Cuma, Ağustos 17, 2012

Good Bye Lenin!

Good Bye Lenin, politik dram, en azından siyasi olaylar üzerinden giderek içimizi burkan, burnumuza kaçan kola asidi gibi yakan bir film. Öyle ki konusuna değinmem gerek, hakkında pek bir söz bırakmıyor aslında, üzerine konuşulacak filmlerden ama öyle garip bir his bırakıyor. Sanırım ben hala +7 yaş sınırını aşamadım, filmler çocuklar üzerinde olumsuz etki bırakabilir ibaresini görünce üzerime alınır oldum. Bu film de öyle bir filmdi işte.

Konu: Alex adındaki genç, idealist ve sosyalist annesinin kalp krizi geçirmesinden sonra annesinin komada kaldığı süre boyunca değişen Almanya'dan haberinin olmaması için inanılmaz çaba sarf eder. Bu öyle bir noktaya gelir ki kendi Tv Yayınını bile yapacak duruma gelir, çöpten turşu kavanozu aramaya aklınıza gelebilecek garip olaylar işte. Arada komik olaylar olsa da   filmde dramatik bir hava hakimdi. Film boyunca Berlin Duvarı'nın yıkılması, Almanya milli takımının dünya kupasını alması gibi olaylara da şahit olabiliyoruz.


Kendime not: İdeallerin uğruna bazı şeylerden vazgeçeceksen; bu vazgeçilecekler listesinde ailen olmasın.

L'illusionniste

"Sihirbaz diye bir şey yoktur."
Ben sihirbaz değilim, ilizyonistim.
Gibi mesajlarla gönlümü kazanan, sıcak, komik ama sıkıcı bir filmdi. 1 saat sürmesine rağmen geçmek bilmedi o bir saat. Dialogsuz olmasına rağmen izlenir ama sevemedim.



Perşembe, Ağustos 16, 2012

La Haine -Sistem Karşıtlığı ile İlgili Film-


"Bu film, çekimi sırasında ölen insanlara adanmıştır."

Bir grup gencin sisteme olan tepkilerini anlatan filmin konusu kısaca; 
Filmden -Sizi katiller bizde sadece taş var, bizi öldürmesi kolay, şeklinde başlar -Çeviri için raskolnikov'a teşekkürler-

Abdel adındaki genç polis tarafından öldüresiye dövülür ve hastaneye kaldırılır. Polislerden biri silahını banliyöde düşürmüştür. Silahı Abdel'in arkadaşı Vinz bulur ve Abdel öldüğü takdirde bir polisin canını alacağına yemin eder. Hubert, Sayid ve Vinz'in sistem içindeki düşüşünü ağır ağır ama merakla izleten, beklenmeyen finaliyle ise insanı dehşete düşüren, hay anasını!-şeklinde dehşete düşülüyor- bir film.
İzlediğim için pişman değilim, güzel mesajlar da filmin içine eklenmiş -sübliminal?- evet bunlardan bir kaçı ;

 Adamın biri 50. kattan aşağı düşüyormuş her bir kat geçtiğinde: "şimdiye kadar her şey yolunda" diyormuş. Önemli olan düşüş değildir, yere iniştir. -Bir olaya veya işe başlayacağınız zaman şu an ne yaptığınız önemli değil, önemli olanın sonuç olduğunu vurgulamış ve Hubert'in Vinz'i bir polisi vurmaması konusunda ikna çabasının ise temel taşlarından biri olmuştur bu hikaye.
Gelecek Sizsiniz -L'Avenir cest nous- yazısı görülür.
Le Monde est a vous -Dünya Sizin- yazısı da filmin bir iki yerinde görülüyor, sonlara doğru Sayid elindeki sprey tüpüyle "vous" kelimesindeki "v"yi silerek onun yerine "n" yazar, bu şekilde de mesaj Dünya Bizim'e dönüşür ki, Yevgeni Zamyatin'in "Biz" romanında ise tam tersi bireysellikten kopup teknolojiye ve devlete bağımlılık anlatılıyordu. Burda mesajın "Siz"den "Biz"e dönüşümü anlattığım şekilde bir dönüşüm değil gibi görünüyordu filmde.
Tuvaletteki adamın hikayesi de çok güzeldi, bunu da anlatmıyım izleyin en iyisi, adamın dediği bir cümle "Tanrıya inanıyor musunuz? Yanlış bir soru. Doğru olan ise Tanrı bize inanıyor mu?" vay anasını!
İşte böyle bir filmdi.
Oyunculuk konusunda ise elimizde bir adet Vincent Cassel var ama tek başına bir şey ifade etmiyor tabii, Hubert ve Said olmadan bir hiçsin adamım! Tabii ki denge önemli, yoksa ben şu oyuncuya bilmem kaç milyon dolar vereyim de film acaip hasılat yapsın mantığı da yoktu zaten, seviyorum
mesaj vermeye çalışıyordu gayet güzel de verdi mesajını son sahnesiyle.
17 yıl önce çekilen film canım ülkemin 2012'deki durumunu anlatıyor da "bakın, gelecekte bu hallere düşeceksiniz, polisler, ölen gençler-ölen polisler, taş atan çocuklar ve diğerleri..." yapmayın etmeyin demiş film.
Uzattım.

Bu arada sınav yarın açıklanabilir ama yarın da film izlicem tabii! Bir sınav sonuç yazısı, bir de mim benzeri çocukluğunda ne kadar hınzırdın yazısı bir de... şaka yazarım bir şeyler, özlediniz mi gençlik kişisel yazılarımı? 

Çarşamba, Ağustos 15, 2012

This is England -SAVAŞ KARŞITI, ANTI-RACHIST FILM-

Konu: Dostluk, savaş, ırkçılık, sahip olduklarımız, kaybettiklerimiz ; bunlar kelime olarak bir kaç şey ifade ediyor aslında yeterince şey ifade edebiliyorlar, tek başlarına bile anlamlılar. Biraz da içindekiler kısmından sıyrılıp gerçek konudan bahsedeyim ; Shaun adında bir çocuk, okulda itilip kakılır, dalga geçilir, okuldaki kötü bir gününden sonra Woody ve arkadaşlarıyla karşılaşır. Dost canlısı insanlar yaşça Shaun'dan büyük olsalar da genç arkadaşımızı kanatları arasına alırlar. Woody'i kendileri gibi giydirirler -skinhead- dazlak saç modeli, çeteye hoş geldin Shaun! Müthiş bir dostluk ve bağ oluşur bu grupla arasında, fakat Combo hapisten yeni çıkmıştır ve Shaun'u en zayıf noktasından, askerde kaybettiği babasından, vurur ve olaylar inanılmaz bir hal alır.
Yönetmene not: Irkçılığı bu kadar sıcak bir filmle anlatabilmek, tek kelimeyle inanılmaz. Filmin ilk 20 dk'sında gülüp eğlenirken ondan sonrasında ise "topla kendini eğlenmeye gelmedik, burada ciddi bir konuyu tartışıyoruz" havası esmeye başlarken denge inanılmaz bir şekilde sarsıldı. Şahsen kendi fikrim, ben inanılmaz sarsıldım, duygulandım, ağlayacak noktaya getirdi.
Film Little Miss Sunshine'dan sonra izlediğim en sıcak filmdi; mesajını gidilmesi gereken yere de ulaştırabilmeyi başarıyor, bunu da bize  savaşın çocuklar veya yetişkinler üzerindeki etkilerini, ırkçılığı, dostluğu, basit ama bir o kadar da uçuk karakterlerle , kafa karıştırmadan, kesinlikle filmden koparmadan anlattı.

Ben savaş karşıtıyım, bazı insanların pis politikalarına alet olan genç insanlar plastik torbalarda ailelerine gönderilmelerine, bir çerçevenin içinde bayrakla gönül avutmalarına ve diğer bütün lanet olası siyasi propagandalara karşıyım ; bu yüzden param olsaydı  askere gitmezdim, üzgün de değilim fakat para yerine fiziksel ve ruhsal anlamda kendimi askere gidebilecek durumda görmüyorum öyle olmasa dahi gitmezdim. Bu benim kendi fikrim. Filmden veya ordan burdan etkilenerek de konuşmuyorum, ha film etkilemişse yönetmen çok da güzel başarmış, tebrikler iyi seyirler.

Bu arada Hair(1979)-film incelemesi alt paragraf-'da da vietnam savaşını bir grup hippie'nin gözünden anlatıp muhteşem ve bir o kadar da "keşke olmasaydı" dedirten finaliyle, dostluğun anlamını, savaşın lanet bir şey olduğunu çok da güzel anlatan bir filmdi. Müzikal sevmiyor olsanız bile izleyin.
http://www.andycarrington.co.uk/#/this-is-england/4530413604 teşekkürler -

Following -Ters Köşe Film-

Bir Christopher Nolan filmi. Ayrıca Nolan'ın ilk uzun metraj filmi.
Konuya gelecek olursak;
Sürekli insanları takip edip onlardan yeni yazacağı hikaye için birkaç konu toplamaya çalışan bir adam, bir gün onca insan arasından rastgele seçtiği Cobb'la tanışır. Cobb hırsızlık yapıyordur ve bunu para için değil, aksiyon ve adrenalin için yaptığını iddaa ediyor tabii. Bill, Cobb'la tanıştıktan sonra hayatı monotonluğundan kurtulacak ve bambaşka bir ray üzerinde yol almaya başlayacak.
Kendime not: Asla bir hırsızla arkadaş olma, bunu aksiyon ve adrenalin için yaptığını söyleyip sempatik görünmeye çalışsa bile.
Filmden not: Cobb aslında insanların değerli eşyalarını değil, anılarını ve geçmişlerini çalıyordu. Bunu da kendince : Aslında sahip oldukları şeylerin farkına varmalarını sağlıyorum, bazı şeyleri alıyorum ama sahip oldukları şeyleri de fark etmelerini sağlıyorum, şeklinde açıklar.

Following oyuncularıyla, yönetmeniyle-senaristiyle*aynı kişiler, tamamen acemi filmi ama kesinlikle bunu hissettirmiyorlar. Acemilikten kasıt, ilk film olmasıydı. Sağlam senaryosu ile geleceği parlak bir yönetmenin piyasaya atıldığı sinyallerini vermiş zamanında.

Salı, Ağustos 14, 2012

Tyrannosaur -İBRET ALINASI!-

Filmin konusuna yine bir iki cümleyle değinip kendi izlenimlerimi ekliyim, her zamanki gibi;
Filme Joseph adındaki adamın, hayatı, tanrıyı ve insan ilişkilerini sorgulamasıyla başlıyoruz. Joseph, Hannah adlı kadınla karşılaşır, Hannah dindar ve evli bir kadındır, Joseph için dua eder. Joseph, Hannah'ın bu kadar dindar olmasına bi şekilde bozulur, çünkü hayatın ve tanrının adil olmadığı düşünüyor.
Film genel anlamda hayata bir eleştiri aslında. Söyleyecek çok şeyim vardı hepsi yok oldu, üzgünüm.
Paddy Considine'e olan hayranlığım kat kat arttı.
Tyrannosaur, neden Tyrannosaur? diye soracak olanlar filmde cevap alabilirler.
Oyuncular mükemmeldi.
Müzikler de.

Joseph'in söylediği ;
Yaptıklarımdan sonra insanlardan bir sürü mektup aldım, çoğunda "ben olsam aynısını yapardım" yazıyordu, hayır sen olsan düşünürsün, ben ise yaparım. Benle, senin dünyan arasındaki fark bu.
Tek kelimeyle mükemmeldi, her sahne tüyleri diken diken etmeye ve sizi sorgulamak için farklı kapılar açmaya çalışıyordu. Aslında bunu "biz tüylerinizi diken diken edip, hayatı sorgulamanız için uğraşmıyoruz, normalseniz bir şekilde etkileneceksiniz" mesajı vardı sanki.
Kadın-erkek ilişkileri, tanrı, pişmanlıklar, çaresizlik...
Lanet olsun ki fuckin' awesome, film!
Yönetmene not: Sevgili Paddy, yeni tanışıyor olmamız ya da en azından benim seni yeni tanımaya başlamış olmam büyük şans. Bu yeterince mutlu etti açıkçası, bu filmde Shane Meadows havası vardı, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz karakterler, olaylar ve ondan sonra her şeyin çorap söküğü gibi çözülmesi. Bu kurgu için mükemmeldi, 90dk'yı 2 saate çıkarıp seyirciyi karakterlerin detaylarıyla boğmaktansa asıl mesajın verilip noktalanması güzeldi. Gözlerinden öperim sevgili yönetmenim. Takipteyim.
Kendime not: Pişman olacağın şeyler yapma demek, sanırım Barbie'nin fantastik dünyasında turlamak gibi olurdu. Pişman olacağın şeyleri en aza indir. Hayat adil olmasa bile adil olması için lanet suratına iki adet çak, pişman olmak için daha çok gençsin, ileride pişman olacağın bir şey yapacak olursan da hatandan dönmeyi bil. Öperim gözlerinden
Dikkat! Filmi hamileler ve hamilelik riski olanlar, kalp hastaları, çocuklar, depresyonda olanlar, olmaya çalışanlar, intihara meyilli olanlar izlemesin.
İzleyebilecek olanlar; Pişman olanlar, tanrıyla arası kötü olanlar, karısını döven ve ona tecavüz eden o...çocukları, sevgilisiyle yatıp sevgilisinin çocuğuna piç muamelesi yapan piçler izlesin.
Listeden ayrı tuttuğum pek sevgili sinemaseverler ve duyarlı insanlar siz de izleyin ki o kadar pisliğin arasında adınız geçmesin maksat.

