Cumartesi, Ekim 17, 2015

Tökezlemeden, kaldığım yerden devam sevgili sirk severler. Eşek sahneye, toynaklarını adeta Sentor(mit.yarı at yarı insan) edasında yere vurarak çıkıyor.

Neredeyse bir, rakamla 1 yıl olacaktı yazmayı unutalı rakamları unutalı.
Dünyada var olan ve süregelen olaylar, kaoslar, hava olayları vs. hayatıma da bir bakış atarcasına parmağını, önce sinek kapanına dönmüş bal kavanozuna ondan sonra da kararıp zifte dönen yağ çanağına soktu.
Şimdi ise hayatım o kirli parmaklardan arınmışçasına temiz, bir nevi yeni bir başlangıç yaptım.

Özet geçecek olursam;
-Yaz sıcaktı. Durgundu. Arapçaydı. Aileydi.
-Sonbahar. Sıcak olmaya devam etti. Yeni bir başlangıçtı. Para var gibiydi, var olmaya devam eder gibiydi. İnsanlar, arkadaşça olmak yerine şöyleydiler;
Yaşadığım yerin suriyeli mültecilerle büyük bir sorunu vardı gibi, etnik kökeninden bahsetmeyeceğim bir insan-arkadaşım olamazdı- da denizde yüzerken karşılaştığı yüzen dışkıyı da bu insanlara mal ediyordu. Etnik ayrımcılığın, bir sonraki versiyonuna şahit olmuş bulunuyorsunuz sevgili insanlık. Adam anlatmaya devam ediyordu, kıyafetleriyle denize giriyorlarmış, yüzleri makyajlıymış. Sanırım bu insan bozmasının, kendini islam dinine mensup biri olarak tanıtıyor ayrıca, müslüman kadınların haşema adı verilen bir kıyafet giyip yüzebildiklerinden haberi yok. Ben boka dönmek istiyorum, bu mağarasından çıkmamış zat hala ben ırkçı değilim naraları atarken, ona dönüp ''Bokun üzerinde arapça yazıyor olsaydı dediğine katılacaktım fakat o kadar insanın arasında o boku bir Araba mal etmek neyin kafasıdır? DNA'sından mı buldun?'' gibi sorularla kafasını iyice ''bok''a çevirdim.
Sevgili bokkafalı, boktan sebeplerden ortamın içine edip sıvadığın için o bok suratına da geçirmiş olmayı dilerdim. Türk olmayı ırkçılık yapmak sanan bu zat, türk gibi görünmek için arap ırkçılığı yapıyor, ayrıca etnisitesini de neredeyse ''üstinsan'' gibi anlatacak boyutta fanatik.
Tanrı bizi yolunu kaybetmişlerden korusun, kim olduğunu bilmeyenlerden, kim olduğunu bulmaya çalışırken bataklığa batıp burnu pislikten çıkamayanlardan da korusun.

Cehaletin insanlığı götüreceği nokta çok korkunç, buna yakından tanık olmak ise akıl sağlığımı derinden etkiliyor.
Aptal insana alerjim var, nefesim kesiliyor kan beynime sıçrıyor doktor, öfke nöbeti geçirip ağzıma dizdiğim lafları ardı ardına fırlatıyorum doktor, isabet eden yerse beton kafalar, beton kafaları nasıl delebilirim doktor?
Nasıl bu kadar aptal ve kör olmayı başarabilirler? Neden böyle olmayı seçtiler? Neden bu kadarlar? Neden varlar?

...

Pazartesi, Aralık 22, 2014

...son zamanlarda fal bakıyordum. Üç fincan açtım, aynı kişiye, üçü de tesadüf eseri bir yerlerden yakaladı(yakalanan olaylarla ilgili hiçbir fikrim yoktu). Ya fal denen şey tuhaf, ya da ben mistik oldum.

Pazar, Aralık 14, 2014

Tanrı lambadaki cindi, dilek haklarının hepsini kötü çocuklar gibi kendine saklamıştı.

OM dinletiyor.

