Salı, Ağustos 14, 2012

Dead Man's Shoes -DEHŞET FİLM!-

Anthony spastik engeli olan genç adam, Richard'ın kardeşi.
Richard askere gittikten sonra tek başına kalan Anthony'i koruyup kollayacak kimsesi kalmaz ve bir grup keşten kötü muamele görür ; taciz, dayak, zorla yaptırabileceğiniz her türlü hayvani işkence...
Richard askerden döner ve kardeşinin ölümüne neden olan bu orospu çocuklarını bir bir haklamaya başlar. Konu bu.

Filmden not: Film boyunca kendinizi seri katilli filmlerin karanlığındaymış gibi değil de farklı bir film izliyormuş gibi görüyorsunuz tabii olaylar bir süre sonra değişiyor, Richard'ın soğukkanlılığı da eklenince ortaya mükemmel bir film çıkmış, bir şey daha ekleyecek olursam ; filmi tek başıma izlesem ağlardım sanırım, beni dehşete sürükleyen şaheserlerden bir tanesi ve hala tüylerim diken diken. Lanet olsun ki eve ailevi bir nedenden dolayı sinirli gelip bile bile bu filmi seçmiş olmam, sinirli olduğum kişileri gölgede bırakıp maktül piçlere öfkelenip seri katilin tarafını tuttum. Dexter'dan sonra ilk defa oluyor, karşılaştırma yapmıyorum ama en iyi kötü adam sıfatını dizi kısmında Dexter, sinema kısmında ise Richard alıyor benim gözümde. Allah kahretsin ki hala dikenliyim, hala sinirliyim, umarım kendimi rüyamda seri katil olarak görürüm de biraz deşarj olurum.
Kendime not: Kardeş candır, bunu bildiğini biliyorum ama bu film de iki kardeş arasındaki bağın ne kadar kuvvetli olabileceğini bir kez daha vurguladı. Ben filmden onu anladım, suçlular cezasını çeker, yaptıklarının bedelini de en ağır şekilde öderler.
Müziklerden bahsetmeden geçemicem, İngiltere'nin muhteşem manzarası -hangi şehir olduğunu bilmiyorum-  ve pek haz etmesem de country müzik olduğunu düşündüğüm muhteşem bir parça eşliğinde başlıyor film.
Yönetmene not: Sevgili Shane Meadows, karakterler hakkında hiçbir şey bilmeden filmin yarısına gelmek rahatsız ediciydi, daha doğrusu detaylı karakter analizi yapamadan 90 dk ekrana kilitlenip olayları 3. göz gibi izlettirmek muhteşem bir zeka örneği. Tabii ki zekanızı övebilecek durumda bile olduğumu düşünmüyorum ama This is England'ı izlemek için yarını iple çekiyorum, sevgiler, saygılar.
Paddy Considine(Richard) yakın takibe alındı, en kısa zamanda Tyrannosaur izlenecek. İlk uzun metraj filmi, bu insanları seviyorum ben, ilk filmleri olup da muhteşem başarı yakalamayı başarabilen insanları.
Bu film hakkında çok çene çaldım, fazlasını hakediyor.

Pazartesi, Ağustos 13, 2012

Insomnia(1997) -Film-

Yönetmen Erik Skjoldbjærg yaptı, ben izledim. Film 1. sınıf polisiye romanı gibiydi. Her sahnesinde, acaba ne olacak? Katil kim?! Oha, olay git gide karmaşıklaşıyor! derken öyle bir yere geliyorsunuz ki katil ve polisin klasik cinayet filmlerinde gördüğümüz olaylarından farklı bir ilişki içinde olmaları da filmin cazibesini arttırmış diyebilirim. 
Film Christopher Nolan'ın da gözünden kaçmamış ve Al Pacino ile Robin Williams'ı aldığı gibi aynı senaryoyu 2002 yılında tekrar beyaz perdeye uyarlamış, aktarmış. Güzel mi yapmış? İzlemedim Nolan'ın elinden çıkanı ama kumalardan haz etmem.
Kendime not : Bu tür filmlerden etkileniyorsun, kızkardeşine verdiğin "dur daha olayı çözcez!" tepkisi de işin balı kaymağı, bu derece kendine bağlayan bir filmdi. Tekrar izlenecek kadar güzel.
Norveç filmleriyle devam eder miyim bilmiyorum ama şimdilik yeterli görünüyor gerçi bir iki araştırıyım sağlam adamlar güzel filmler yapıyor.

