Cumartesi, Temmuz 30, 2011

İndirene,Yükleyene Kadar Canım Çıktı -otobostan-

Geçenlerde, yani Ankara dönüşüm sırasında, kişisel medya oynatıcıda denk geldiğim Antennas adlı grubun Feeling Feeline Tonight isimli albümünden ;



Bi de youtube'tan bulabildiğim kadarıyla ;


İndie, new age, new wave gibi etiketlerle etiketlenmiş grup last.fm'de. Öyle bunu paylaşıyım dedim hadi görüşürük.

Cuma, Temmuz 29, 2011

Yap Bi Pansuman!


Dün 1 bugün 2, kendime verdiğim sözü tutmama az kaldı onu anlatmadan önce ;
Kardeşi de alıp pansuma gittim, dün bahsettiğim adam ordaydı, o adam hep orda sanırım. Bu kez ameliyathanenin zilini çalmama gerek kalmadı, nasıl bi fanteziyse adam ameliyathanede yatıp kalkıyor sanırım. Neyse sırada benden önce 2 hasta vardı, onları aldı. Beni gördü "hehu aheasdşlk" şeklinde hızlı hızlı konuştu anlamadım bişey. Boynumdaki pansumanı hızlı hızlı bildiğin koparıp attı. Göğsümdekini de aynı şekilde, kafamı eğdim yaraya baktım AALLAAH! ne göriyim enfekste olmuş yaram. Tabii koktun koktun diye peşimden ayrılmayan anneme inat kafamdan aşağı duş alırsam öyle olur. Hiç acı yok, kötü de kokmuyor. Kötü koksa ölmem ama kötü kokması kötü bişey. Evet bugün de o pansumancı abinin maceralarını aktardık. 
Bi kola bi dondurma serinlememe yetmedi. Acep "Ben alajak duj sen verejek on dalır daha" kıvamında duşa mı girsem, allahımdan bulmuşum daha ne?

Hani video klibi de sırf içinde pansuman geçiyor veya alakalı olduğu için eklemedim, severim Mirkelam'ın şarkılarını bestelerini veya ne biliyim. Neyse benim de bi Asuman'ın olaydı, çabucak iyileşirdim. Hem Googhan'a söz verdim FHM'den bi kaç görsel pazartesiye kadar dursun Kari Byron geliyor.