Bugün pazar, hava güneşli, insanlar muhakkak parklara atacaklardır kendilerini, ben ise eve gelirken 15'li yumurta ve bir paket tavuk kanadı aldım yemek için. Eve gelirken; günlerdir evde değildim çünkü. Kaçış değil bu, hiçbir zaman da olmadı. Sınavlarım bitti, kafamı topladım.
Finaller yakında.
Om diyordum.
Kafam evden daha dağınık ama daha temiz.
-Sandalye, kırmızı, metal bacaklar, üstünde ise limonata şişesi yarıya kadar dolu, ve tv kumandası. Sandalye koltuğa dönük. Koltuk, çekyat tipi, tipik bekar evi koltuğu, yatak olabiliyor. Üstünde ceketim, bilgisayar çantam, perşembeden kalan makarna tabağı. Hayat, bu makarna tabağının kuruması gibi bişey bence. Kaynatıyorsun, bir saat beklesen kuruyor. Beklemeye gelmez hayat. Bekletilmeye değmez. Lamba açık, dünden beri herhalde. Dün ne olmuştu da...
Bıraktığım ekmek bitmiş, biterdi. Odamın kapısı, açıktı. Ne aranıyordu? Ne bulunamamıştı?
Bu ara deli gibi kedi sevdim, ölümüne sevdim. Siyah tüyleri var, parlak tüyler, yumuşacık, kadife gibi. Sokuluyor kucağıma, sarılıyor gibi yapıp, alıyorum onu kanatlarımın altına, nefes alış verişi, kalp atışlarım senkronize olmasalar da, müzik gibi, birbirlerini yakalıyorlar bi yerlerden.
Bu ara yazasım var, hep Hakan Günday yüzünden. Röportajını okudum, yazasım var ama öyle amaçsız.
Kitap okuyamıyorum, gözlerim yüzünden. Miyop desen, fotofobi desen, var da var.

...hevesim kaçtı bu yazıya devam etmek istemiy-

Perşembe, Aralık 11, 2014

Ben böyleydim.

Bonjour!
Anonim olmaktan sıkıldım, Bonjour, je m'apelle Umut.

yazıyı bunu dinleyerek yazıyorum: http://youtu.be/RyuUNeCrAn4?list=RDx2I-gDExi1U , birazcık umrunuzdaysa tavsiye ederim, dinleyin.

Benim neyim eksikti, fransızca öğrenebilirim, inanıyorum.