Oslo 31. August - Film -

Norveç'e gideceğimden bahsetmiştim, size soğuk ama bir o kadar güzel diyarlardan 2 film getirdim şimdilik. Önceki yazımdaki Reprise'a benzeyeceğini düşündüğüm ama birbirinden farklı hikayelerle ve farklı tekniklerle anlatılan bir film Oslo 31 August.
Anders Danielsen Lie(Reprise'daki Philip) Joachim Trier'in gözdesi, ehehe. Şaka tabii ama yönetmenlerin aynı oyuncuyla devam etme takıntılarına hayranım, kült filmlerin yönetmenlerinin alışkanlıklarını mı devam ettiriyorlar anlamadım. Guy Ritchie de Jason da Jason, adamı aksiyon filmlerinin 1 numaralı adamı haline getirdi sağolsun, Joachim Trier de umarım Anders'i güzel yerlere getirir. Gerçi her şey insanın kendisinde bitiyor..........----> PEEEH! Kalıplaşmışlardan nefret ederim.
Filmde Anders adındaki adamımız uyuşturucu bağımlısı, rehabilitasyondan sonra, temizlendikten sonra demek daha doğru olur, bir iş görüşmesine gider, bir de arkadaşlarıyla tekrar bir araya gelmeye çalışır. Uyuşturuculu filmler genelde mutlu bitmez, verdikleri mesaj ; uyuşturucuya başlayın ve kolayca bırakın yerine uyuşturucuya başlayın ve kolay ölün olduğu için sanırım. Hep bir ibret alma hikayesi görürüz, bu da pek farklı değil açıkçası ama bir Requiem for a Dream ibretliği beklemeyin. Genç adam Anders durumu toparlamaya çalışıyordu, filmin verdiği mesajlar çok güzeldi. Hayata dair eleştiriler vesaire, buraya yazmayı düşünmüyorum izleyin.


Kendime not: Uyuşturucu kötü bir şey, ağzını yüzünü patlatırım, sigara bile içme, alkol olabilir-kendini tutabiliyorsun, sarhoş olmayı sevmiyorsun çünkü denemedin bile-belki bir defa.
Yönetmene not: Son daha güzel bağlanabilirdi, hayrete düşürme fikri çok yumuşak kalmış ve seyirci hayrete düşmeyecektir bu şekilde, şahsen benim gibi katı kalpli bir adam bunu söylüyorsa, olmuş diyebiliriz.
Son olarak: ben bu şarkıyı Drive(2011) da sevmiştim, asansör sahnesinde, bir de bu filmde doğum günü partisinde çalınca oooh beybi durumları yaşattı -gördüğümü duyduğumu unutmam ama isimler çabuk unutulur-
 

Şarkı çok güzel, iyi geceler.

Pazar, Ağustos 12, 2012

Reprise -Film-

Konu;
Philip ve Eric iyi arkadaşlar, bu iki iyi arkadaş kitap yazmaya karar verirler. Kitapları sonbaharda yayınlanacaktır-
Norveç yapımı, Joachim Trier'in eseri ve güzel oyunculukla gerçekmiş gibi hissettirip yazar olmayı askıya almanıza neden olabilecek kadar dramatik bir film.

Siyah fotoya dikkat :)

Yeterince dramatik, hem senaryo olarak da sıradışı. Bana öyle geldi en azından, bilmiyorum açıkçası. Filmin başında, senaryonun tamamını anlatır ama siz sonunu merak edip izlemeye devam edersiniz. Ortalarına geldiğinizde ise flaşback sayılmasa da zamanda geri yolculuk ve tekrarlar yaşatıyor yönetmen, bu bazı yerlerde rahatsız etse de -kaçırılan replik, kaçırılan sahnelere yol açtı- genel anlamda yeterince mutlu bir filmdi, dramatik ve mutlu, üzgün ve mutlu gibi. Karışık!
Yönetmene not: Norveç filmlerine devam, Reprise'dan sonra Oslo 31. August izlenecek, belki de bugün. Yönetmen Joachim Trier'i saygıyla selamlayıp takipte olduğumu bildirmekten mutluluk duyuyorum, bu yazı Norveç'e ulaşır mı bilinmez ama Joachim Trier, devam.
Kendime not: Kari'yi oynayan oyuncu  -Victoria Winge- I love you!!!
Kari'yi sevdim ben.
Filme not: Philip'in psikotik nevronuzuna rağmen Kari'den vazgeçmemesi, mükemmeldi, belki de delilik! Bir insan kendine bunu neden yapar anlam veremedim, odunum ben. Eric'in ise Lillian'ı sevmesine rağmen sırf inandığı birtakım fikirler yüzünden ondan ayrılması hatta arkadaşlarını geride bırakıp ülkeyi terk etmesi, acımasızcaydı. En sevdiği yazarla tanışabilmiş olması güzeldi.
Ben filmi anlamadım mı yoksa çok mu sığ anlattım bilmiyorum ama  ne biliyim hem İstanbul'a yağmur da yağmış, oturun evinizde izleyin derim. 