Perşembe, Temmuz 28, 2011

X : Kriptilyonluk Özet

Salı'dan başlayalım...
Evet, bu haftanın bu salı'sından tam olarak tarih 26Temmuz2011'di. Sabah ne olduğunu tam olarak hatırlayamıyor olmam ya zamanın yaşlılığına ya da beynimin zamandan yaşlı olmasına bağlıyorum çünkü gerçekten hiçbir şey hatırlamıyorum ne yediğimi ne içtiğimi(çay-yalan oldu bu cümle) en azından ne içtiğimi hatırlıyorum, aslında hatırlamıyorum lanet olasıca kafama sıkıyım, tahmin ediyorum. Evet TAHMİN!
Salı gününden bahsediyorduk kahrolasıca 24 saatlik dilimin saat 12'de uyanılmasıyla yarım hayat yaşayan bi insana dönüştürmesinden de bahsediyim arada. Neyse merkeze gitmek için dayıdan araba alınır, araba otomatik olduğu için sadece umut kullanabilir. Neyse arabayı aldım kullanıyorum bi önceki gün Googhan'ın otomobil macerasını okumuştum, aksiyon yapabilme isteğime engel olamıyordum ama yol o kadar sessizdi ki üzerine süreceğim ot bile yoktu ki hiçbir canlının üzerine araba sürülmez! SAKIN! Uçurumdan bahsediyordum ben, uçurum yoktu, virajdan gelen kamyonet yoktu, ki portakal bahçelerinin arasından ben yaklaşık 14 yaşımdayken bu kez amcamın arabasıyla nehre uçuyordum çünkü karşıma keskin virajda, toprak yolda bi kamyonet çıkmıştı ve virajın ucu nehir, direkt uçardık arabaya bişey olurdu, bana bişey olurdu o zayıflıkla muhtemelen ölürdüm ama içgüdüsel olarak öyle bi manevra yaptırmıştım ki arabaya(mercedes büyük kasa olanlardan) o viraja bi kamyon daha sığdırırdık. o Abartırım arada, virajda kamyon değil insan olsaydı nehri boylardı.
Neyse Salı günü adak işleri hallolur "sadece umut" salı gününü bitirmiştir. Bitmeden önce adak vesaire işleri için mekana gittik, orda lanet olası bi adam vardı, bağırdık adama falan. Güzellik uykusundan uyanmıştı ipne. Neyse onu da hallettikten sonra uyuyacak yer bulmam gerekiyordu, uyudum da hava çarpmış feci ishal olmuştum. Tuvalette de sıçanlar kol geziyor, kuzenler kardeşler haber verdi. Ben de tuttum sabaha kadar. Elimden başka bişey gelmez. Sabah da adaklık hayvanları kestik, misafirler geldi, komşular geldi, ailem geldi. Cancer'den kurtuluşumun 5. yılında sağolsunlar bütün sevdiklerim tanıdığım tanımadığım onlarca insan geldi 100'ü bulmuşlardır. Eve dönüşte de amcamla döndüm, öyle işte. Çarşamba'yı da bitirdik. Sıra geldi bugüne.
Perşembedeyiz, bugünü nasıl bitirdiğimi hiçbir zaman anlatamayacak olmam acı ki bu saatte blog yazılır mı? Tabii ki yazılır , sabahın köründe bile yazarım ben. Neyse asıl konumuz perşembe ;
Sabah Nene(anneanne) ve Dayı geldiler, enişte ve hala da geldiler ki halalarımla aram iyi gibi görünür ama bayılmam çok, nenemler dönecekleri zaman lanet olası Salı günü alınması gereken dikişlerimin salı günü doktorların 16'da çıkmasıyla ertelendi. Çarşamba da adak vardı yetişemedim(alnıma kan sürdüler lan, süperdi). Sıra geldi perşembeye, arabayla dayı ve neneyi bıraktıktan sonra istikamet hastane,  acemi değilim 14'ümde bile otomobil kullanıyordum ama yanımda nedense birileri bana "sağa geç" "sola geç" "eben karşıda selam ver" "çocuk var" "bak yine eben" gibi söylemlerle ve uyarılarla karşılaşınca kan beynime hücum ediyor ve gerizekalı yaşlı beynim kanı görünce tabii daha daha bi delilik bi ne biliyim oluyor, bildiğin azıyor. Direksiyonun başındayım karşıda kepçe, yol çalışması vardı, arabayla kepçe arası yaklaşık 1 otomobil mesafe sorun yoktu benim için, babam delirdi, lan olum dur lan olum yapma, lan kenara çek, çarpacaz! falan derken bendeki tepkiye bak kepçeyi geçtim, annemin de desteğiyle ; "çocuğu ne heyecanlandırıyorsun, arka koltukta olmama rağmen onun yerine ben heyecanlandım" demesiyle aallaaaaaaaaaaaah! dedim gazı körükledim, babam;"ne yapıyorsun 3. vitese çıktın" dedi, "ee napıyım kan beynime sıçradı, yanımda duracağına sırf heyecanlandırıyorsun" dedim. Neyse yavaşladım sonra, biraz kendime güvenim geldi la o gazlamadan sonra, uzun zaman kullanmayınca otomobil de dev gibi mercedes-bildiğin tank.
Dikişleri almaya gittik, ameliyathaneden kapı ziliyle dikiş alabilen birini çağırdım, adam hademeydi sanırım bilemem orasını. Neyse pansuman odası denen kıç kadar yere girdik, sallanan sedyeye uzandım, devrilmez değil mi? dedim, uaheuhae geçen devrildi! dedi. OOOHHH bi heyecan bi heyecan sorma elinde neşterimsi ve cımbızımsı bi aletle yaklaştı adam, ilk defa ameliyat olmamıştı bi 118-"80"tane aldırdım öncesinde, konumuz o değil. Aklımdan direkt , "lan bu adam şu cımbızla dikiş ipini tutarken ipi tam kesecekken sedye devrilse adamın eli göğsüme saplanır lan!?" gibi düşüncelerle doldum taştım. Annem bi yandan sedyeyi tutuyordu bi yandan dayanamayıp yıkandığım için iltihap tutan ameliyatıma bakmamaya çalışıyordu. Sonra da bakmadı zaten. Adam da dönüp "enfeksiyon kapmış bu, neden gelmedin pansumana" şeklinde kızmasal haraketlerde bulundu, annemin dediğine bak "bütün gün bilgisayarda" adamın sorduğu soru "kızlara mı bakıyorsun?" la söylediğin şeye bak sana mı bakıyım dicektim ki annem uzattı konuyu illa utandıracak, eline ne geçti anne?! hea?! ne geçti eline ? beni utandırmak hoşuna gidiyor tabii en azından yüzüme kan geliyor. Saydam derili olmam hoşuna gitmiyor tabii.