Hayatımda bazı şeyler çok fazla oluyor, hatta aşırıya kaçıyor, minik bir film senaryosu ya da uzun metraj filmin küçük bir bölümünü oluştaracak kadar fantastik olaylar, anlatmaya kalksam, anlayamazsınız, insanların beyinlerinin köpürtüleri, öyle bir köpürdüler ki, gayzer gibi fışkırdı beyin, süblimleşti kafatasından ayrıldığı ve oksijenle buluştuğu anda. Yazıyorum. Kitap olur. Film olur ya da orospu olur elalemin ağzında hikayelerim ama yazıyorum. Torba değil büzesini geçtim, timsah derisi çanta ağızlı insanlar, evet siz! Gözetleyen, okuyan, her kimsen, alınıyorsan eğer, evet sensin. Timsah olur, yılan olur, olur da olur. Dediğim gibi, fantastik edebiyata adım atmak için bundan daha fantastik bi olay olamazdı, meraklanıyorsunuz ama anlatmıyorum. Belki ilerleyen zamanlarda, ben daha neyin ne olduğunu kavrayamamışken, nerden başlayabilirim ki anlatmaya? Ya da nerden başlayamam önce onun tahlilini yapmam gerek, aklım başında. Yani, şu anda aklım başında. İlerleyen zamanlarda neler olacak bilmiyorum. Dieu, garder mon esprit...Nasıl istersen öyle olsun Tanrı'm! Muhakkak öyle oluyordur, ama bence hayatımın eğlence eşiği çok yükseldi ve bir dahaki sefere benle eğlenmek istiyorsan da S&M tarzı bir eğlence durumu mevcut olacak. Ona da yürek dayanmaz, yapma.
Söyleyeceklerim bunlardı,
ya da dur biraz daha saçmalayayım da öyle kapatayım.
Fantastik olaylar, dediğim gibi olsunlardı, hayat çok monoton okul çok monoton aşk yok bok yok para yok...dıptıs dıptıs...şahinde çalan ultra bass hayal edilecek...edildiyse devam edeyim, madem hiçbir şey yok ortada, öyle şeyler var olsundu. Eğleniyorum, hayatıma yeni bir renk ne biliyim, grinin 666. tonundan 69. tonuna geri dönüşler yaşadım. Bunlar güzel geri dönüşlerdi, en azından daha açık bir griydi, eğlendim. Teşekkürler, yayında yapımda orada burada sevişen, yani demek istediğim nerede seviştiğinizin önemi yok, yayın-yapım falan bunlar paravere, palavere, kolaveri di, kolaveri...
Kafam böyle bi kafa.
Bu arada notlarıma bakmama totemi yapıyordum ve Tanrının sevgili kulu muydum? Yani sınavlar konusunda evet ama iş eğlenceye gelince Tanrı monolog yapıyor, tek taraflı bi eğlenceye dönüyor olay. Neyse ne, notlarım iyi. Kötü olurlar diye bekliyordum, sanırım bu sene kendimden beklentim yüksek değildi. Bu dönem demek daha doğru oluğğğğğğr.
Merhaba, ben Umut.
Yarın sunumum var. Fantastik bi sunum oldu, olacak. Güzel olacak. Bir de tıraş olsaydım, mismikemmel olacaktı. Olsun %40'ı tıraştan kaybetsem %60 güzellikte olacaktı, kendi değerlendirmem, notlarla alakası yok.
Ankara'ya selamlar.
Kar mı yağdı şakaklarınıza neler oluyor oğlum orada?! Üşümeyin, sevişin.
Bu senenin bana en çok koyan olayı, kızkardeşimi Mabel Matiz konserine götürememekti, neden Mabel Matiz bilmiyorum ama kız seviyor allalala! Aşkyoğkolmağkdiyoğprğerbiriğpğeyağğrbeğn...sanatçıyla dalga geçmiyorum yanlış anlaşılmasın ama sesi uzun vadede kulak zarı defor...şaka-
Yarın Birsen Tezer geliyor, severim. Canlısı da güzel diyorlar, her türlü güzel diyorlar, yani tutup da stüdyo da saf tertemiz bellluuuuur sesine Hande Yener efekti vermediklerine göre, stüdyo kalitesinde bi ses olabilir- salladığıma bakmayın hiç anlamam ama müziği güzel.
Ceylan Ertem'e ne olmuş? Gel kadın, gel de konserine gidek.
Ben de neden edebiyattan uzaklaşıp saçmalamaya başladığıma cevaplar ararken, youtubeun namussuzluk yapıp FAUVE'nin fantastik, bi bok anlamadığım fransızca şarkısının duraklatılmış olduğunu fark etttim. He, he...
Detönyü espirite strategiiee man par vole türki-oha türkiye dedi- ne sem de seux öyle bişey sanırım, bir telafuz kısmındayım dilin şu an, yani harfler birleşince böyle çılgın bi içiçe geçiş var, fransız sevişmelerinin dile etkisi, bu dil kesinlikle sevişilirken bulunmuş ya da ortaya çıkmış.

Kitap yazarsam okuyun, çok eğlenceli olur. -kitap basılmadan, ya da ortada bi taslak bile yokken tanıtım yapan kafaya sahibim-
Teşekkürler beyin, bi de namussuz arkaplan şarkısı, deniz, balık mangalda, yelkenli, müzik...yaz geldi aklıma da, yaz da ayrı bi olaydı. LAN! Ben mevsimleri yaşadığım olaylarla hatırlıyorum resmen, şey gibi, ahahah canım ya 2014 nasıldı? Valla götüme girmeyen kalmadı, öyle oldu bacım çok afedersin, şemsiye olur, almanca olur, yaz olur, deniz olur -bir iki kere yüzmeyi denedim-.