Dead Man's Shoes -DEHŞET FİLM!-

Anthony spastik engeli olan genç adam, Richard'ın kardeşi.
Richard askere gittikten sonra tek başına kalan Anthony'i koruyup kollayacak kimsesi kalmaz ve bir grup keşten kötü muamele görür ; taciz, dayak, zorla yaptırabileceğiniz her türlü hayvani işkence...
Richard askerden döner ve kardeşinin ölümüne neden olan bu orospu çocuklarını bir bir haklamaya başlar. Konu bu.

Filmden not: Film boyunca kendinizi seri katilli filmlerin karanlığındaymış gibi değil de farklı bir film izliyormuş gibi görüyorsunuz tabii olaylar bir süre sonra değişiyor, Richard'ın soğukkanlılığı da eklenince ortaya mükemmel bir film çıkmış, bir şey daha ekleyecek olursam ; filmi tek başıma izlesem ağlardım sanırım, beni dehşete sürükleyen şaheserlerden bir tanesi ve hala tüylerim diken diken. Lanet olsun ki eve ailevi bir nedenden dolayı sinirli gelip bile bile bu filmi seçmiş olmam, sinirli olduğum kişileri gölgede bırakıp maktül piçlere öfkelenip seri katilin tarafını tuttum. Dexter'dan sonra ilk defa oluyor, karşılaştırma yapmıyorum ama en iyi kötü adam sıfatını dizi kısmında Dexter, sinema kısmında ise Richard alıyor benim gözümde. Allah kahretsin ki hala dikenliyim, hala sinirliyim, umarım kendimi rüyamda seri katil olarak görürüm de biraz deşarj olurum.
Kendime not: Kardeş candır, bunu bildiğini biliyorum ama bu film de iki kardeş arasındaki bağın ne kadar kuvvetli olabileceğini bir kez daha vurguladı. Ben filmden onu anladım, suçlular cezasını çeker, yaptıklarının bedelini de en ağır şekilde öderler.
Müziklerden bahsetmeden geçemicem, İngiltere'nin muhteşem manzarası -hangi şehir olduğunu bilmiyorum-  ve pek haz etmesem de country müzik olduğunu düşündüğüm muhteşem bir parça eşliğinde başlıyor film.
Yönetmene not: Sevgili Shane Meadows, karakterler hakkında hiçbir şey bilmeden filmin yarısına gelmek rahatsız ediciydi, daha doğrusu detaylı karakter analizi yapamadan 90 dk ekrana kilitlenip olayları 3. göz gibi izlettirmek muhteşem bir zeka örneği. Tabii ki zekanızı övebilecek durumda bile olduğumu düşünmüyorum ama This is England'ı izlemek için yarını iple çekiyorum, sevgiler, saygılar.
Paddy Considine(Richard) yakın takibe alındı, en kısa zamanda Tyrannosaur izlenecek. İlk uzun metraj filmi, bu insanları seviyorum ben, ilk filmleri olup da muhteşem başarı yakalamayı başarabilen insanları.
Bu film hakkında çok çene çaldım, fazlasını hakediyor.

Pazartesi, Ağustos 13, 2012

Insomnia(1997) -Film-

Yönetmen Erik Skjoldbjærg yaptı, ben izledim. Film 1. sınıf polisiye romanı gibiydi. Her sahnesinde, acaba ne olacak? Katil kim?! Oha, olay git gide karmaşıklaşıyor! derken öyle bir yere geliyorsunuz ki katil ve polisin klasik cinayet filmlerinde gördüğümüz olaylarından farklı bir ilişki içinde olmaları da filmin cazibesini arttırmış diyebilirim. 
Film Christopher Nolan'ın da gözünden kaçmamış ve Al Pacino ile Robin Williams'ı aldığı gibi aynı senaryoyu 2002 yılında tekrar beyaz perdeye uyarlamış, aktarmış. Güzel mi yapmış? İzlemedim Nolan'ın elinden çıkanı ama kumalardan haz etmem.
Kendime not : Bu tür filmlerden etkileniyorsun, kızkardeşine verdiğin "dur daha olayı çözcez!" tepkisi de işin balı kaymağı, bu derece kendine bağlayan bir filmdi. Tekrar izlenecek kadar güzel.
Norveç filmleriyle devam eder miyim bilmiyorum ama şimdilik yeterli görünüyor gerçi bir iki araştırıyım sağlam adamlar güzel filmler yapıyor.

Oslo 31. August - Film -

Norveç'e gideceğimden bahsetmiştim, size soğuk ama bir o kadar güzel diyarlardan 2 film getirdim şimdilik. Önceki yazımdaki Reprise'a benzeyeceğini düşündüğüm ama birbirinden farklı hikayelerle ve farklı tekniklerle anlatılan bir film Oslo 31 August.
Anders Danielsen Lie(Reprise'daki Philip) Joachim Trier'in gözdesi, ehehe. Şaka tabii ama yönetmenlerin aynı oyuncuyla devam etme takıntılarına hayranım, kült filmlerin yönetmenlerinin alışkanlıklarını mı devam ettiriyorlar anlamadım. Guy Ritchie de Jason da Jason, adamı aksiyon filmlerinin 1 numaralı adamı haline getirdi sağolsun, Joachim Trier de umarım Anders'i güzel yerlere getirir. Gerçi her şey insanın kendisinde bitiyor..........----> PEEEH! Kalıplaşmışlardan nefret ederim.
Filmde Anders adındaki adamımız uyuşturucu bağımlısı, rehabilitasyondan sonra, temizlendikten sonra demek daha doğru olur, bir iş görüşmesine gider, bir de arkadaşlarıyla tekrar bir araya gelmeye çalışır. Uyuşturuculu filmler genelde mutlu bitmez, verdikleri mesaj ; uyuşturucuya başlayın ve kolayca bırakın yerine uyuşturucuya başlayın ve kolay ölün olduğu için sanırım. Hep bir ibret alma hikayesi görürüz, bu da pek farklı değil açıkçası ama bir Requiem for a Dream ibretliği beklemeyin. Genç adam Anders durumu toparlamaya çalışıyordu, filmin verdiği mesajlar çok güzeldi. Hayata dair eleştiriler vesaire, buraya yazmayı düşünmüyorum izleyin.


Kendime not: Uyuşturucu kötü bir şey, ağzını yüzünü patlatırım, sigara bile içme, alkol olabilir-kendini tutabiliyorsun, sarhoş olmayı sevmiyorsun çünkü denemedin bile-belki bir defa.
Yönetmene not: Son daha güzel bağlanabilirdi, hayrete düşürme fikri çok yumuşak kalmış ve seyirci hayrete düşmeyecektir bu şekilde, şahsen benim gibi katı kalpli bir adam bunu söylüyorsa, olmuş diyebiliriz.
Son olarak: ben bu şarkıyı Drive(2011) da sevmiştim, asansör sahnesinde, bir de bu filmde doğum günü partisinde çalınca oooh beybi durumları yaşattı -gördüğümü duyduğumu unutmam ama isimler çabuk unutulur-
 

Şarkı çok güzel, iyi geceler.

Pazar, Ağustos 12, 2012

Reprise -Film-

Konu;
Philip ve Eric iyi arkadaşlar, bu iki iyi arkadaş kitap yazmaya karar verirler. Kitapları sonbaharda yayınlanacaktır-
Norveç yapımı, Joachim Trier'in eseri ve güzel oyunculukla gerçekmiş gibi hissettirip yazar olmayı askıya almanıza neden olabilecek kadar dramatik bir film.

Siyah fotoya dikkat :)

Yeterince dramatik, hem senaryo olarak da sıradışı. Bana öyle geldi en azından, bilmiyorum açıkçası. Filmin başında, senaryonun tamamını anlatır ama siz sonunu merak edip izlemeye devam edersiniz. Ortalarına geldiğinizde ise flaşback sayılmasa da zamanda geri yolculuk ve tekrarlar yaşatıyor yönetmen, bu bazı yerlerde rahatsız etse de -kaçırılan replik, kaçırılan sahnelere yol açtı- genel anlamda yeterince mutlu bir filmdi, dramatik ve mutlu, üzgün ve mutlu gibi. Karışık!
Yönetmene not: Norveç filmlerine devam, Reprise'dan sonra Oslo 31. August izlenecek, belki de bugün. Yönetmen Joachim Trier'i saygıyla selamlayıp takipte olduğumu bildirmekten mutluluk duyuyorum, bu yazı Norveç'e ulaşır mı bilinmez ama Joachim Trier, devam.
Kendime not: Kari'yi oynayan oyuncu  -Victoria Winge- I love you!!!
Kari'yi sevdim ben.
Filme not: Philip'in psikotik nevronuzuna rağmen Kari'den vazgeçmemesi, mükemmeldi, belki de delilik! Bir insan kendine bunu neden yapar anlam veremedim, odunum ben. Eric'in ise Lillian'ı sevmesine rağmen sırf inandığı birtakım fikirler yüzünden ondan ayrılması hatta arkadaşlarını geride bırakıp ülkeyi terk etmesi, acımasızcaydı. En sevdiği yazarla tanışabilmiş olması güzeldi.
Ben filmi anlamadım mı yoksa çok mu sığ anlattım bilmiyorum ama  ne biliyim hem İstanbul'a yağmur da yağmış, oturun evinizde izleyin derim. 

Snatch. -Film-

Aksiyon filmleriyle birlikte, müzikli aksiyon filmi kategorisini uydurduğum için kendimle gurur duyuyorum. Yine bir Guy Ritchie filmi, bol şiddet, bol aksiyon,  komik dialoglar, komik olaylar ve tabii önceki film Lock Stock and Two Smoking Barrels den de hatırlayacağımız gibi olaylar yine bir yerlere bağlanıyor, yine kanlı şiddetli, önceki filmde de müzikler güzeldi.
Sevgili Guy Ritchie,
Bu güzel filmlere müzikleri seçen kişinin sen olduğunu düşünüyorum, umarım yanılmıyorumdur. Madonna gibi güzel bir kadınla evlenmiş olman da bu düşüncemi destekliyor açıkçası. Madonna'yla 2000 yılında evlenmişsiniz ama filmler 1999-2000 gibi yıllarda çekilmiş, vay anasını! Evet, sanırım ulaşmak istediğim nokta güzel müzikli aksiyon filmi yapmanın Madonna'yla evlenebilmek için gerekli olup olmayacağıydı? Nasıl bağladım ama, Guy? Tekliflere açığım, teşekkür ettim nays to mit ya!
Elimizde 3 yakışıklı var bunlardan biri çingene, biri elmaslı 4 parmaklı adam ve biri de acemi taze kan ve başını belaya sokmayı her şekilde başarabilen bir "dickhead" evet yine Jason Statham!