Bi de uzun oldu bu yazı, bu kadarını beklemiyordum, Ders çalışmak için geç bile kaldım, uzun zamandır cesaretimi toparlayıp psikologa gidemedim, geçmişe bakınca, aylar olmuş diyorum. Belki yarın?! bunu diyince de olmuyor.
Dün "The Ground Truth" vardı, sonuna kadar izledim. Şimdi şöyle bi şey var ki, Amerikan askerleri gittikleri savaşta kayıp verdiklerinde mi savaşı gereksiz ve anlamsız buluyorlar ya da saçma sapan bi zaferle döndükten ve orda masum sivillerin katledilmesine tanık olduklarından mı? Film bunu sorguluyor, bi nevi savaştan çıkan "ben" o askerlerden hiçbir farkım yok sanırım. Ya da var da olabilir.
Şarkı lazım şarkı - Antennas - Youngbloods - Ankara'dan dönerken otobüste denk gelen grup NewAge kim ben kim la NewWave di sanırım, ama dinlenebilecek en adam gibi gruptu otobüste.
SonSöz -
"burda anlamlı ama bi o kadar dokunaklı şeyler yazıyordum, sildim. Burda boşluk var, burda gözyaşı var, keder var."

Pazartesi, Temmuz 25, 2011

Selam Millet!

Önceki blogun fişini çekeceğim aklımın ucundan geçmezdi, haftalık blogla dönerim sanırım buralara, hiç dönemezsem de özlenir miyim bilmem ama özlerim ben.

Cumartesi, Temmuz 23, 2011

Bugün İtibariyle...

Merhaba Blogçular ;

Her zaman dediğim gibi blogum amacına ulaştı, gerçi tam olarak ulaştı diyemiyorum tabii ama bulabildiğim ergen sayısı ve beni örnek almayacakları hesaba katarsak bugüne kadar 7.500 küsür kez tıkladığınız blogumun fişini Pazar günü saat 00:00 olmadan çekmiş bulunuyorum.
Sınavım kötüydü.
Ameliyat işleri iyiydi.
Bloga geri döndüm, dönüşümle gidişim bir olacak sanırım, blog kapanmaz yazılarım duracak arada bir okumak istediğimde okumak için, yorumlarınızı, şakaları, dalga geçtiğimiz konuları hep birlikte.
Bu blog bi yıllık gibiydi o yüzden bi özet çıkarıyım dedim, kafamdan.

1- Dershaneye kaydolmuşum.
2- Dershaneden bahsetmişim.
3- Arkadaşlardan bahsetmişim.
4- Evden bahsetmişim.
5- Beceremediğim derslerden, sınavlardan bahsetmişim.
6- Umutsuzluğa kapılmışım, stres yapmışım, bırakmışım.
7- 7 ve son, beraber bunlara gülmüşüz. Evet, sanırım bu blogun yaptığı en güzel şey, alta gelen yorumların "aa kusura bakma ama çok güldüm", kusur, bakmak?, yok bakmadım hiçbir zaman teşekkürler hepinize, özellikle de kafam karışık olup da danıştığım kişilere, TEŞEKKÜRLER!'^=!'?^)

Pazar, Temmuz 17, 2011

Motley Crue - If I Die Tomorrow




Eheuhe! Şarkı manidar, uehu neyse şaka bi yana ;