Onu bunu bırakın da dün kaza yaptım bisikletle;
Kaldırımdan sürüyordum, o saatte Mersin'de insanlar neden dışarı çıkar, zaman akşamın geceyle buluştuğu zaman. Vites 7'de. Pedal sert ama ben dizlerimden ve kalçamdan güç aldıkça pedal yumuşuyor hızlandıkça hızlanıyor, Mersin akşam serinliği yüzüme vurdukça vuruyordu. Aptalım çok. Fark ettim kadını, atmden parasını çekti, geri bir adım ve ikinci adımda...BAAAM! Yüzyüzeydik, ve ben pardon, pardon, pardon...özür dilerim...deyip uzaklaşırken karşıdan gelen çifte bakıyordum, kadın bana gülümsüyor, çarpıp kaçtığım kadın ise 'böyle hızlı gidersen' diye söyleniyordu, haklıydı ama ablacım sen biliyor musun? Bilmiyorsun işte. O hızla bir araca da çarpabilirdim, ben o duvarlara çarpa çarpa ohoooo. Şaka bi yana götüm fena acıdı, az kalsın kadıncağızla kafa kafaya çarpışıyorduk, sanırım beyin sarsıntısı geçirirdim ve bugünkü ve yarınki sınavlarımdan, hatta beynimin ilerleyen deformasyonlarında ise hayatın geri kalanından muaf olabilirdim. Muafiyet güzel şey, din kültürü muaf olsaydı mesela, gayrimüslimlere muaf olmasın, onlar dini öğrensin, biz zaten biliyooraospkda...dayanamadım!
Bu olaydan önce de, kırmızı ışığın yandığından yüzde yüz emindim ama şerit değiştiren bir aracın altında kalıyordum az kalsın, adamcağız -_- da eliyle işaret edip 'yol senin kardeşim az kalsın kaportama dövme gibi kazınıyordun' der gibi baktı.
Sokak kedileri, patenciler ve kaykaycılardan daha coollar!
Berbere gidecektim yarına kaldı, bugün bayağı bi iş bıraktım yarına, sunum yarın, berber yarın, kargo yarın, her şey yarın. Yarının dünyanın hatta bütün galaksilerin ve ırkların en kutsal günü ilan ediyorum, ben istediğim diye böyle. Olsun.
Allahım, merhaba ben Umut. Tanışıyorduk tabii.
Bugün eve gelirken de karşılaştık senle, daha doğrusu bu kez monolog sırası bendeydi. Güzel oldu, güzel olsundu. Facebook'ta Vajrayanna Budizmi topluluğuna üye oldum, anca bugün kabul ettiler. Sanırım grupça meditasyon yapıyorlardı ve dünyanın faniliğinden ve facebookun yapmacıklığından ve sanallığından uzak kalmak istiyorlardı.
Ne yazdım ama!
Meditasyona başlamadım, ihtiyacım olduğunu düşünüyor gibiydim, ama dediğim fantastik olaylara karşı olan duruşum bence beni bir adım öteye taşıdı, Tanrım? Sence? Buda, bence ben iyi bir öğrenciyim, daha az 'ben' demeliyim biliyorum. Bence ben normal değilim, aslında bunun farkına şöyle vardım, bloğa 'merhaba insanoğlu' yazmaya başladığım zamandan itibaren. Bence ben insan olmanın farklı bi boyutundan bakıyorum dünyaya, 'insan' kavramı benim için ne XX-XY ne de 46 kromozomdu. XXY de olurdu 47 kromozom da. Benim, insanı tanımlayabilmem için Xlere Ylere kromozomlara, DNAlara, mutasyonlara ihtiyacım YOK. Bugün sınıfta hararetli bir tartışma oldu, down sendromlu olduğunu öğrendiğiniz bebeğinizi aldırır mıydınız? Kafayı yemiş olmalısınız!

İnsanı sevin, ama bütün insanları değil, bazıları çok çılgınlar. Onları uzaktan sevin, ben neden mi yakından sevdim? Ahahaha, gülüyorum bunun cevabını vermeden önce, şöyle açıklayayım, insanlara karşı, hatta anormal insanlara karşı ayrı bi zaafım vardı, ben onlara uzaktan fıstık atmak yerine, üstü açık safari cipine atlayıp kuyruklarından yakalamaya çalıştım. Ama eğlendim, afrika kabilelerinden birinde erkekliğini kanıtlamaya çalışanlar, aslanın kuyruğunu çekmekle görevlendirilirler, bense insanın kuyruğunu, ya da çekilebilen başka bi yerini çekmiştim. Ne afrikanın adı bile duyulmamış kabilesindeydik, ne de ortada bi dişi aslan vardı...ben cidden çok yanlış yerdeyim. Kediyi severken, kediyle kedi oluyor, pati atasım geliyor. O patiyi atıyor, içime ağlıyorum. Kediler ağlamaz. Dün Atilla İlhan dinledik, güzel İlhan, Fransanın sokak ve cafe isimlerini sayarken bile şiirde, ya diyorum, yazmalıyım ama nasıl?