Konu şu;
86? karatlık bir elmasın peşine takılan bir yahudi, bir rus, bir de domuz çiftliği sahibi bir kodaman varmış. Bu adamlar öyle bir pisliğin içine düşerler ki, analarından hiç doğmamış olmayı dilerler!
Biraz not: Benicio karizmatik adamsın vesselam ama filmdeki ömrünün uzun olmaması üzücüydü,
Jason, sana söyleyecek lafım yok, hala silah kullanmayı öğretemedi bu yönetmenler, peh! Ama performansında iyileşme görülüyor, çekingenliğini atmışsın üstünden yiğido!
Brad, genç kızların sempatik yakışıklısı! Seni kıskanmıyor değilim ama 2012 yılındaki halini değil, tam 2000 yılındaki halini kıskanıyorum, filmi kurtaran kişisin, havalısın, filme 10 numara adam lazımsa senden başkası olmamalıydı zaten.
İyi seyirler.
Kendime notlar: Norveç yapımı filmlerle ilgilendiğini biliyorum bu aralar, altyazı sorununu çöz ve müzikli aksiyon filmi izlemeyi bırak, ha kötü mü? Değil tabii ama Hollywood'tan nefret eden bir bünye İngiliz yapımı filmlerden sonra okyanusu aşıp Amerikan yapımı, bol şiddetli, dandik müzikli ve anlamsız derecede çıplaklık dolu filmlerle karşılaşabilirsin bunu kendine yapma evlat, öperim gözlerimden.
Piyasaya not: Film eleştirmeni olmayı düşünüyorum ama filmi anlatmak çok sıkıcı, onun yerine öyle garip olaylardan bahsediyim ki maç anlatan spikerin yaptığı gibi giydiği ilk krampondan yattığı ilk kıza kadar her şeyi anlatabilirim, paraya ihtiyacım yok.
SOUNDTRACK! : http://www.imdb.com/title/tt0208092/soundtrack

Cumartesi, Ağustos 11, 2012

Lock, Stock and Two Smoking Barrels -Film-

Konu şöyle, şart oldu ya hani ;
Adamlar bunlar.
 4 adamımız var ve kumar masasına oturabilmek için 100bin kraliçeli paradan-sterlin?- toplarlar. Masa 100binden açılıyor. Şahin K'ya rakip Harry abimiz de bu adamları katakulliye getirir ve adamımız 500bin borçla kalkar masadan. 1 hafta sonra parayı getirmezse geciktirdiği her gün için bir parmak feda etmek zorunda kalacaklar, arkadaşları dahil. Adamlar ne yapıp edip bi plan bulmaya çalışırlar-
Bundan sonrası spoiler'e gidiyordu üzgünüm.
Aksiyon seven biriyseniz eğer kaçırılmaması gereken filmlerden, kafa yormanıza gerek yok, komik bile sayılabilir, kan, şiddet ve diğer olumsuz örnek oluşturabilecek her türlü öğe de var içinde. Benim en sevdiğim kısmıysa senaryo ve müzik, oyunculuğu geçtim elimizde bir adet acemi Jason Statham var evet şu filmlerinde kızları götüren, elindeki silahı kullanmaktan çekinmeyen kel ve kaslı biri, kel ve kaslı diyince aklıma çeşitli karakterler gelse de Jason Statham bu filmde acemisin evlat! Filmde silah bile kullanamıyor! Bu bir aksiyon filmi ve muhtemelen Guy Ritchie de ısınman için seni listeye dahil etmiş olabilir, evet iyi yapmış. Bir Taşıyıcı, bir Tetikçi kolay yetişmiyor. Zamanım olsa Snatch.'i de izlerdim, bu kez Guy abimiz kadroya yine bizim acemiyi dahil etmiş, hem de Bradd Pitt ve Benicio Del Toro abileriyle oynamış. Vay anasını! Tabii iyi oyuncular da var ama dikkatimi çeken buydu kızlar, üzgünüm.
Kendime not : Müzikli film diye diye müzikli aksiyon filmi bile buldun ya, helal olsun abicim, gözlerinden öperim, hayırlı işler.
Müzikler şurda ---> http://www.imdb.com/title/tt0120735/soundtrack

Bu arada bugünlerde biraz karışığım, filmlerle kafayı sıyırdığımı düşünmeyin. İyiyim ben.

Perşembe, Ağustos 09, 2012

High Fidelity -Film-


İçinde müzik olan filmleri seviyorum ama müzikal dediğimiz şeyler konusunda seçiciyim ben. Bu film müzikal değil. Müzikli-film ya da teknik anlamda adı her neyse. Kültür adına tek bir damla kırıntım yok, terimler konusunda. John Cusack oynamış, ben de izlemişim. Çok hoştu film, romantik kısmı ağır basmış olsa da güzeldi. Buna rağmen güzeldi hatta çünkü romantizm ve o tür şeylerin film içinde olmasının gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Bu filmde durum farklıydı, o kadar gerçekti ki, filmdeki adıyla Rob(John Cusack) kameraya bakıp size eski sevgilililerinden bahsediyor. Bahsederken de ayrıntıları sizi sıkmadan anlatıyor, teker teker. Flashbackler yaşatıyor, Barry(Jack Black) adındaki arkadaşı da işin komedi tarafıydı. Acayip eğlendim diyemem ama dediğim gibi, müzikli-romantik-komik.
Kendime not : Catherine Zeta-Jones'u gördüğünde, kaç yaşında olursa olsun, tereddüt etmeden dudaklarına yapış. Aynen şu şekilde :') :

Ya da şu şekilde de olabilir T_T, bu kadını seviyorum! 

The Boat That Rocked -Film BOMBAAA!-




Bu film, 1966'nın İngiltere'sinde korsan radyo yayını yapan bir gemiyi anlatıyor. Konu bu.
Ve bu film şimdiden izlediğim en güzel en komik en eğlenceli en duygusal en romantik en seksi en ateşli en bombastik en epik film olmayı başardı bile, epik? anlamını bilmeseaym de çok güzel bir filmdi.
Little Miss Sunshine'dan sonra mutlu olmak için izleyebileceğim hatta her gün izleyebileceğim bir film olmayı başardı. Çok sevdim, mürettebatla birlikte o ana tanık olmak, ne biliyim, aradaki tatlı çekişmeler, muhteşem cumartesiler, harika kutlamalar, sürpriz. Bu film birden fazla şey, beklentileriniz tavan yapmış olabilir ama sesli gülmek ve sesli küfretmek için sabah tekrar izlicem, millet rahatsız olmasın diye içime attım  bir de notum var ;
Radyo Rock yenilmez, Radyo Rock ezilmez ; çünkü Radyo Rock hayat dolu çünkü Radyo Rock müzik dolu!
Rock'n Roll'u hissedeceksiniz millet! Şarkılar mükemmeldi doğal olarak. Her olaya bir şarkı, her karakterle uyumlu bir şarkı çalması, hele bunu radyo aracılığıyla yapıp 30 milyon insanı kendilerine hayran bırakmaları, Sikerim böyle işi adamım!!!
Rock seven biriyseniz de ne bekliyorsunuz? İzleyin edepsizler!

Kendime not : Her mutlu olmak istediğinde bu filmi izle-

Salı, Ağustos 07, 2012

Science of Sleep -Film-


6 yaşından beri rüya ile gerçeği ayırt edemeyen Stephan babasının ölümünden sonra Fransa'ya, annesinin yanına, dönmek zorunda kalır. Kapı komşusu olan Stepahanie ve onun yakın arkadaşı Zoe ile tanışan Stephan'ın hayatı, annesinin bulduğu işle de daha karmaşık hale gelecektir. Stephan Zoe ile Stephanie arasında gelgitler yaşar, Stephanie'nin ondan hoşlandığından emin olamaz bir türlü. Öyle ki gittikçe karmaşık bir hal alan rüyaları, aşık olduğu kadına göstermek için inanılmaz bir çaba sarf eder.
Konumuz öyle. Kendi yorumuma gelecek olursam eğer ;
Film yeterince sıradışı, sıradışı filmleri sevdiğim için bu filmi de sevmiş olabilirim. Dün de zaten rüya ile gerçek arasında sıkışıp kalmamın sonucu olarak bu filmi izlemeye karar vermiş olmam da inanılmaz bir tesadüf. Bazen size de oluyor mu? Rüyanızda gördüğünüz bir şeyi o kadar gerçek yaşarsınız ki, duyularınız bile harekete geçer o anda, hissedersiniz ve bu hissi hiçbir şeye değişemez uyanmak istemezsiniz. Bana arada bir oluyor. Keşke uyanmasaydım! Lanet olsun! Diye gelecekte yapacağım şeyleri rüyamda bitirmiş olmanın hazzını yaşamaya devam etmek isterdim ama malesef ki uyanıyoruz.
Son olarak;
"Aşk ve tereddüt aynı cümlede kullanılıyorsa, hayatınız cehenneme dönmeye başlamış demektir, tereddüt etmeyi bırakıp ne yapacağınıza karar vermekten başka seçeneğiniz yoktur bu saatten sonra." bu da filmin özeti.
Son olarak 2 ;
Ben bu filmi izlemiştim, Stephan'ın zaman makinesinden ve Golden Pony'den hatırladım filmi. Nerde izlemiştim? Ne zaman izlemiştim? Hiçbir fikrim yok! Lanet...

I'm a Cyborg but That's OK! -Film-


OldBoy'un yönetmeni Chan-Wook Park'tan duygusal ve bir o kadar sıradışı bir film.
Konusuna değinecek olursam, kendisini cyborg(insan görünümlü robot-basit anlam-) sanan genç bir kızın başına gelen sıradışı olaylar. Akıl hastanesine kapatılan büyükannesinin ardından, çalıştığı fabrikada intihara kalkışması nedeniyle  güzel kız Young-goon da akıl hastanesine kapatılır. Genç kız cyborg olduğuna inanmakta fakat bunu annesinden başka kimse bilmemektedir. Yemek yememek için direnen, yerse bozulacağına genç kız akıl hastanesinde tanıştığı sıradışı insanlarla kaynaşır ve ondan sonrası ise olaylar işte. Park il-sun adındaki genç adamın kızı farketmesiyle başlayan olaylar, filmin sonuna kadar bu güzel birlikteliğin ve verilen güzel mesajlarla süslenmiş. Sıradışı görünse de film monoton hayatımıza göndermeler yapıyor -filmdeki 7 günahtan biri: Bitkinlik Yasak. Bunun gibi mesajlar da kondurulmuş böylece tadından yenmeyen muhteşem olmasa da hoş ve kaliteli bi film ortaya çıkmış. Oldboy'u izledim mükemmeldi, Vengeance serisini izleyen birini tanıyorum o da serinin mükemmelliğini anlatır durur Chan-Wook adını duyunca fakat bu film diğerlerine göre aşırı normal kalıyor ya da bana öyle gelmiştir, normallik terazim sanırım biraz şaşırmış durumda. Dediğim gibi yeterince sıradışı ama ince mesajlarla fazlasıyla içimizden biri bu film.
Filmde şarkı söyleyen ve çocuk korosuna alınmadığı için 31 yıldır şarkı söyleyen kadının sesine hayran kaldım, ve il-sun'un da sesi güzeldi. Müzikler genel anlamıyla sakin ve huzurluydu, hoş.
İyi seyirler.

Dipnot: Kore hayranı genç kızlar için ;)
Rain (Jung Jihoon)

Pazartesi, Ağustos 06, 2012

City Island -Film-


Filmin direkt konusuna girecek olursam ;
Küçük bir adada yaşayan sıradan görünen ama bir o kadar da sorunlu bir ailenin hikayesi. Ailenin bütün fertlerinin sırları var ve bu sırlar gizli kaldıkça büyüyüp sıkıntılı hale gelmeye başlıyor ne yazık ki.
Filmin son anları haricinde pek bir kopma noktası veya dur şurda bir değişiklik olsun da neşemiz yerine gelsin diye beklemeyin. Son çok güzel bağlanmış ama sırf sonunu görmek için izlenebilir.
Lars and the Real Girl'de izlemiştim Emily Mortimer'i, iyi oyuncu, City Island filminin de anahtar noktası.
Andy Garcia, ne yazık ki Godfather serisini izleyemedim ama Ocean's serisindeki Terry Benedict rolüyle sevdirmişti kendisini, diğer filmleri de izlenir adam işinin hakkını veriyor.
Uzatmanın anlamı yok, diğerlerine haksızlık oluyorsa da kusura bakmayın gençler.
Konu  - 6/10
Oyunculuk - 7/10
Müzikler - 8/10
Vakit geçirmek için izlenmez, boş zamanınızda ise takılın ya kafanıza göre.

Pazar, Ağustos 05, 2012

Ben Ölmeden Önce...