- Bu hafta blogta yokum.
- Yarın Ankara... Akşam yolculuk, uyurum sanırım her zamanki gibi, sonra gölbaşına yetişince sızmış olurum uykunun en tatlı kısmında içeri güneş vurur ve BAAAM! uyanırım.
- Sınav sonuçları açıklanmadı gitti.
- Bugün hackerlarla uğraş uğraş beynimi çürüttüler.
- Feci ishalim, yolculuk çekilmez şimdi, la sabahtan beri denemediğim şey kalmadı sayıyorum ;
1 - Soda suyu + yoğurt = Yoğurt köpürdü, tattım iğrençti. 1,2 kaşık yoğurt, soda şişesinin dibindeki sodayı da yudumladım arka arkaya, midem bulandı.
2 - İlaç aldım, el-mecbur, yapacak bişey kalmayınca devreye giriyor, ama bi skime yaradığı yok.
Birazdan patates yicem, muz da yedim, leblebi de yedim, geçmiyor karnımda bi canavar besliyorum.
- Yolculuk çekilmez yeaa! dediğini duyar gibiyim, kitabımı bitirmedim hala tembelin tekiyim onu okurum. Öyle işte.
- Blogu yedekledim, bayağı bi yedekledim ayıkladım temizledim, neyse en azından taslaklara sürükledim sadece kendimin görmek istediği bi kaç yazı vardı. Şimdilik bloga erişim yok, kapalı ama Ankara'dan dönünce buraları, sırf alan adı ve kullanıcı adı karmaşasını yenmek için kapatmayı düşünüyorum, okunamaz hale gelecek blog ama silinmeyecek o bakımdan iyi sanırım. Neyse Google + yı taşıyamam sanırım.
- Bi sürü parola değiştirdim, msn , facebook, blog. Hepsini hatırlamıyorum şimdi , hatta hiçbirini hatırlamıyorum neyse en azından parolamı unuttum seçeneği var.
- Ankara Hacettepe serisinde bahsettiğim portu aldırıyorum yarın olabilir salı olabilir doktorum ne zaman istersen gel kescez seni dedi, eyvallah hobim zaten ameliyat olmak, mazoşistim ben-kidding,şaka yani- . Öfff Beaa! En fazla 1 saat bilemedim 2-3 . Neyse önemli bişey değil zaten, doktorların aralarında kullandığı lakap bu ameliyat için "sünnet". evet o kadar basit.
Hadi Kalın Sağlıcakla! (cidden hayatımda ilk defa sadece blogta kullanıyorum, ilginç)

Çarşamba, Temmuz 13, 2011

I Went Down -Film-

Cnbc-e'nin uyku bölen saati 23:00 kuşağı, her gün bize farklı filmler sunmaya devam ediyor. 
Komik Salı Kuşağı'nda I Went Down vardı. Komik olup olmadığı tartışılır tabii ki, izlemek isteyenler izleyebilir. Dün tv'de adam gibi bişey olmadığı için tahammül edebildim ama izlenebilir. Film hakkında söylenecek pek bişey yok. 

I WENT DOWN

İrlanda’dan çıkan suç komedisi I Went Down, türün tutkunlarına hitap ediyor.



Hırsızlık suçu nedeniyle 18 ay geçirdiği hapishaneden yeni tahliye olan Git, şimdilerde eski sevgilisiyle birlikte olan, bir zamanlar en yakın dostu Anto’yu mafyanın elinden kurtarır. Ancak bu iyiliği ona pahalıya patlayacaktır. Kafayı onunla bozan mafya babası, başka bir kurbanı da yanına alıp bir adamı bulmasını emreder. Ancak hem aradıkları kişi bulunmak istemediği için sırra kadem basmış gibidir, hem de muhtemel bir cinayete sebebiyet vermek her ikisi için de istenmeyen bir durumdur. -Kaynak ;
http://www.cnbce.com/Filmler/Hakkinda.aspx?FilmId=1104

Pazartesi, Temmuz 11, 2011

Let the Right One In

Filmimiz çok basit 12 yaşlarında bi çocuğun başına gelen garip olmayan olaylar ve kendine has anlatımıyla 1saat54dakikanızın nasıl geçtiğini sonlara doğru anlamanız pek zaman almıyor ;
Şöyle ki sürekli Hollywood filmlerine alışık bünye illa bi aksiyon bi yakarış bi kovalamaca beklerken, filmin ana karakterlerinden vampir Eli pek de güzel pek de şirin nasıl desem, gözleri güzel mistik bi havası olan 12 yaşlarında bi kız ama uzun zamandır 12 yaşında.
Filmin can alıcı sahnelerinden  ; Vuhhuu Spoiler ile coşturur
Oskar'ın Eli'ye aşkını ilan etmesi ve Eli'nin açlıktan(kana olan) vahşileşmesi-köpek gibi bişey oluyor- hırlıyor. Oskar'ın da Eli'nin gazına gelip sınıfın artizt çocuğunun kafasına sopayı geçirmesi ve son olarak da Eli'nin sondaki hamleyle Oskara olan bağlılığını kanıtlamasını da ekleyebilirim.