Snatch. -Film-

Aksiyon filmleriyle birlikte, müzikli aksiyon filmi kategorisini uydurduğum için kendimle gurur duyuyorum. Yine bir Guy Ritchie filmi, bol şiddet, bol aksiyon,  komik dialoglar, komik olaylar ve tabii önceki film Lock Stock and Two Smoking Barrels den de hatırlayacağımız gibi olaylar yine bir yerlere bağlanıyor, yine kanlı şiddetli, önceki filmde de müzikler güzeldi.
Sevgili Guy Ritchie,
Bu güzel filmlere müzikleri seçen kişinin sen olduğunu düşünüyorum, umarım yanılmıyorumdur. Madonna gibi güzel bir kadınla evlenmiş olman da bu düşüncemi destekliyor açıkçası. Madonna'yla 2000 yılında evlenmişsiniz ama filmler 1999-2000 gibi yıllarda çekilmiş, vay anasını! Evet, sanırım ulaşmak istediğim nokta güzel müzikli aksiyon filmi yapmanın Madonna'yla evlenebilmek için gerekli olup olmayacağıydı? Nasıl bağladım ama, Guy? Tekliflere açığım, teşekkür ettim nays to mit ya!
Elimizde 3 yakışıklı var bunlardan biri çingene, biri elmaslı 4 parmaklı adam ve biri de acemi taze kan ve başını belaya sokmayı her şekilde başarabilen bir "dickhead" evet yine Jason Statham!






Konu şu;
86? karatlık bir elmasın peşine takılan bir yahudi, bir rus, bir de domuz çiftliği sahibi bir kodaman varmış. Bu adamlar öyle bir pisliğin içine düşerler ki, analarından hiç doğmamış olmayı dilerler!
Biraz not: Benicio karizmatik adamsın vesselam ama filmdeki ömrünün uzun olmaması üzücüydü,
Jason, sana söyleyecek lafım yok, hala silah kullanmayı öğretemedi bu yönetmenler, peh! Ama performansında iyileşme görülüyor, çekingenliğini atmışsın üstünden yiğido!
Brad, genç kızların sempatik yakışıklısı! Seni kıskanmıyor değilim ama 2012 yılındaki halini değil, tam 2000 yılındaki halini kıskanıyorum, filmi kurtaran kişisin, havalısın, filme 10 numara adam lazımsa senden başkası olmamalıydı zaten.
İyi seyirler.
Kendime notlar: Norveç yapımı filmlerle ilgilendiğini biliyorum bu aralar, altyazı sorununu çöz ve müzikli aksiyon filmi izlemeyi bırak, ha kötü mü? Değil tabii ama Hollywood'tan nefret eden bir bünye İngiliz yapımı filmlerden sonra okyanusu aşıp Amerikan yapımı, bol şiddetli, dandik müzikli ve anlamsız derecede çıplaklık dolu filmlerle karşılaşabilirsin bunu kendine yapma evlat, öperim gözlerimden.
Piyasaya not: Film eleştirmeni olmayı düşünüyorum ama filmi anlatmak çok sıkıcı, onun yerine öyle garip olaylardan bahsediyim ki maç anlatan spikerin yaptığı gibi giydiği ilk krampondan yattığı ilk kıza kadar her şeyi anlatabilirim, paraya ihtiyacım yok.
SOUNDTRACK! : http://www.imdb.com/title/tt0208092/soundtrack