Umarım CandyChang blogundan alıntı yaptığım için kızmaz, link şurada : http://candychang.com/

Bu öyle bir proje ki duvara yazılan Before I Die...dan sonra bırakılan boşluğa sade vatandaş olarak gidip yapmak istediğiniz şeyi yazıyorsunuz, proje birçok ülkeden destek görmüş, acaba diyorum... Yok boş ver, Türkiye'de de mümkün olabilir mi? diye ama sosyal mesaj vermeden çekip gitmem, biz o duvara hayallerimizi yazamadan ölmüş veya tutuklanmış oluruz.
Stumbleupon'da buldum, blogcuysanız Stumble çok güzel. 

Öeh'lerden Beğen

Öeh,
  •  Tercihler dün sondu sanarken ben pazar gününe girmiş olmamızı şaşkınlıkla karşıladım an itibariyle.
  • Tercih yapıldı, bol dua alındı, annem de gitmiş dua etmiş bol bol, sağolsun, bütün dua edenler. İnşallah kabul olur da biraz yüzüm gülsün yea :) -şu smiley'ler işimi görmez oldu.
  • Cuma günü bir de Batman'i izledim ki beni o anda görmen lazımdı, kendimden geçiyorum ben film izlerken, evet bu yüzden de yalnız izlemeyi tercih ediyorum. Millet psikopat olduğumu düşünsün ama bari somut olarak görmesin.
  • Bilgisayarım Cumartesi günü pert oldu, dün oluyor bu tarih, kafamdaki takvim karmakarışık. Tam tamına 8 saat! Yanlış duymadınız 8 saat boyunca uğraştım, yüzümü bile yıkamadım bilgisayarı yapcam diye, alakası yok ama yıkamadım, gözlerimde garip yapışkan şeylerden vardı, çapak dedikleri. Çapak demeyi sevmiyorum ben. Çabalarım sonuç verdi, ve 2 komşunun 2 bilgisayarı sayesinde oluşturduğum Linux Mint Maya DVD'sini yükledim, Linux Mint ailesine sevgilerimi yolluyorum, param olunca bağış yapacam söz veriyorum buralardan.
  • Bıkkın bezginim bilgisayara olanlar yüzünden, denemediğim işletim sistemi mi kalmadı? Etmediğim küfür mü?! Bol bol sinirlendim, stres oldum. Babam da arıyor gurbet ellerden "N'apıyorsun?" "hiç baba bilgisayar bozuk, ehe :'). Yapıyorum ben de, dedim. Olmazsa da götürürüm tamir etsinler" diyince "götürme..." dedi en üç noktalısından. Öff sonra da anladım ben sorunu, bizi msn'de görüyor anca, caney yea! :') Bu yüzden de sıkıntı yapmış, bayram bayram da Suudi hükümeti katı katı kurallarıyla ezerken babamı, napsın olum adam dört duvar arasında, anca benim maymunluklarımı görür msn'de, kardeşimden beterim, yarışırız! :D *bu kısım abartı değil ama coştum kabul
  • Hea, bi de kuzenim sözlendi, yeah! Ama beni davet etmedi, kendi kardeşi bile gitmedi nasıl sözlenmedir bu allasen? Ama nişana davet ederse giderim, yoksa? Nişan olmadan mı evlenecek? O zaman düğün? Neyse, mutlu olsun tek derdim düğün olsun. Severim kendisini, bayılırım, devrimcim benim yea yoldaşım cınıms! -bu ara çok emoyum kurtarın olum beni! Cinsiyetçi değilim ama herkese olum der oldum, oğlum yani! Yardım?! 
  • Doktora gidcem gidcem diye diye diye, gidemedim, en iyisi doktor fikrini yok etmek kafamda, kendimden başka kimseye ihtiyaç duymak istemiyorum. 
  • Hea, bi de amca mevzusu var ki tadından yenmez; iğrenç yani o anlamda. Vasiyet, veraset, toprak, mal, mülk... canınız cehenneme sizi lanet olası koca kıçlı açgözlüler! 
  • Film de izleyemiyorum ki, hayatım film ahahha klişeye de bağlarım.
  • Evet, müzik, film, ne gördüysen hepsi silindi gitti harddiskten. Napıyım ben şimdi? Ha fotoğraflarım ve müziklerim telefonum sayesinde kurtuldu. Telefonla birlikte gelen 50 gb'lık BOX cloud ile birlikte*Box Cloud 50gb'lık alan sunar ve her şeyinizi bunun içine atarsınız, böylece silinmezler :) çok yakışıklıyım bu arada, şaka yapıyorum. Film demiştim en son, 120 gb'lık arşiv, kolay değil ne yönetmenler, ne güzellikler gördü 120gb ama olamadı kıydım, neşter darbesini şah damarına saplayarak.
  • Harddiskim 47derece, İşlemci de sapıtıyor arada 80'i görüyor, ebesini de göstercem ona sanırım termal macunu erimiş gitmiş ya da fan tozlanmış, who knows?
Bugün Jove'un doğum günü, kutlayamanın kulağına rapido kalem kaçsın beyni mürekkep dolsun. Ben kutladım. Mister Mustache ile birlikte :-{
Gecenin bu vakti ne mi yapıyorum? Hiç, müzik sadece.

Cuma, Ağustos 03, 2012

Batman: Kedi Kadın -Oh Baby- Uyarı:Küfür içerir

Selam,
Dün neler oldu neler sayalım bir bir;
Akşamından ayarlanan sinema planlarıyla birlikte canımıniçinin endodermi dostum Şahin'i mesaj yağmuruna tuttum. Sinema planı yapıldıktan sonra anneyle para konusunda anlaşamadık başlarda ama sonunda 200 lirayı cebe indirip gittik, tabii ki harcamadım. Şahin bizim eve yakın değil, bu yüzden dolmuş şoförüne onu yoldan alacağımızı söyledim, sağolsun amcam kırmadı aldık adamı.
Sinema salonu için Avm'yi seçmiş olmam benim eşekliğim ki bilmiyordum böyle olacağını 3D seçenekli tek film Buz Devri'ydi ki biz Batman için gitmiştik. Batman için 3 bilet aldık ve arkamıza yaslandık tabii, çok eğlendim film boyunca,seriyi izlememiş olmam konu ile bağlantı kuramama sorununa neden olmasına rağmen bile sıkılmadan izledim ama karakterleri tanımıyor olmak sıkıcıydı. Film boyunca Anne Hattaway'den ne kadar nefret edilebilir, neden nefret edilir diye düşünürken bir kaç kelimeyle anlatıyım ; kadın ateşli olabilir evet ateşli ama bana fazla egoist geliyor, ben yaparım ederim gibi, küçük dağlar benim, büyükleri de babamın gibi anlatabiliyor muyum?! Bu yüzden sevmiyordum kendisini ama Kedi Kadın rolüyle tavlayınca beni, Bruce'u her öpüşünde ise sesli sesli "KEVAŞEE!" diye bağırınca, hatta filmde bir karaktere sesli sesli OROSPU! diye bağırdım ki salonda az kişiydik. Filmin sonunda ise yaşadığım mükemmel olmayan şok, çünkü tahmin etmiştim, Şahin'e ve kardeşime dönüp "gördünüz mü lan?! valla tahmin ediyordum!" diye tepki vermeme neden oldu, filmin devamını bekliyorum umarım bu kadar eğlenceli olur, keşke Joker'li kadar iyi olaydı ama Heath Ledger işte, bizi terk etmeseydin bu kadar erken be hacı!
Yemek yemeğe gittiğimizde ise ramazan nedeniyle boş olan mekanlar ki buralar karışık inançlara ev sahipliği yapmasına rağmen bu durumdaydı. Mekan seçiminde kardeşe güvenince yaşadığımız hayalkırıklığı ve bozuk mide cabası. Eğlendik, mutluyum, arkadaşımla kardeşimle vakit geçirmek güzel. Antalya'dan İzmir'den de gelen arkadaşlarım olunca da değmeyin keyfime, bu ara çok çok sosyalleşme derdindeyim evden çıkınca kendimi "sirkte kapalı tutulduktan sonra bomboş savana bırakılan aslan yavrusu gibi hissediyorum" ürkek biraz ama yeterince adapte olabilen bi şekilde.
İlacı hayatımdan çıkardıktan sonra da hayatımda birkaç şey değişti gibi, en azından ilacı bırakmanın faydasını gördüm de ne zamandır doktorla görüşmek için güneşin biraz sevimli hale gelmesini bekliyorum. Bu sıcaklarda çıkılmıyor.
OSYS ise bekleniyor dört gözle, umarım sonuç beklediğim gibi olur annem bugün bol bol dua etti de ben çıkamadım işte.
Kendime iyi bakıyım, en azından şu sindirim sistemim toparlasın kendini.

Salı, Temmuz 31, 2012

Sony'den Haber Var!!! -TEKNOLOJİ-

Selam millet!
Bomba gibi bir haberle karşınızdayım tabii bu haber sadece Sony Ericsson sahiplerini ilgilendiriyor.
Geçtiğimiz aylarda Sony'den büyük bir atak geldi ve 2011 Xperia serisi telefonlarına Android ICS güncellemesi getirdi. Facebook entegrasyonu ve performans iyileştirmeleri derken bazı kullanıcılar problem yaşayıp GB'ye geri döndüler, ben hiç sorun yaşamadım şahsen arada ram'den dolayı çektiğim sıkıntıları gözardı ediyorum, seviyorum telefonumu. İnternet bağlantısıyla ilgili de bir bağlanamama sorunu oluyordu onu da halledince şirket, gözümde büyüdü çekikler!

Geçtiğimiz hafta içinde Sony Facebook ekibinden gelen bir açıklama bütün Xperiaseverleri üzdü. Açıklamada 2011 Xperia'ların Android 4.1'e yükseltilemeyeceği yönünde, gelen tepkiler mi büyüktü, kullanıcılar mı iyi örgütlendi bilemiyorum ama Sony ekibi yaptığı son açıklamayla 2011 Xperia serisinin 4.1'e yükseltilebileceğini açıkladı, sevgili çekik Sony ekibi ve çekik olmayanlar, seviyorum sizi ulan!
Sony'den gelen son haberlere göre, Sony Tablet S serisinin ikincisi daha ince ve daha hafif olacakmış, adı da Xperia'lı bir şey olacakmış. Nvidia'nın Tegra 3 platformunu kullanacağı dedikodular arasında, dedikodular haklı olabilir çünkü 1. nesil tabletlerinde Tegra 2 kullanmışlardı, bu tablet için de bir Tegra 3 düşünülmesi pek muhtemel.
Asus'un T700'ünden daha güzel olursa Sony Xperia Tablet S, piyasaya yeni bir soluk getiren Sony'nin işleri kızıştıracağını söyleyebiliriz.

GB:GingerBread, ICS:Ice Cream Sandwich
Güncelleme tarihi konusunda kesin bir bilgi yok ama tahminlerim 3.çeyreğin sonları yani Eylül gibi elimizde olur güncelleme, umarım performansa ve ısınma sorununa çözüm bulunur, arka planda açık kalan uygulamalar da 4.1'de manuel olarak tamamen kapatılabiliyor.

Trainspotting -Film-

Uzun zamandır film izlemiyordum, uzun zaman dediğim Ankara'ya gittiğim günden beri, tv'de bile izleyecek bir şey olsa izleyen ben, akşamın serinliğine bırakıyordum kendimi, gündüz de malum bunaltıcı sıcaklar ve lanet diğer şeyler. Lanet diğer şey yok aslında sadece bir nevi toparlanma, silkinme ve onun gibi şeyler işte.

Trainspotting bir Danny Boyle filmi ; Slumdog Millionaire'i izleyip etkilenmemek mümkün değilken neden Trainspotting'i daha önce izlemedim? diye de kızdım kendime aslında.
Filmde bayağı uyuşturucu, seks ve argo var hatta bayağı iğrenç şey de. Bunları söylemek istemiyorum ama mideniz ve kalbiniz varsa izlemeyin ki ben ikisini de aldırmışım, organ mafyası tarafından kaçırılışımı anlatmadım size tabii nerden bileceksiniz, organ mafyası da tanıdık, Hacethill adında ilginç bir hastanenin garip çalışanları, devlet onlara doktor diyor, hayatımı kurtarmış olsalar da birtakım şeylerden muaf olmama neden oldukları gözardı edilemez, duygusal anlamdaki hiçlikten bahsediyorum. O zamanlar o kadar çok şey yaşamışım ki, hiçbir şey ibret alamaz duruma geldim "ok ok Requiem for a Dream" hariç.
İzleyin derim, film sayesinde de çok fantastik hikayeme göz atmış oldunuz, iyi seyirler.
Nasıl oldu bilmiyorum ama donuk adamın teki oldum.


