçtiği sahne çok güzeldi.
Bir de yaşlı kalantoru kaçırdığı sahne.
Bu ikisi haricinde, hapishaneden kaçmalar, sevişmeler, alkol, romantizm, aksiyon, kan, silahlar...
Cecile mi Ludivine mi? -Ludivine gözlerine kurban, boncuk boncuk, kedi cınını nıhıhıh

Cumartesi, Ağustos 25, 2012

Mesrine : L'instinct de mort -Scarface'i andıran Gangster Filmi-

Ok biraz da Mesrine'den bahsedelim, kesinlikle tembelin tekiyim ve asıl adamımız olan Jaques Mesrine'in gerçek hikayesinden alınan bu film hakkında pek araştırma yapmadım, tek bildiğim Vincent Cassel'in iyi bir oyuncu olduğu.
Filme gelecek olursam, Fransız yapımı Scarface izliyormuş gibi hissettim. Doz aynı, şiddet de. Burda farklı olan Mesrine'in aşkları; adamın çocuğu bile oluyor ki gangster adamsın be Mesrine, bebelere yazık, kadınına yazık.
Mesrine kesinlikle kötü bir adam, şu konularda; kötü eş, kötü baba, hırsız, katil...
Mesrine kesinlikle iyi bir adam, şu konularda; pezevenklere ve ikiyüzlülere tahammülü yok, dürüst ve kesinlikle aşk adamı.
Adamsın be Mesrine, gözüme girdin o 3 maddeyle, bu arada bahsi geçen karakter gerçekte yaşamış olduğu için ben sadece filmi irdeliyorum ki burda kimsenin hayatını taciz etmiş gibi görünmek istemem.
Mesrine'in başına kötü şeyler geliyor hep, işini babası buluyor ama orda çalışmak istemiyor neyse arkadaşıyla birlikte hobbaaa kötü yollara Guido babanın emrinde çalışmaya.
İspanya'ya gittikten sonra Mesrine'in hayatı değişti. Evet Sophia adında bir kadın girdi hayatına 2 güzel çocuk verdi Mesrine'e ama hayatı tepetaklak oldu, iş konusunda da şansı yaver gitmeyince, napsın adam? Abi, bazen insanın kötü olmasını sağlayan tek şeyin başına gelen kötü olaylar olduğunu düşünüyorum ve bazı kötü insanlar malesef ki bu kötü olaylarla başa çıkabilecek kadar güçlü değiller ama siz adam öldürmeyi çok iyi bilirsiniz, hım hım.
Kötü adamları, kötü kadınları sevmişimdir ben, hep onların tarafındayım. Üstad Bukowski'nin de dediği gibi, onu tanımadan önce de kötü adamı seviyordum hala da severim.
Vincent ve Cecile -Jaques ve Jeanne- Kadın cool ve güzel ve alımlı ve zeki ve ağlamış

Film başta da dediğim gibi Fransız Scarface havasındaydı ama çok daha heyecanlısı, tamam tamam şaka yapıyorum sıkıcı değildi, hep bir olay vardı hani. Hollywood'u mu örnek aldın be yönetmen ya! Şöyle söyliyim, V.Cassel ve Cecile De France, döktürdünüz! Son sahne ağlatır.
Son olarak, Cecile de France'den başka o gözlük kimseye yakışmaz:
Bu yazımı okuyacak olan genç hukukçu Bötü'ye sesleniyorum, bu gözlükten al, almazsan da dene hani.





 Bir Cecile'e aşık oldum bir de arabalara ;


 Gidemedim; filmin bir de part2'si var L'ennemi public no1 diye o da yakındır, izlenir.