Ben filmleri izlerim karakterlerin adını unuturum , olayların sırasını veya zamanını da unuturum ama şu bi gerçek ki izlediğim filmlerin çoğundan küçük parçalar halinde arşivsel şeyler çıkarıp  kendime göre yorumluyorum. Ya da bunu bazen yapıyorum. Sadece tek başıma film izlediğimde oluyor bu. Öyle yani pek bişey yoktu bu yazımızda, ergen vampirseverleri mutlu edemediğim için o kadar mutluyum ki anlatamam.

Cumartesi, Temmuz 09, 2011

Hilal C. Sendromundan Sora - Kuşum Aydın Tavşan Kardeş



Hilal Cebeci ve panpikleri, pançukları, pambukları veya adları herneyse, salgın hastalık gibi twitterin anasını ağlatırken aslında twitterin önce ebesine daldıklarını görmek hayret verici ve bi o kadar da üzücüydü.
Hilal C.'nin ilk pançuğu Kuşum Aydın sanırım , öyle olmasa Kuşum Aydın kuşluktan çıkıp Tavşanlığa soyunmaz, soyunmaz dedim lan soyunmasın da zaten allah korusun. Bak sevgili pambuğum sen Hilal'e özenip de memçüklerini açarsan biz kusarız burda. Yapmazsın öyle bi hata dimi canım kardeşim!?
Bi de ayfonu var ki pancığın "dur çekiyim, davşaan kardiiş yapcaz" demesi ile şoklarda ve hipnotize olmuş bi şekilde Alice'in tavşanına odaklanmak istedim olmadı. Canlı yayında orkestradan kel bi abimin gülmesi eşliğinde seyircilerin de ayyhhuihioh şeklinde gülmeleri, seyirci var mı la yoktu sanırım hayal görmüş olabilirim, pambik orda o videoyu çekip yüklede facebook'a sanırım.

Bu olaya da CnnTürk fanatikliğim beni düşürdü ki Saba Tümer'i gece bi bok yokken izliyorum, üzülmesin o da. Bu sıcakta da 4metrekare odamda bilgisayarımın hararetten su kaynatmasına sebep olmak istemememden dolayı sebep oldum, kendime yapabileceğim en kötü şeydi ki ekrana hipnotize olmuş bi şekilde bakarken buldum kendimi ve evet sevgili okuyan uykum kaçtı. Pamcıkların rüyama girmesine izin veremezdim. Unutmak için zapladım. Zapladım, zapladım...
Hala yaşıyorum.

Cuma, Temmuz 08, 2011

Music Within

Dün akşam , Music Within vardı Tv'de Abi öyle bi film olamaz! Muhteşemdi. Vesaire.
Filmin konusu şöyle ;

MUSIC WITHIN

Vietnam sonrası yaşanan sıradışı bir başarı hikayesi.

Music Within, Vietnam Savaşı’ndan duyma sorunlarıyla dönüp engelli insanlar yararına çalışmaya başlayan Richard Pimentel’ın gerçek hikayesini anlatıyor. Band of Brothers ve Sex and the City’den hatırladığımız Ron Livingston’ın canlandırdığı Richard Pimentel, savaşa gitmeden önce topluluk önünde konuşmak konusunda müthiş bir yeteneği olduğunu keşfediyor. Savaştan sağır olarak dönünce, hayallerini gerçekleştiremeyeceğini düşünen insanları haksız çıkarıyor ve birkaç dostunun yardımıyla harika işler başarıyor. Özellikle bir engelliyi canlandıran Michael Sheen’in performansı övgüler aldı.
Eheuheueh Copy Paste belli oluyor dimi , Cnbce'de izledim dün akşam. O yüzden Cnbce de kaynak yapsın madem.
Filmin özünde başarı hikayesinden çok , engelli(eşit değil özürlü) insanlar "normal"ler tarafından görünmedikleri üzerine kafa yorulmuş biraz da. İşin özünde "özürlü" kavramının sadece insanoğlunun kafasında oluşturduğu "insan" kavramından dolayı oluştuğuna vurgu yapıyor film. Beni öyle tavladı ama oyunculuk muhteşemdi, karakterler harikaydı, diyaloglar müthişti. Tek kelimeyle yine izlemeyi düşünüyorum o kadar beğendim filmi. En azından bende olan bi farkındalık vardı zaten size daha önce "kanser"in hollywood'a konu olmasını anlatmıştım ben. Şimdiki farklı...
Kanser hastası birine sağlıklı gözüyle baktığınızda aklınıza ilk gelen "Acaba ölecek mi?" Hö? Ölmek ? Kanser? Kim demiş ölseydi Xy ölürdü de ölmedi. 
Çok sıktıysam sizi kusura bakın, son zamanlarda kanser, özürlü demeyin hem, ben sadece oraya dikkat çektim fiziksel engeli vardır özür sayılmaz o.
Hadi kalın sağlıcakla. (hayatta kullanmam ama kan beyne hücum)
Cnbceye Teşekkürler. O olmasaydı da izlerdim :D 