Pazartesi, Temmuz 30, 2012

Anlamlı 10

Tercih yaptım sonunda, bu yazıyı duvarında paylaşıp dua eden 10 sevap bonusu, blogunda payl...şaka yapıyorum ama dua edin, en adi dilenciyim şu an ama dünyanın en sempatik dilencisiyim sadece dua istiyorum, karşılığında verecek bir şeyim yok, mutlu olurum en fazla.
Nereleri mi yazdım?
İzmir
Trabzon
Mersin
Isparta
Konya
Bunlar ve diğerleri de ;
İzmir
Yine Mersin
Bu listeden bir şey anlamadım olum sigigit diyen olursa da saygı duyarım, ben bol bol çiziyorum bu arada, çiziyorum ama bilinçsiz hani. Teknikleri anlamadan bilmeden, şu çizim işini ilerletcem önce! Antakyaya gidip foto çekmeli bol bol, sokak çizmem ŞBP için faydalı dedi Ustam, yeni bir usta edindim kendimi o sadece gökçe, şimdilik bu kadar.
Eren Sensei, Gökçe Sensei - yardımlarını esirgemeyen insanların yanaklarını seviyim!

Pazar, Temmuz 29, 2012

Rastgele 2




Abi bombasın ya!
Kazandığımı öğrendiğim an bu şekilde kendimden geçerim, deliririm, çıldırırım, o zamana kadar sessiz sakinim.

Cumartesi, Temmuz 28, 2012

Gecikmiş Olan - 27.07.2012

27.07.2012
Eah, böyle giriş yapali uzun zaman olmuyor ama sorun değil. Bugün kesin tercih yapmaya kararlıydim ama yapmadim. Çok açgözlüyüm kahretsin. Muhendis olmak istemiyorum hele hele dandik olarak görülen mühendislikler canım ulkemde. Peyzaj mimarligini da düşündüm, ankarada veya izmirde yaşamak bana vegas havası yaşatacaktı ama hayır ne istediğimi biliyorum artık. Ne üzerinde uzmanlasabilecegimi, deliler gibi kastiracagimi. Mimar olurmuş benden ama tembel sorumsuz ve umursamaz birinden mimar olmaz olursa da kapının önüne koyarlar twitterdan bir kap su dilenirsin. Mimar olmazsam da en yakın ihtimali şehir plancisi olcam, dubaide fıstıklarla yicem paraları görürsunuz. Arap şeyhlerinin kankitosu olcam. Lüksün dibine vurcaz beraber ; gözüm yok işin şakası bunlar ama olursam zengin biri çok zengin, kesinlikle sakin bi hayatım olsun. Olmalı. Işte böyle birşey ki ; Sabah ortalığı karıştırdim ben ama her şey kontrol altında. Kardeşim de benimle iyi geçinmesi gerektiğini öğrendi. Annem de "etrafına zarar verdiğinin farkında misin?"larla gelince. Ilacı bırakmakla doğru bisiy mi yaptım ki, koy rahvan gitsin. Ilaç asabiyetimi gideriyordu sadece ama asabiyetim, gerginligim tercihler yüzünden başka da bisiy değil, ha bi de arkadaşlarım yüzünden, hangi birini aramak konuşmak istesem müsait olmuyorlar ya az arkadaşım var ya da gerçekten müsait değiller. Ikisi de doğru malesef. Bu sefer çılgınca eğlenemedim ama bisiyler ciziyorum ben. Böyle kafama göre, karikatür gibi ama değil, Jove sayesinde oldu bi de Heidi(tavşan olan). Iyi geliyor, kafamda deli gibi dönüp dolaşan şeyleri ciziyorum hemi de paintte. Kalem boya almaya para mı var? Öyle öyle eğleniyorüm, Ankara fotosu atacaktım ki vazgeçtim. Üzerinden günler haftalar geçmiş güncel değil. Belki çizim atarim da bırak yeaa boşver Gerginlik atlatılsin, bol bol eğlenelım ve dua edin Mersin olsun ben ediyorum bol bol. Hadi si ya.
Kasabian - Shoot the Runner gelsin.

Çarşamba, Temmuz 25, 2012

Rastgele




Rastgele ve güzel bir parça.
Kasabian seviyorum ok, bağımlısı oldum ama arada böyle güzellikler, rastgele dinlemeler lazım.
the Black Keys var sırada, gruba ısınamadım tam olarak, bazı parçalarını sevsem de bazılarına "bu ne la?" diye bakıyorum, böylece sevmem mümkün olamaz gibi ama sevebilirim. 

Anlamlı 9

 Halk arasında kabul gören tek duygu, mutluluk.


Kasabian - Happiness

Salı, Temmuz 24, 2012

Delirmeme Ramak Kalmış -Bu ben diilim!

Öeeeh, bu ara garip hissediyorum. Mutlu gibiyim anasını satiyim, hani ne biliyim arada gergin oluyorum. Midemi bozmuş olmam ya da insanların garip bakışları umrumda diil. Bunun olması içinde ilaca gerek yokmuş, yani böyle hissetmem için. En kısa zamanda doktorumla konuşmam gerek.

Dershaneye gitmem için annemin terlikle dalması gerekirken bugünlerde acaip duygular içindeyim, arkadaşımın aramasıyla kendimi dershanede buldum. Ne umdum ne buldum, yoo tercih için diil, kısmet arıyorum ben. Evleneceğim kız üniversite tercihini yapmak için gelmiştir diye arandım falan yooggghh! 
Dalga geçiyorum yahu ama ciddi anlamda sosyalleşmek için çıktım, kalabalıktır diye gittim, tercih yapmayacaktım ama parmak sayısı kadar insan vardı. Erkek olanları eleyince de, potansiyeli olan kızlar vesaire derken, ı ıh bana ekmek yok bugün. 
Çok acıktım kendimi markette buldum, şu soğuk çay-artizzz ice tea yazmıyoo milliyetçii ııyyy diyenler olursa yakarım eheh şaka- aldım, bi de erkek modellerin oynatıldığı büskevitten aldım, daha doğrusu kek ama içinde böyle marmelat falan var, ooh mis. Köşeye çekildim bi güzel yedim. Bunları neden anlatıyorum, çünkü sıkıntıdan ölüyorum. Film izleyecek havam bile yok, ben direkt sosyalleşeyim artık yea. 
Tercih yapmadım demiştim, rehberlikçiye gittim ve şöyle dedim ; 
-Hocam sizi taciz edebilir miyim? 
+Tamam ama şimdi işim var birazdan, dedi. Gülmekten öl öl öl sen, kedi olsa bitirmişti hakkını, o kıvama geldim dershanede. 
Bir de bi çakmak buldum, duvar kağıdı, tabela, kapı kolu ne varsa yakıyorum.
Şeftali buldum sınıfların birinde, yedim o derece açtım.
Yanımda sınıf arkadaşım-kız- varken markette beyler diyen kadına ; 
-Beyler dedi puahaha dedim. Kadın üzüldü, alındı bişiler oldu. 
+Üzerine mi alındın? diyince de. 
-Gayet güzel üzerime alındım diyip dalga geçer şekilde güldüm amk psikopat karı, iç ses(amına koyarım kadın! laf mı sokuyon göt pezevengi?!) diye küfrettim, bayram bayram doğru değil yaptığım biliyorum ama laf sokmaya çalışmayın, hoş olmuyor hani. 
Başka da bir şey yoooh, kazandım mı bilmiyorum ama beni bu 3 ağustostan sonra garip olayların beklediği kesin, bekleyip görecez.


Kasabian dinliyoruz gençlik! 
Kasabian - Neon Noon

Böyle bir şarkı yok hacı, dinlemeyenin kulağına kulağakaçan kaçsın.
Günün yorgunluğunu atmak için birebir, hele böyle takacan kulaklıkları bırakacan kendini sakinleşip böyle terapi gibi bişi.

Anlamsız 17

Gecenin bu saati OSYM'nin sayısal verilerini inceliyorum, delirmedim henüz ama Kasabian dinleyelim.
Velociraptor - Kasabian 


"Velociraptor!

He's gonna find ya!


He's gonna kill ya!


He's gonna eat ya!
"



Öğrenci milletini ne velociraptor ne t-rex yer, yese yese osym yer. Beyin arayan zombi gibisin osym, yapma bunu bize allahını sevdiğim.

Pazartesi, Temmuz 23, 2012

Neler Oluyy Yeaa?!

Bugün tercih yapmaya gitmeyi düşünüyordum ki gitmedim ;
Ordan burdan mesajlar yağıyor, internetim de borçtan kesik. Eeaah, ne oldu la yine?! diye düşünürken, arkadaşlar, kuzenler hepsi ağız birliği etmiş napmış bunlar anlamadım ki, lys sıralamalarında hata vağğğr! diye isyanlara girmişler. Dedim ben dedim kesin bir aksilik olacak diye dolanıp dururken, eeaah yeter ulan olmadı yabancı dilden giderim puahaha diye rahatlığımı kanıtlama çabası içine girdim, annem ayrı strese girmiş zaten. Sonra baktık ki öyle bir olay falan yokmuş, sıralamam öyle kalsın hacı eğer mümkünse de biraz üst sıralara alın beni* rica yahu.
Bu arada dün akşamdan beri Suriye'den bomba sesleri geliyor, deniz kenarında yaşayan vatandaşlar ise yerin bile sallandığını iddaa ediyorlar. Ah ulen ah, ben kazandım da savaş mı çıkacak, şehid olacayim amk!
Eeaa, bi de 7 şiddetinde deprem bekleniyor, hah bu da oldu?! Umut kazansın deprem olsun ama sonra manşet olsun, gazetelerde yüzü gözü toprak içinde kalmış şekilde, ondan sonra da adına okul yapsınlar, lan eğer ölürsem internetteki hesaplarımı Re-l'e devrediyorum. Devir ok ama ölmem la kolay kolay, daha buralardayım, daha şehir planlama okuyup güzelim şehirlerin ebelerine dalcam durun siz :') şaka daha güzel daha mutlu olun siz diye uğraşcam, çocuklarınız parklarda tepinsin, su kanallarına bol bol düşüp boğul...şaka yeaa. Başka napıyordu şehir plancılar, yok korkmayın ben Dubai'ye gidiyorum, iş ilanlarına bakıodum da 8000 dolar neaayy?! oha o parayla altıma bir volvo s60 çekerim hacı, hiç de acımam. Kapitalizm? Kim ne nerede? Fakirim şimdilik de yarın bir gün iş bulayım paranın ebesine dalcam :') tek başıma yicem! Size yoooh?!
Olum kazandığım kanıtlanınca ben tam deliririm, söylentisi bile güzel ama dimi?
Bu arada ben bazı insanların güya kalbini kırmışım, güya üzmüşüm, güya bişiyler olmuş, her zaman tekrarlıyorum dostlar, ben karanlık tarafa geçtim geçeli kimse bu halimi beğenmez oldu -şaka len karanlık yok ama öyle bi söylenti yayınca da-
Evet yeterli
Kasabian dinleyin bol bol ;
 "Teenagers are better than that. I want to tell them to be positive about life. You've been brought up well by your parents, so don't sit around in your bedroom cutting your wrists. Grow up."*
Tom Meighan adamımsın, cansın, bir denesin! Manyak herif! Adam haklı beyler!


Ben çok şımardım lan?_!


Kasabian adlı grup, yol arkadaşlarım benim, can yoldaşlarım, depresyondan çıkaran, manyaklığa sürükleyenlerim. Tek kötü şarkınızı bulamadım olum manyak mısınız lan siz?!
Bir yazı yazmalı Kasabian hakkında. Dinlemediğim şarkıları kalmadı, başa sarıyorum albümleri tekrar tekrar!? dinlemekteyim, takipteyim. KERETALAR!