Ben burayı özlemişim, öyle böyle değil ama çok özlemişim. Şey gibi, gün batımındaki hüznü özlemek gibi mesela. Gündoğumuna hasret kalan mahpus gibi mesela. Öyle şeyler işte. Öyle güzel öyle.

Şiir yazamam ama okurum, okumalıyım, şiir seviyormuşum aslında, önceleri anlamıyordum, okuyup üzülüyordum anlamadığımdan. Büyüdüm sanırım, anlıyorum, bir yerden yakalıyor.

Ben böyleydim.

Çarşamba, Aralık 03, 2014

meow

Hiç...

Öyle şeyler oluyor ki hiç olmasaydılar daha güzel olurdu,
hatta hiç var olmasalardı yani en azından benim hayatımda hiç var olmasalardı bu olaylar.

Olaylar olaylar, resmen bitpazarında kapkaça uğrayan teyze gibi hissediyorum; yardım çığlığına karşıdan ona doğru gelen ve olaya kayıtsız kalan kalabalık gibiyim ve o kalabalığa doğru ters istikamette koşan adam gibiyim, adam ise otla kafayı bulmuş ve ters istikamette şahin kullanıyormuş gibiydi. Her şeyden biraz birazım. Çok eğleniyorum çok.
Olaylar da kapkaççı gibiydi. Çanta boştu, üçaylığımı daha çekmemiştim evladım. Boştum anlayacağın, yine boşum, hep boştum ve boş kalacaktım. Şimdi reklamlar BOSCH Ev Aletleri ile hayatınıza değer katın. dandaradan daaaa! -that was a jingle, jingle without bell- İngilizce açıklama yapma gereği duydum pek saygıdeğer insan, umrunda olmayacağı için de araya bi şaka serpiştirdim.
Ankara bana küstü mü? Küsse sissy yapardı, küsmesin. Ankara'yı siz var olduğunuz için seviyorum, yoksa Ankara...
Bu ara anksiyetem zzzt zzzt diye sesler çıkarıyor, sessize almışım sanmışken ben, meğersem titreşimdeymiş. Sonra da beynim de titreşti tabii, öyle ailecek titreştik ben ve kendim ve kendim ve yine ben ve yine kendim ve biz...

Lieb mich oder hass mich. -beni sev ya da benden nefret et-

Bu ara mistik olaylar biraz daha yakından bakmaya başladım ve kendimi fal bakarken buldum;
geçen günlerde, arkadaşıma fal baktım, bakmadan önce sana anlatacaklarım var dedi tamamen poker surat ifadesiyle. Bardağın üstüne kendisine ait bişey bırakmasını istedim -_- :D nasıl yalancıyım, sonra da çok bilmiş bi edayla bardağı açtım ve aklıma ilk geleni başladım anlatmaya -...- ve fal is going toooooo...fal tuttu. :O Korkunç tesadüf diyelim biz buna.

Öyle şeyler.


Cumartesi, Kasım 01, 2014

Ruh Çekilmesi

Ruhu çekilmiş...

Başlamadan önce, ruh çekilmesine deyinmek istiyorum siz saygıdeğer ve çok muhterem...ölüler.
Ölürken siz, ruhunuz çekildi bedenlerinizden; peki ya yaşarken mıncıklanan ruhlar? Yani demek istediğim, biz faniler yaşarlarken gündelik hayatın saçmalıklarına anlam ararken, bir de ruhumuzun mıncıklanmasına nasıl engel olalım? Gerçi şöyle de bi' şey var, o kadar mıncıklandık ki, mıncıklanma eşiğimiz o kadar yükseldi ki, öldükten sonra ruhumuzun çekilmesi, kıl-tereyağı ilişkisine döneceğinden, ölüm simülasyonuna 23 yıldır gönüllü birey olarak katıldığımdan, hatta arada kobay olarak yaşamıma ara verdiğimden -yaşamıma ara verdim, fani yaşama- bütün bu olanlar, yaşananlar, tuhaf geliyor. Kendimi Übermensch-Üst insan olarak mı görüyorum, yoksa zayıflıklarıma bir kılıf uydurmak için mi böyle bi kaçış yolu buluyorum, bilmiyorum. Topuğundan vurulan Aşil gibi hissediyorum, gün gelecek ve ZBAAAAM! topuğumdan vurulacağım ben de, ama o an gelene kadar kral benim, en büyük benim, en güçlü benim...akşam eve döndüğümde ise maskemi düşürüp ya da taktığım ne kadar zımbırtı varsa bana ait olmayan, hepsini söküp atıp kendimle baş başa kalıyorum. İşin kötü tarafı ise, ya bir gün eve dönerim ve söküp attığım her şey bi anda 'ben' olmuşlarsa, bana dönüşmüşlerse, ve ben onlar olmadan bi hiçsem? Bi hiç olarak devam edemem, edemez insan.