Çarşamba, Temmuz 06, 2011

One Last Thing - My Sister's Keeper...

Hollywood filmlerinin sürekli aksiyon, macera veya sexten ibaret olmadığının kanıtı bu iki film.

Arada bir insanların damarına basıp, kanser, aids, veya az ömrün kaldı öleceksin gibi numaralarla damar turlarına başlanır böylece. Burda belirtmek istediğim Hollywood filmlerini eleştirmek değil dün gece yarısına kadar oturup One Last Thing'i neden izlediğim.

Dün Geceyarısı One Last Thing izlemek ve altyazılı ;

Film Cnbc-e'deydi dün. One Last Thing adını duyduğum ama damar damar üstüne yapmak istemediğimden, arada duygularımı yoklamak için ağlama numarası yapıyorum ama her seferinde gülüyorum. Mesela Babam ve Oğlum'u ele alacak olursam "Gitme deyeydim" kısmında gerçekten bi tüy diklenmesi , üzerime soğuk su dökülme efekti gibi garip duygularla dolup taştım ama One Last Thing'e dönecek olursak, Hey Dostum Bi Boka Benzemiyordu.  Hem ben neden filmin sonunda başrolün öleceğini bildiğim halde filmi izliyim ki ? gibi koşullandırmalara maruz kalmadım en azından, ama bugün sordum kendi kendime filmdeki kanser hastası çocuğun yerinde olsaydım ne yapardım ? şeklinde. 
Çocuğun yerinde ben olsaydım ; 
1 - Nikki Sinclair ile değil de Adriana Lima veya Victoria Meleklerinden biriyle görüşmek isterdim. 
Neyse boşver . demek istediğim şu hollywood'un arada nabız yoklaması yapması canımı sıkıyor, arada da hoşuma gidiyor saçma sapan işte , ee nasılsınız? nasıl gidiyor tatil ? Evet bu yazı sırf halini hatrını sormak içindi.
Filme gelecek olursam , dediğim gibi Dylan adında bi çocuk kanser son dileğini gerçekleştirmesi için bi vakıf ona yardımcı oluyor ve çocuk dileğini Nikki Sinclair ile görüşmek olarak değiştiriyor. Nikki bi topmodel , çok ünlü , çocuğun bu dileğinden sonra da toparlanamıyor falan ama türk sinemasındaki acıklıların yerini tutamıyor ve filmimiz Dylan adındaki çocuğun sahilde Nikki ile sabahladıktan sonra ölmesiyle son buluyor.

My Sisters Keeper da kitaptan alınmış , Cameron Diaz oynamasa izlemicektim , kuzenin arkadaşının okumak istediği bi kitaptı , arkadaşın ablası da kansere yenik düştü. Neyse filmde de küçük kızkardeşin ablasını kurtarmak için yapay ortamda oluşturulduğu ve en az ablası kadar acı çektiği konu olarak ele alınmış, ablası ile mutlu mesut geçinirken bi anda ablasına donörlük yapmaktan vazgeçer ve kendine vücudunun sahipliğini almak için bi avukat tutar. Filmin sonunda da abla ölüyor.










Abi acitasyon acitasyon, damar vesaire bana son zamanlarda kötü şeyler oluyor lan , neyse dün saat 1.30'da yatıp sabah 9.45'te kalktığımı saymazsak iyi sayılırım. Yarın da gerçek doğum günü tarihimi kutlamayı düşünüyorum, kutlamadan kasıt pasta vesaire. 20 liram vardı onunla şu dondurma pastalardan almayı düşünüyorum nasıl fikir? Güzel değil mi? Evet, ben de öyle düşünmüştüm.