Pazar, Temmuz 22, 2012

KAZANDIIIIIIIIĞĞĞĞM! -sanırım-

Cuma gününden bahsediyim biraz ;
Sabahın ilk saatleri veya onun gibi zamanlardan biriydi, sınav sonuçları açıklanmış abi hadi bakalım, diyince kardeş ellerim titremeye terler boşalmaya başlamıştı. Nereyi istiyordum ki?! Hep gelme ihtimali olan yerler yani ama hep bir tereddüt onlar da olmazsa ne yazarım amk?! şeklinde. Telefonu aldım elime, osym'nin sitesine nasıl daldım bilmiyorum. Kimlik numaram, şifremi girdikten sonra sn'ler içinde açılan sayfa ve netlere sorulara bakmadan aşağıya kaydırdım ekranı tek hareketle. Gördüğüm puan ağlatır ama sıralamam o kadar güzeldi ki, hayal mi lan bu?! Osym yine hata mı yaptı amk!? diye düşüncelere daldım sonra hemen uzaklaştırdım o düşünceyi kafamdan. Kardeşime sarıldım, sanırım kazandım oluuum! diye koltuğu yumrukluyor, yerimde zıplıyordum. Dil puanım ise o kadar iyi olmasına rağmen sıralamada gördüğüm hayalkırıklığı kardeşimin de yüzüne yansıyınca bi terslik olmaması için dua ettim ama kardeşimin sıralaması iyi değildi. Lanet olsun!
Cuma günü, bayramın ilk günü. Yolda giderken "allahıııığm, tanrııığğm yarebbiiim, diye başlayan ve bol bol şükreden bir insan gördüyseniz Ankara sokaklarında, o bendim!
Otobüste tanıştığımız çocukla takılacaktık, Kızılay'a gidelim derken 100. yıl dolmuşlarına bindik. Ondan inip Kızılay dolmuşunu bekledik. Kızılaya gidince de, ne Kızılay'mış amk çocuğu nerde bulcaz la biz!? diye etrafa bakarken, güvenlik görevlisi tarafından uyarıya maruz kaldık. Lanet olsun, sadece telefonla konuşuyordum adamım! Neyse devam ettikten sonra çocukla da karşılaştıktan sonra bol bol yürüdük, bol bol susadık. Kardeşle ben ayakkabı aldık, alasım yoktu ama ne biliyim annem al diyince bayram bayram yepisyeni kunduralarıma kum doldurmanın sevinciyle ayrıldım o gün, zaten sınav sayesinde mutluyum. O gün Ankamall'de uzun uzun dolaşıldık, electro world, d&r falan talan ettik resmen bişiy almadık ama denedik hani d&r'da bile denedik oyuncaklar vardı :') alamadım hayvanoluhayvan oyuncakları 20liraydı, çok acıklı alamadım. Onun yerine dvd aldım 3 adet. Bu iyiydi işte, sonra Bahçelievlerde aç karna içilen birayla tamamlandı günümüz, ilk defa sarhoş oldum. Ziyan mı olsaydı?! Olmadı ziyan falan ama ben resmen mutluyum, alkol falan da kesmez artık eheuehueh!
Bu arada arkadaşlarımla konuşurken değiştiğimden bahsediyor olmaları sinir bozucu, insanız arada ayarlarımızı değiştiriyoruz, format atıp güncellemeler yapıyoruz, yepisyeni yazılımlarla artı veya eksi yükler katıyoruz kendimize ama bu kadar sinir bozucu olmamalı bu değişmişsin lafı, değiştim de sana mı değiştim amk! Peh!?
Cumartesi ise bütün gün evdeydik, benim salaklığımla bozulan midem bir olup kara gün yaşatmayı başardılar ya daha n'olsun? Ağzıma sıçıldı resmen, PES atalım dedik kuzen ve ev arkadaşıyla, ok yenildik ama iddaa ettikleri kadar iyi diildiler! Nihhuhuahuaha!
Pazar günü de evdeyim, arkadaşlarım geldi, takıldık.
Sınırdan bomba sesi gibi sesler geliyor, umarım yanlış bişiyler olmuyordur.
Yarından itibaren tercih yapabiliyoruz, herkesin tercihine saygılı olun anneler-babalar! bakın çocuklarınızın hayatınıza yön verirsiniz falan ama çocuk 3.000 lira kazanmak yerine 1.000 lira kazanıp sevdiği işi yapmak istiyodur. Yapmayın etmeyin elleşmeyin, bakın örnek alın bizimkileri. Kardeşime bişiy dediler mi "yooo" peki bana!? bana bişiy "yoooohhh!" kafama göre takılıyorum ben hacı, çok raadım yea, öööff dur göbeğimi kaşıma efekti ekliyim ok.
Mutluyum ve evet kazandım!

Perşembe, Temmuz 19, 2012

Ankara Özet Geçildi

Kardeşle bindiğimiz otobüsün hareket saatine, 2 güzel saat vardı.
Avmlerden nefret ediyorum, hea şöyle bisiy her şey birarada bilmem ne, sevmiyorum. Çok gereksiz geliyor bana, açıkçası istemsiz nefret.
Hamburger yedim menü 8 lira double bilmem neler, ben 10 lira ödedim el kadar yemeğe. Saçmaladim.
Otobüse binmeden önce milyon foto çektim de atılmiyor eposta ile. Hadi başka zaman..
Eea, başka n'oldu? Sana sormuyorum sesli düşünüyorum, he otobüste rapçi çocukla karşılaştım ki çok ilginçti, kardeşim kotugunu boş bıraktığında çocuk yanıma oturmak istedi ve hayat hikayesi de devamını getirir tabii, rap yaparım ama dinlemem diyor. Takıldık otobüste ben sızdım beni pozantıda uyandırın dedim ama aksaraya gelmişiz. Oh my.
Aksarayda aç kaldık, kahvaltı tabağı 9lira ve ben çikolata aldım sonunda, fuck.
Açlık zor, oruç yarın başlıyor allah sabır versin.
Ankaraya yetiştikten sonra da arkadaşla takıldık ya da o bize takıldı. Tabii gasp edilme fikrini kafamıza sokmayaydı iyiydi, sihhiyede geldi babamın başına, neyseki ucuz atlattı, yaralanmadi,maddi zarar da yok.
Eh, kardeşle ben topuklari yaglayip arkamıza bakmadan hastaneye koştuk.
Bundan sonrası sıkıntılı.
Hacettepeye memleketten sevk aldım.
Çocuk onkolojiye alamadım çünkü yaşım geçmiş, çocuk diilim.
Yetişkinde de randevum yok ve sevkim kabul edilmedi.
Rapor çıkarmayi denedim olmadı, çünkü giriş yapmadan rapor çıkarılmaz. Acıklı.
Numuneye gönderdiler gittim.
Ibni sinaya gittim
Dışkapı ulusa gittim, aynı gün içinde 70 lira taksi ve yol psrasiydi. Artı olarak işlerimiz hallolmadigi halde, annemin telefonla arayıp stres olması ayrı bir sıkıntıydı. Dayanamayıp geldi o da devamı
Ikinci gün
Akşam çıkan anne sabah Ankaraya yetişmiştir, böylece yine yorulmalar gerilmeler. Annem çılgın.
En sonunda keçiörene kadar gittik, bardağın taştıgi noktada annem hekime kızınca "Sağolun hocam elinizden geleni yaptınız" diyip yatıştırdim ortamı.
Ordan ayrılınca da atatürk eğitime gittik ve orda kaldık, hastane güzel, personel iyi anlayışlı, ne biliyim hoş ortam.
Tahliller yapıldı, tomografi çekildi. Tertemizim lanet olsun bu sene de aksiyon yok, şaka şaka bu yaşadıklarım bi sene yeter.
Anne ile taban sisirdikten sonra "biz buralardayız biraz gezcez" dedik ve annemi yarın sabah memlekete yolluyoruz.
Gezmiş sayılırım ama sadece hastaneleri;
Tespit :
Beytepeyi görmedim ama Atatürk Eğitim mükemmel
Hacettepe eskisi gibi değil :'"''(
Numune yardımsever insanlara ve kanatsız melek sekretere sahip
Ibni sina mükemmel ama biraz daha cool takılan bi yer gibi geldi, hacettepeyi sevmiyor olabilirler, haklı da olabilirler
Ulus dışkapı, insan populasyonu nedeniyle çılgınlık yapmak isteyenlere tavsiye edilir ama normal zamanlarda tuvaletini bile kullanmam
Keçiören, uuh beybi, dindar insan nüfusu hissedilir derecede fazla, bu güzel bişey ki başımiza kötü bi olay gelmedi. Hastane güzeldi, ilgi alaka hoştu, şayet acaip kalabalık. Buna rağmen işimizi yani görüşmemizi yapıp 1 saat içinde terk ettik.
Böylece Ankarada görmediğim kaç hastane daha kaldı toparlayabilirim.
Bugün de hacettepeye gittik çocuk cerrahi rapor tamam, poliklinikte irakli aile vardı annem arapça tercümanlık yaptı resmen, hayran kaldım sadece. Ben anlayamadim pek, biraz garip. yenisehire gidip görüşmeyi de yaptık ama siz siz olun pazar varken katlı otoparkın orda takılmayın , en büyük delilik kalabalığa dalmamiz oldu.
Bu hafta bu kadar psikopattım ama kimseye zararım olmamış, zarar veriyorsam uzak durun bu kadar net, alınıp çekip gidenler oluyor ben de mal mal mesajlar atıyorum istemeden kırdığım cam insanlara. Atmıyorum artık, ne haliniz varsa görün arkadaş, bu saatten sonra ne trip çekerim ne trip atarım, saçma zaman kayıpları.
Hadi gittim ben, yarın rel-i görürsem boğazına yapısırim, yine görüşemedik ve ben bundan korkuyordum. Bişeyi ne kadar çok düşünüp kafamda kurarsam olma ihtimali de doğru orantılı azalıyor.
Işin güzel tarafi gençlik parkı, kızılay ve öyle garip etkinlikler yapıyoruz yarın, takılmak isteyen varsa oralardayım.
Hadi gittim.

Pazartesi, Temmuz 16, 2012

Anlamsız 16

Ankara'ya gidiyorum, kafa dinlemek ve diğer şeyler.

Yorum Konseri Vardı

Bu ara konserler falan havada uçuşuyor ya da nasıl bir başlangıç yapacağımı bilemedim. 
Dün kuzenin düğünü vardı, düğüne bilmem neye gitmeyi daha doğrusu ailece toplanılan mekanlardan nefret ediyorum ki bahsettiğim ailenin içinde pek bayılmadığım insan toplulukları olunca. 
Neyse, gitmedim zaten.
Dün PES yaptık, kuzenlerle. Komşunun evinde. Laptopu dışarı çıkarıp turnuva düzenliyor adam kaç zamandır. Kötü oynadım ama adamlar benden daha profesyonel, sonunda bi galibiyet alabildim, mutluyum. Bol bol espri, komiklik, sohbet, muhabbet. Deli gibi eğlendim. 
Konser için diğer komşuya sordum, belli olmaz falan mesajlar atıyordu. 
Sonunda kesin karar alıp çıktım evden, kardeşlerimi resmen terk ettim peuehaha! Yerel tv kanallarının birinde yabancı sinema filmi izleyeceğime, giderim konsere kurt, pire ne dökülüyorsa artık. 
Konser alanına yetiştiğimizde Karadeniz türküleri geliyordu uzaktan. İsmail Türüt'ten ve Davut Güloğlundan hatta minyatür kadın türkücüden gına gelmişken. Uuuy, ne oluy la?! diye atladım kumsala tabii ama adamlar öyle bir eğlendirdi ki, Yorum üzgünüm sıra sana da gelecek. Keşke bitmese diyorsun, caz falan coverlamışlar türküleri, Kazım Koyuncu'dan bildiğimiz türküler, bilmediklerimiz, horon. Horon bilmediğim için, yerimde Evereste çıkan dağcı kıvamında titreyen hareketlerle ritm tutturmaya çalıştım. Olamadı ama eğlendim, çok çılgıncaydı. Hatta solistin arada coştuğu ve "Veehhuhhuuu!" diye bağırdığı kısımlarda ben de aynı şekilde bağırdım, tabii etraftan garip bakışların esiri oldum. Biraz sonra Yorum çıkınca sahneye, Eeaaah, bitmeseydiniz oluum! diye içimden geçirince bu gece uzun olacak bebeKim diye de düşünmedim değil hani. 
Yorum protest müzik yapıyor bilmeyenler için. Ben de ne yalan söyliyim, eskiden bayılarak gittiğim konserlere bu kez eğlenemedim, sorun grupta olabilir, bende olabilir, ee o zaman neden karadeniz türkülerinde coştum?! Folk müziğe alışınca şalsdklaşsdk! Protest öyle kaynamış oldu, sıkıldım. Şarkıları da ezbere bilmeyince, bazı kısımları söyleyip diğer kısım unutulmuş olunca, öyle bir konser daha gitti bitti, zaten açtım hani, ne enerjim kalmış ne bişeyim. Sindirim sistemim çökmekte, hala devam ediyor evet. Bugün de yolcuyum ben, bir kaç saat sonra Ankara'ya doğru yol alacak olan otobüsün 1 nolu koltuğunda sızmış olurum. 
Birkaç video çektim ama sahne ışıkları yüzünden dötüm gibi oldu video. Atamam, ısrar etme atamam yahu!? Şaka şaka, bakalım pc'de iyi görünürse bir hafta bekler böylece. 
Hea, internete ulaşmam zor diil, telefondan melefondan bi şekilde girerim sanırım. 
Hadi bana iyi yolc... 