Cumartesi, Ağustos 11, 2012

Lock, Stock and Two Smoking Barrels -Film-

Konu şöyle, şart oldu ya hani ;
Adamlar bunlar.
 4 adamımız var ve kumar masasına oturabilmek için 100bin kraliçeli paradan-sterlin?- toplarlar. Masa 100binden açılıyor. Şahin K'ya rakip Harry abimiz de bu adamları katakulliye getirir ve adamımız 500bin borçla kalkar masadan. 1 hafta sonra parayı getirmezse geciktirdiği her gün için bir parmak feda etmek zorunda kalacaklar, arkadaşları dahil. Adamlar ne yapıp edip bi plan bulmaya çalışırlar-
Bundan sonrası spoiler'e gidiyordu üzgünüm.
Aksiyon seven biriyseniz eğer kaçırılmaması gereken filmlerden, kafa yormanıza gerek yok, komik bile sayılabilir, kan, şiddet ve diğer olumsuz örnek oluşturabilecek her türlü öğe de var içinde. Benim en sevdiğim kısmıysa senaryo ve müzik, oyunculuğu geçtim elimizde bir adet acemi Jason Statham var evet şu filmlerinde kızları götüren, elindeki silahı kullanmaktan çekinmeyen kel ve kaslı biri, kel ve kaslı diyince aklıma çeşitli karakterler gelse de Jason Statham bu filmde acemisin evlat! Filmde silah bile kullanamıyor! Bu bir aksiyon filmi ve muhtemelen Guy Ritchie de ısınman için seni listeye dahil etmiş olabilir, evet iyi yapmış. Bir Taşıyıcı, bir Tetikçi kolay yetişmiyor. Zamanım olsa Snatch.'i de izlerdim, bu kez Guy abimiz kadroya yine bizim acemiyi dahil etmiş, hem de Bradd Pitt ve Benicio Del Toro abileriyle oynamış. Vay anasını! Tabii iyi oyuncular da var ama dikkatimi çeken buydu kızlar, üzgünüm.
Kendime not : Müzikli film diye diye müzikli aksiyon filmi bile buldun ya, helal olsun abicim, gözlerinden öperim, hayırlı işler.
Müzikler şurda ---> http://www.imdb.com/title/tt0120735/soundtrack

Bu arada bugünlerde biraz karışığım, filmlerle kafayı sıyırdığımı düşünmeyin. İyiyim ben.

Perşembe, Ağustos 09, 2012

High Fidelity -Film-


İçinde müzik olan filmleri seviyorum ama müzikal dediğimiz şeyler konusunda seçiciyim ben. Bu film müzikal değil. Müzikli-film ya da teknik anlamda adı her neyse. Kültür adına tek bir damla kırıntım yok, terimler konusunda. John Cusack oynamış, ben de izlemişim. Çok hoştu film, romantik kısmı ağır basmış olsa da güzeldi. Buna rağmen güzeldi hatta çünkü romantizm ve o tür şeylerin film içinde olmasının gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Bu filmde durum farklıydı, o kadar gerçekti ki, filmdeki adıyla Rob(John Cusack) kameraya bakıp size eski sevgilililerinden bahsediyor. Bahsederken de ayrıntıları sizi sıkmadan anlatıyor, teker teker. Flashbackler yaşatıyor, Barry(Jack Black) adındaki arkadaşı da işin komedi tarafıydı. Acayip eğlendim diyemem ama dediğim gibi, müzikli-romantik-komik.
Kendime not : Catherine Zeta-Jones'u gördüğünde, kaç yaşında olursa olsun, tereddüt etmeden dudaklarına yapış. Aynen şu şekilde :') :

Ya da şu şekilde de olabilir T_T, bu kadını seviyorum! 

The Boat That Rocked -Film BOMBAAA!-




Bu film, 1966'nın İngiltere'sinde korsan radyo yayını yapan bir gemiyi anlatıyor. Konu bu.
Ve bu film şimdiden izlediğim en güzel en komik en eğlenceli en duygusal en romantik en seksi en ateşli en bombastik en epik film olmayı başardı bile, epik? anlamını bilmeseaym de çok güzel bir filmdi.
Little Miss Sunshine'dan sonra mutlu olmak için izleyebileceğim hatta her gün izleyebileceğim bir film olmayı başardı. Çok sevdim, mürettebatla birlikte o ana tanık olmak, ne biliyim, aradaki tatlı çekişmeler, muhteşem cumartesiler, harika kutlamalar, sürpriz. Bu film birden fazla şey, beklentileriniz tavan yapmış olabilir ama sesli gülmek ve sesli küfretmek için sabah tekrar izlicem, millet rahatsız olmasın diye içime attım  bir de notum var ;
Radyo Rock yenilmez, Radyo Rock ezilmez ; çünkü Radyo Rock hayat dolu çünkü Radyo Rock müzik dolu!
Rock'n Roll'u hissedeceksiniz millet! Şarkılar mükemmeldi doğal olarak. Her olaya bir şarkı, her karakterle uyumlu bir şarkı çalması, hele bunu radyo aracılığıyla yapıp 30 milyon insanı kendilerine hayran bırakmaları, Sikerim böyle işi adamım!!!
Rock seven biriyseniz de ne bekliyorsunuz? İzleyin edepsizler!