Cumartesi, Temmuz 14, 2012

Anlamsız 15

Annem uyurken yanına usulca yaklaşıp "KAZANDIIIĞĞMM!" diye bağırdım, annem uyandı tabii bir panik, "Ne oluyo yea, açıklandı mı sınav sonucu?" diyince. "Yok yahu ama kesin kazanmışımdır" diyince  de garip hissetti sanırım, çıkaramadım ben de.

Anlamsız 14

Annemle babam çok çılgın bir şey yapmışlar ; beni yapmışlar!

Submarine -Film-


Ergen aşk hikayesi desem aklına insanın milyon tane film gelir? Yalan söyledim, milyon tane değil. Hatta sorsanız 3 tane arka arkaya sayamam. Çok ilginçti film, aşk hikayelerini sevmiyorum ben yea! Bu yüzden arada sıkıldım ama genel olarak güzeldi. Tam anlamıyla Oliver Tate'in gözünden bakıyorsunuz olaylara ve sonrası da tabii yaşınız yetişkinlik denen ve pek karmaşık olmayan düzene aitse ergenliğinize dönüp lise zamanlarınızda yaptığınız çeşitli aşklar olayları hatırlatabilir. Güzeldi film, benim için pek anlamı yoktu, gülerim diye izledim ama beklentimin bu olması benim çaresizliğim.
Ne diyorum ben yea, eğlendim yeterince ama bu yeterince pek yeterli görünmüyor.

Uma vs Selda -Acaip Eğlenceli Bir Konser Hikayesi

Ehe, gülüyorum hala çünkü çok çılgın bir geceydi adamım!
Uma Uma gel gir koynUma şeklinde dize uyduran abaza eşek, turiste saldırdı. Oha, öyle haberler vardı ama konumuz o değil. Konsere gittim ben, Gattaca beklesin, Uma beklesin.
Öncelikle, komşunun oğlu geldi. Sürekli film alıyorlardı benden, gerçi ben tavsiye ediyordum sadece onlar da izliyorlardı. Neyse, biz konsere gidiyoruz diyince ooo yea ben de gelsem mi acaba? diye sesli düşündüm ondan sonra olan oldu.
Konser alanına daha yetişmemiştik ki, inanılmaz bir kalabalık, muhteşem bi trafik, dehşet dolu saatler yaşadık. Ters şeritten girme kısmı dehşet olan kısmıydı. Yetiştik vesaire, kimi göreyim! Bugün doğumgünü olan arkadaşımı tabii, emin olamadım karanlıktı seçemedim suratını. Arıyım dedim, telefon çekmiyor. Lanet! Şşşşşt, hey! falan diye taciz eden serseriler gibi hareketler vesaire, kaldırdı kafasını "ne oluyor la" şeklinde baktı adam şok! Tabii azarladım, buraya geldiğin halde neden aramıyorsun diye. Langırt oynuyorlardı kuzenleriyle birlikte. Takıldım onlara ve ağlarımı örüp bekledim orda, neyseki bir tanıdık daha geldi bizim yaşlarımızda takıldık hep beraber. Sonrasında ise, 3 genç kız geldi T_T ben aynen şu şekildeyim, ok seksist değilim ama gençliğime verin, kızlar da rahatsız olmadı sanırım. Yani umarım, biz şakalaşıyoruz falan içimizden biri de kalkıp konuşamadı la kızlarla T_T yine dumur yine dumur. Kızlar langırt oynayacaktı ki, "ayh jeton geçmiyooo" diye bir haykırma yakarma duydum, kafamdaki sahne "o jeton köpeğin olsuuun cınım" şeklinde bir şeydi ama olamadı, elemanın biri geldi, "aaha geçti işte" diyip gitti. UUhh beybi, hayatımda yaşamadığım çılgınlıklar yaşadım, sağa sola sataştım, acayip eğlendim, dayak yemedim, çılgınlar gibi yürüyüp, deli gibi, mal gibi, serseri gibi yaşadım o birkaç saati ve inan bana hayatımın en güzel saatleriydi bunlar :') -duygusal anlar-
Konser başlamadan önce, konuşmalar, şakalar... -Burda komşularımla eğlenebileceğim hatta coşabileceğim fikri kafama yerleşmişti, kopan kişi bendim, hayal çekmeyi bilmese de halay başı olan da, ben o anda kendimden başka kimse yokmuş gibi eğlendim. Çok çılgıncaydı bebeeeek!! Vuhhuhuhu! Aynen öyle Vuuhhuuu diye bağırdım, şarkı sözlerini bilmesem de mırıldandım, sarhoş değildim ama inanılmaz derecede psikolojik sarhoşluk yaşadım. Garip garip bakan gözler çükümde değildi, bağırdıktan sonra utanmadım, bana çarpan insanlara laf atmaktan da, ne biliyim karanlıkta yaşamayı seviyorum sanırım ya da "kafam en güzel bu saatlerde çalışıyor" dediğimde ciddiye alınmalıydım. Öyle bir zaman gelecek ki uykusuz kaldığı için şikayet eden insanlardan olmak yerine, ooohh mis serin serin ders çalışıyom haftaya finalim var lan diyeceğim günler... Eeaa sınavdan kim bahsetti olum, yakarım lan!
Konser sırasında terlemeler, soğuk almalar, karında biriken gazlar ve kuruyan boğazı saymazsak bombaydı bebeğim!
Konser bitti.
Bitiminde posterlere gözüm takıldı, hatıra olsun diye asacağımdan değil. Aldım ama 100 lirayı bozar mısın diye öküzce bir hareket yapamazdım 3 lira için, kafamda posteri 1.5 liraya almak vardı ama bütün şirinliğime rağmen 3 tlye aldı ablalar, alacağınız olsun lan!
Eve dönüş
Arabada biraz bekledik 1 saat kadar. SOOOOonra! Kimi gördüm tahmin edin, ilkokul arkadaşımı bir ara bu kızdan hoşlanıyordum ama olamadı "kader ayırdı bizi..." o konuya girmek dahi istemiyorum, kız beni gördü, arkada babası ve annesi, ben kafamı çevirdim o tanımamış gibi dehşete kapılan gözlerle bakınca. Sahilde yürüyelim dedim komşuya tabii amca komşu da geldi, yürüdük hep beraber. Kız oturmuştu ailesiyle, yanlarına gidemedim. Gitmek istemedim açıkçası, gereksizdi. Sahilde komşumu fotoğraf çekerkene, "hadi ben de senin fotonu çekiyim" diyince soğuk terler, aktı boşaldı resmen. Tamaam, ama denize doğru diil dedim, çekti. Sonra da denize doğru çekilince suratımda patlayan flaş, resmen ben buradayım diye bağırıyordu. Utanmadım yine, güzeldi her şey.
Eve dönerken yine arkadaşımı gördüm, vedalaştık tekrar ehehe.
Eve dönüş bitemedi, yolun sonunda arızalanan araba resmen komediydi, itiyoruz hep beraber eve 20m kala çalıştı laşsdklasdlşasd ayak mayak kalmadı bende.
Hadi eyvallah! 

Cuma, Temmuz 13, 2012

BabyFace Finster'sal Meseleler

Sıcaklardan bunalıp dışarı çıkmaya cesaret edemeyen insanoğlu, kendisi için ve insanlık için büyük bir adım attı, adımın sonucunda bir kaç şey oldu tabii ama öncesinde ;
Finster, olum Bugs Bunny seni sevip annelik yaptıysa, beni yoldan çıkarırlar :''') napcam lan?!

Berbere gidildi. Şu an öyle hafiflemiş hissediyorum ki, en az 5 yaş gençleştim. Bu kötü bir şey çünkü bebe gibi oldum. 15 yaşıma geri dönmüş gibiyim, korkunç! En azından Ankara'ya giderken asker kimliğimi alırsa 15 yaşımdayım ühühüehe şeklinde ağlayıp adamları ikna edebilirim gibi. Edemem tabii ki, kelepçeyi vurduğu gibi bebek surat finster gibiyim. Bu kadar abarttıktan sonra, devam ediyim. 
Döner aldık kardeşle birlikte, ben arkadaşımla konuşurken o da siparişi verdi. Arkadaşın doğumgünüymüş, facebooktan öğrendim ben de.
Selam nasılsın? dedikten sonra Bugün doğum gününmüş dedim güldüm. Eee biraz öyle oldu falan dalga geçiyoruz tabii, ilginç euehue dedim ben de. Kutlamam demiştim. Güldük bayağı telefonda, pazar günü de PES yapma ihtimalimiz var ki güzel olur, inşallah olur. Sonuçlar açıklanacak çocuk stresli, sen bize gel kötüyse sonucum annem senin önünde kızmaz diyor. AAaagghhrrrr
Yemeği aldık falan, hiçbir fantezisi de yok hani bugünün. 
Dolmuş şoförünün ayağını motorsiklet ezdi, göz göre göre ezdi la adamı, ilginç bi an asldkasdşl. Adamın yerinde olsam "tut o motorsikletten indir adamı, geç üzerinden motorsikletle" tabii biraz küfür vesaire.
Geldik yedik yemeği, bişiy de olmadı ilginç hani. Allahım sınav sonucum ne olursa olsun açıklansın bir an önce de siktir olup gideyim buralardan, sıkıntıdan ölme ihtimaliniz %200. 
Bugün film izlerim de akşam Selda Bağcan geliyor, headbang yaparız biraz, festival mantığı bu. Deniz kenarı cazip geliyor, akşam mis gibi esiyordur ama o kalabalığı göze alıp gitmek çük gibi kumlarda yuvarlanmak ya da kum yutmak ya da soğuk çarpsın ondan sonrası malum.
Gitmek istemiyorum, oturup film izlerim de dünkü aksiyondan sonra sakin bişiyler de kesmez artık, bilimkurgu desen Gattaca var Ethan Hawke ve Uma Thurman oy Uma Uma gel gir benim koynuma, oooyhh kafamdaki saçla doğru orantılı olarak fena bi abazalık seziyuurum. 
Teşekkür eder defolup giderim.

Perşembe, Temmuz 12, 2012

Bütün Pezevenkler Pazarlar ama Pazarlamacılar Pezevenk Değildir.

Dün güzel bir gündü, akşama kadar. Akşam dünden sayılmasaydı dün güzel olabilirdi ama dünden bahsetmek istemiyorum.
Bugüne gelecek olursam ;
Kardeşin ergen davranışları umarım son bulmuştur, telefonunu değiştirecek şu kampanyalara bakıyoruz, cep hırsızları. Bilmem kaç adet şirket ve kaç adet olduğunu bilmediğim tarifenin içinde, şu telefon 19.90 diyip 69.90'ı geçirenlerden bahsediyorum. Telefona bakıyoruz falan, bu güzelmiş -130 lira, şu iyi sayılır -70 lira, şu berbat 1 yıl sonra çöp olur olum o ise 41 liraydı, afedersiniz ama anaları güzel miymiş? Soramadım, fırsat olmadı.
Adı lazım olmayan telefon bayiisine girip telefonu inceledik bir güzel, kardeşin ağzı sulandı. Olum oyuncak gibi bişi la bu?! desem de, ı ıh, nuh diyor bişiy daha demesi gerekirken kalıyor çocuk öyle. Aklıma 5800'a aşık olduğum zamanlar geldi, heyt gidi ergenlik sen cansızlara aşık ettin şu bünyeyi zamanında püüğğğğ, önüme gelene aşık olduğum zamanlar da vardı ama o zamanlar şimdinin SBS'si eskinin LGS'i idi. Heyt gidi, kız beyaz tenli ve kuzenimin kankasıydı. Benden 4 yaş büyük olması sorun diildi, ah bu aşk iflah etmez beniiiiiğğ, şeklinde yana yakıla giderdim dershaneye, sırf onu görmek için trabzanlardan sarkıp düşme tehlikesini göze alıp sınıftaki gülüşmelerini izlerdim ki... Eeaah, ömürden ömür alır. Sonra ne mi oldu? Benim kuzenlerden biri, bu kıza onu sevdiğimi söyledi? Neden mi? Çünkü ben o kuzenlerle kavga etmiştim ve onlar intikam aldılar! Çok acıklı la, her hatırladığımda canım platoniğim gelir aklıma. O şu an hemşirelik okuyor, bitirmiş bile olabilir. Son gördüğümde, gözaltları morarmış, beyaz teni ise saydamlaşmış gibiydi. Acaba bu kız vampir miydi? Susamış gözlerle bana baktı ama beni tanımadı, bıyığı terlememiş sübyandan, hafif sakallı bi adam dönüşmek, kokumdan anlardı lan vampir olsaydı. Bendeki de fantezi hani. Öyle işte bu da bir anı, nerden nereye.
Berbere gittim, 1 saat sonra gel diyince, '^%+^&/()/ öyle oldu. Saydım içimden. 1 saat çok, ben eve gidiyorum yea, bekleyemem dedim. O zaman yarın gel dedi, la pezo zaten yarın için müsait olduğun bi zaman istiyoruz dimi? Yok adam sabırsız, adam laf adam kuru gürültü.
Kontör yükledim, otobüs biletlerimizi aldık kardeşle sonrasında ev.
Komşularla takılıp biraz PES oynayıp yine dağıttım diyebiliriz. -PES bana iyi geliyor.
Ondan sonrasında ise 4 patlıcan dolması ve avuç içine sıkacak kadar yaprak sarmasını yiyip üzerine de bir bardak ayran, ooh kilo almaya başlayabilirim. Sabahları da tereyağı yiyorum, bu sıcakta evet, karaciğerim yağ bağlamazsa iyidir.
Film izledim yemekten sonra, sonrası malum burada buldum kendimi. Drive güzel film, oyuncuları da hakkını vermiş diyebilirim. Konu da abartılmadan sakin sakin ilerleyip, yapışıyor surata. İyi bir ses sisteminiz varsa hoparlörü açın bir güzel öyle izleyin derim. Araba takip sahneleri, acaip kaliteli.
Eaah, ondan sonra facebookta sohbet muhabbet, uzun zamandır görüşmediğim, liseden beri bağlantımızı koparmadığım arkadaşım aradı 15 küsür dk konuşmuşuzdur. Annem de içeriden, "kapat şu telefonu artık" diye isyan etse de bulmuşum arkadaşımı bırakmam, tabii azarladı biraz. Olum git sosyalleş diye, amq sosyalleşcem sen ne bok yiyon orda diyince"yaz okulu", beni mi bekliyorsun, iyi bir dayağı hakkettin dedi, eğlendik bayağı. Bu adamı seviyorum ben ya, harbi dost olursa bu adamdan olur. Keşke daha yakın olsaydı evlerimiz, mesafelerin amk! Telefon desen, internet falan? Siktir ederim o adamla rakı masası kurup kendimizden geçme planları yaptık, antrenman yapıyorum olum senin yüzünden diyince güldü bayağı. Umarım aksilik olmaz da takılırız hacı ya!
Bugünlük bu kadar, platonik aşktan, harbi dosta kadar aradığınız her şey -pazarlamacı gibiyim, pezevenk demeyin şuna-

Drive (2011) -Film-



Tamam ya anladık, karizmatik adamsın vesselam!
Ryan Gosling, az konuşan soğuk adam, sürücü. Biz ona "şoför" diyelim. Şoför, Irene ile komşudur, Benicio adında bir oğlu vardır Irene'nin. Şoför ile bu ikili arasında bir çekim olur. Aşk diyin siz, bence başka bir şey var. Irene'in kocası, Standard. İsim garip olabilir, adam hapiste. Evet, şoför evli bir kadınla yakınlaşmış hatta ileriki zamanda hapisten çıkan kocasına yardım bile edecektir. Olaylar ve olaylar, bir insan yeni tanıştığı insanlara neden bu kadar bağlanır? Neden onlar için kahramanlık yapmaya çalışır? En önemlisi kötü adamları gördüğü yerde neden anlamadı? Aşk her şeyi affeder mi dersin zamanla geçer mi? Aşk diyelim ok, Irene aşık olunmayacak kadın değil, peki bu kadın ve küçük Benicio için değer miydi be adam demenize neden olacak, hayatın gerçekleri ve dibinizdeki insanları sorgulamanıza kadar varmaz ama güçlü kadrosu, iyi yönetmeniyle "vuhuhuh!" anları yaşatabilir. Ben burda film incelemesi yapmıyorum yanlış anlaşılmasın, izlediğim beğendiğim filmlerin listesini alıyorum, kendim için yapıyorum çok bencilimdir, teşekkürler evet bu kadar ve birkaç şey daha ;
Filmin mükemmel kadrosundan bahsettim zaten.
Kan var Şoförün suratında, burda olanlar uh beybi!
Aksiyon dediğin vurdulu kırdılı bilmem neli olur diyenlere,
Jason Statham olsaydı, Irene ile yatardı. Çünkü Jason Statham oynadığı filmlerde iş bitiricidir. Bunda durum biraz farklı 21.yy kahramanı gibi adam.
Kan var meme var, kan biraz fazla meme az, olması gerektiği kadar diyim ben en iyisi.
Aferin Dublör-Şoför, iyi iş çıkardın.
I love u Irene demez Şoför, öper. Ben de öyle yapcam :')
Burda "ah bu aşk iflah etmez beniiiiğğ" diyordu Nev -şaka-
Bu alttaki dialogla da bir nevi rehberiniz olayım ; Oha diyebilirsiniz bazı sahnelerde, kafam dağılsın diye dram izleyince daha kötü oluyorum Requiem for a Dream'den sonra toparlanamadım ve yorumlar-diğer bloglara attıklarım dahil inanılmaz bi tutarsızlık yakaladım. Bu film beni sarstı biraz, toparlandım ehehe ne mazo adammışım ben yea?!
Dialog;
-Kötü adamı gördün mü? Şoför
-Evet. Benicio
-Nerden anladın?
-Çünkü...o bir dolandırıcı
-İyi dolandırıcılar yok mudur? 
-Hayır, ona bir baksana. Sana iyi biri gibi mi görünüyor?


Müziklerinden bahsetmedim mi?! Tüh! Filmin müzikleri o kadar güzeldi ki başlar başlamaz sarıyor zaten, uygun sahnelere uygun müzikler. Aferin yönetmen, Cannes'da ödül aldığını söyledim mi? Normalde takılmam alınan ödüllere, dikkat edilirse de bahsetmedim şimdiye kadar, bana ne ödülünden, film güzeldi.
Müzik ; A Real Hero - College & Electric Youth
Elektro mu bu, elektroysa eğer ben sevmiyordum elektro falan ama sanırım hakkını vermişler, helal olsun diyelim.
İyi seyirler millet. Mutlu olmak için izlemeyin sadece izleyin.

Çarşamba, Temmuz 11, 2012

Bugün Günlerden PES

Bugün günlerden PES, kardeşle, kuzenlerle gidilen, stres olunan-atılan günlerden biriydi. 
Kuzeni yenemedim ama kardeşi yendim eheheh, oynamayı bilmediğimi söyledim, bana yenilmemek için deliye döndü kardeş euhueh. Eğlendim açıkçası. 1-0 gibi komik bir golle galip geldi, sonra da berabere kaldık yine berabere kaldık, sonunda ben kazandım! Gerçi yaptığımız maçlarda kıyasıya mücadele ediyoruz birbirimizle, güzeldi.



Salı, Temmuz 10, 2012

İlhan İrem'den Geliyor

Sabah ne olduğunu hatırlamıyorum, ciddiyim. -Kısa süreli hafıza kaybı mı bu? Nedir yani?! Oha üzerine gidince veya ciddiye alınca da durum fena. SİKTİR!
EEaa sabah bir şey olmadığına göre yazıyı burda bitireyim gideyim ne biliyim.
Neyse devam, kahvaltıdan sonra aylak aylak takıldığımı farkettim, kardeşim işi bırakınca bilgisayarda geçirdiğim zaman da kısaldı tabii. Durum sinir bozucu olabilir ama ben ısrarla masaüstü bilgisayarı hayata döndürmeye çalışıyordum, en sonunda pes ettim. Yeni bir monitör alırız, parası neyse verelim falan dicem de para yok. Burada İlhan İrem - Boşver Boşver Arkadaş çalıyormuş gibi hayal edin, hani çok umrumda değil zaten. Ee neden anlatıyorsun o zaman diye merak edenlere de, ileride olur da ne kadar boş beleş biri olduğumu hatırlatırım kendime, geçmişte malmışsın arkadaş bari şimdi yapma, şeklinde mesajlar vermek adına, evet gelecektekine mesaj, deli diilim! diilim! şeklinde de acitasyon.
Yazı boş oldu, yayınlanmaya değmez veya değer buna karar veriyim sonunda, her düşündüğünü de ne diye yazıyorsun olum mal mısın? -iç hesaplaşma yaşarken-
Kuzen geldi, Bayburt'tan. Hani Almanya falan olaydı iyiydi. Kuzen kafa adam, görür görmez bir heyecan, sonunda evden çıkabilcem! Sanki adamı bekliyordum amk. Sohbet, şamata adam kafa zaten. Habire gülüyoruz, hani biraraya gelince böyle psikopatlıklar yaşamamız normal, bunaldım yakında çürürüm ben, otur otur kilo da almıyorum hani. Eeaa biraz sonra da, ablası aradı sen de gel bizimle diyince, fırsat kaçmaz. Kardeşi de alıp takılıyoruz hep beraber. Diğer ablasının yanına gittik kafeye, bir arkadaşı daha vardı onun da sohbeti güzeldi ama sonlara doğru sıçmayaydı iyiydi.
Ayın 11'ine kadar izinli olan biri, 6'sında izin almışsa kaç gün tatil yapar? 5 diyorduk kuzenle ama adam ısrarla 6 diye inat edince de koptu olaylar. Neyse, kız arkadaşın var mı? muhabbetinden hoşlanmıyorum, hani sohbet konusu mu olsun? Varsa hakkında mı konuşalım, insan anlayamıyor amacın ne olduğunu.
Geri dönüşte de zaten diğer kuzenlerle takıldık, PES yaptık. İyi güzeldi Real - Barça 0-2 skor, sonuç ben mağlup. Bilmiyorum abicim unuttum napıyım? Habire pas verince de top dışarı çıkacak, taca uçacak falan nerden bileyim 2009'da 2010'da bıraktım adamlar tam simülasyona geçmişler o zamanlar otomatikti biraz kontroller de iyi olmuş gerçekçilik adına. Türkçe konuşan spiker de iyi güzeldi. Oha 2013 duyurulacak ben ilk defa 12'yi oynamışım daha fazla rezil olmadan sonuca gelelim.
Sonuç olarak akşam yine aynı kuzenlerle takıldık, yine güldük eğlendik gün güzeldi ama ben bu ilacı anlamadım arkadaş.
Önceden rol yapabiliyordum, mimiklerimi aldırmış gibiyim yea?! Zorla gülüyormuş gibi hissediyorum kendimi, şöyle söyliyim, duygularımı saklayamıyorum. O an içimde ne tilkiler varsa hepsi bir anda mı çıkar ortaya? Bu durum beni hiç memnun etmedi açıkçası ama diğer durumlar açısından mesela "takmıyorum artık" diyebiliyorum. Kaç zamandır aramıyor mu arkadaşım ya da sevgilim mi yok ya da doğumgünümde en yakın dostum tarafından ekildim mi? O zaman napıyoruz bir hap hayatınızı değiştirir sanıyorsunuz da ben sonradan farkına vardım sanırım, farkına varmama neden olan buysa bırakayım madem ya da tedavi işe yarıyor. Aslında neyi tedavi ettiğimizi de bilmiyorum, evet bundan 1 ay önce depresiftim, melankolinin en uç noktasında geziniyordum ama nedir arkadaş, siktir etme mevzuysa eğer bu saatten sonra zaten elimden daha iyisi gelmiyor, tadını çıkarmaya bakacaz.
Haftaya Ankara'dayım ama Googhan yok, Burcu yok eeaa Re-l var sınavlarını aksatma çekcem kulaklarını, Ankara'da olup da haber vermeyeni alşsdkasşdlkad şaka. -kalacak yer var euehueh dert o değil maksat takılalım hani-