Kendime not : Her mutlu olmak istediğinde bu filmi izle-

Salı, Ağustos 07, 2012

Science of Sleep -Film-


6 yaşından beri rüya ile gerçeği ayırt edemeyen Stephan babasının ölümünden sonra Fransa'ya, annesinin yanına, dönmek zorunda kalır. Kapı komşusu olan Stepahanie ve onun yakın arkadaşı Zoe ile tanışan Stephan'ın hayatı, annesinin bulduğu işle de daha karmaşık hale gelecektir. Stephan Zoe ile Stephanie arasında gelgitler yaşar, Stephanie'nin ondan hoşlandığından emin olamaz bir türlü. Öyle ki gittikçe karmaşık bir hal alan rüyaları, aşık olduğu kadına göstermek için inanılmaz bir çaba sarf eder.
Konumuz öyle. Kendi yorumuma gelecek olursam eğer ;
Film yeterince sıradışı, sıradışı filmleri sevdiğim için bu filmi de sevmiş olabilirim. Dün de zaten rüya ile gerçek arasında sıkışıp kalmamın sonucu olarak bu filmi izlemeye karar vermiş olmam da inanılmaz bir tesadüf. Bazen size de oluyor mu? Rüyanızda gördüğünüz bir şeyi o kadar gerçek yaşarsınız ki, duyularınız bile harekete geçer o anda, hissedersiniz ve bu hissi hiçbir şeye değişemez uyanmak istemezsiniz. Bana arada bir oluyor. Keşke uyanmasaydım! Lanet olsun! Diye gelecekte yapacağım şeyleri rüyamda bitirmiş olmanın hazzını yaşamaya devam etmek isterdim ama malesef ki uyanıyoruz.
Son olarak;
"Aşk ve tereddüt aynı cümlede kullanılıyorsa, hayatınız cehenneme dönmeye başlamış demektir, tereddüt etmeyi bırakıp ne yapacağınıza karar vermekten başka seçeneğiniz yoktur bu saatten sonra." bu da filmin özeti.
Son olarak 2 ;
Ben bu filmi izlemiştim, Stephan'ın zaman makinesinden ve Golden Pony'den hatırladım filmi. Nerde izlemiştim? Ne zaman izlemiştim? Hiçbir fikrim yok! Lanet...

I'm a Cyborg but That's OK! -Film-


OldBoy'un yönetmeni Chan-Wook Park'tan duygusal ve bir o kadar sıradışı bir film.
Konusuna değinecek olursam, kendisini cyborg(insan görünümlü robot-basit anlam-) sanan genç bir kızın başına gelen sıradışı olaylar. Akıl hastanesine kapatılan büyükannesinin ardından, çalıştığı fabrikada intihara kalkışması nedeniyle  güzel kız Young-goon da akıl hastanesine kapatılır. Genç kız cyborg olduğuna inanmakta fakat bunu annesinden başka kimse bilmemektedir. Yemek yememek için direnen, yerse bozulacağına genç kız akıl hastanesinde tanıştığı sıradışı insanlarla kaynaşır ve ondan sonrası ise olaylar işte. Park il-sun adındaki genç adamın kızı farketmesiyle başlayan olaylar, filmin sonuna kadar bu güzel birlikteliğin ve verilen güzel mesajlarla süslenmiş. Sıradışı görünse de film monoton hayatımıza göndermeler yapıyor -filmdeki 7 günahtan biri: Bitkinlik Yasak. Bunun gibi mesajlar da kondurulmuş böylece tadından yenmeyen muhteşem olmasa da hoş ve kaliteli bi film ortaya çıkmış. Oldboy'u izledim mükemmeldi, Vengeance serisini izleyen birini tanıyorum o da serinin mükemmelliğini anlatır durur Chan-Wook adını duyunca fakat bu film diğerlerine göre aşırı normal kalıyor ya da bana öyle gelmiştir, normallik terazim sanırım biraz şaşırmış durumda. Dediğim gibi yeterince sıradışı ama ince mesajlarla fazlasıyla içimizden biri bu film.
Filmde şarkı söyleyen ve çocuk korosuna alınmadığı için 31 yıldır şarkı söyleyen kadının sesine hayran kaldım, ve il-sun'un da sesi güzeldi. Müzikler genel anlamıyla sakin ve huzurluydu, hoş.
İyi seyirler.

Dipnot: Kore hayranı genç kızlar için ;)
Rain (Jung Jihoon)