Seviş, geçer...demişti bi dost, o da yok artık. Gitti, öylece gitti anlam veremediğim bi şekilde gitti. Kimsenin kimseye ihtiyacı olmadığını bildiği için gitti, yani onu tanıdığım kadarıyla, ya da hiç tanıyamamışım. Gitsindi, çünkü şimdi daha mutlu, sanırım, lanet olsun! emin olamıyorum.
Yalnız olmaya alışıktı o; ben mağarama o ise karanlığa geri döndü.

Birileriyle tanıştım, biri gitti...biri kaldı.
İşin güzel tarafı vardı, güzellikleri vardı. Ama şimdi zor olan kısımdayız, atlatırsak eğer, Fuji dağının zirvesine tırmandıktan sonra kanatlanıp ilahi bi aşkla uçuyor olacağız. Yani, bu aşkın sıradan bi aşk olmasına imkan yoktu. Ya da ortada aşk var mıydı? Ondan bile emin değilim, öyle ki, hasar almamak için zırh giydim sayın Hakim, buz gibi zırh tenime, aşkın yakıcı temasları yerine değiyordu. Bu yüzden hissizleştim, bu yüzden bana ''Emin olamıyorum, ne hissettiğimden, hissetmem gerektiğinden...'' emin olamıyordu, haklıydı, ben onun sıcak dokunuşları yerine, zırhı tercih etmiştim, beynimi de sıkıştırıp çıplak ellerimle çilekli-kondomun içine doldurmuştum. Şimdi daha mutluydum, ama daha hissiz. Siberadamdım, sibernetik organizmaydım belki de. Bildiğim tek şey, kırbaçladığım hayvani dürtülerim, kırbaca o kadar alıştılar ki, bdsm fantezisi olarak kullanmaya başladılar bunu. En azında içimde bi yerde, bi hayvan bile bu zoraki durumdan nasıl keyif alacağının yolunu bulmuştu. Öğreneceğim çok şey vardı, kendimden, yani hayvanlarımdan...
Pazartesi haftanın ilk günüdür. Benim hayatımın ise dönüm noktası olacak gibi görünüyor.

Pazartesi, Ekim 06, 2014



Tamamen boş...
İçi, dışı; önü, arkası...sobe! Saklanmayan ebe.
Boyutlarından kurtulmuş bir parçacık gibi,
              ilahi bi parçacık.
Sonsuzluğa doymak için kıpraşan,
              sonsuza yaklaşmaktan bir an olsun bile korkmayan,
              savrulan bir parçacık.
Savruldukça boyut kazanan, var olan, var olmayı başaran;
Tanrı'nın ve ona yakın olan diğer var olmaya çabalayanların yanında.

Çarşamba, Eylül 10, 2014

life is so cruel


...life is so gay

Uzun zaman önce, çok uzun zaman. Bir taslak bırakmışım ardımda, 30.05.14 tarihli. Neredeyse 4 ay... 

Mayıs önemliydi benim için, şu an eğer içinde bulunduğum bedene bir gram saygım varsa Mayıs sayesinde var. Kendime bile anlatamazken, insanlara anlattım. Çok yakınlara, çok uzaklara, hepsine. 
Alkolle kafayı bulup sokakta hunharca öpüştüğüm kadından da bahsettim. Tanışıyorduk. Şimdi ise öpüşüyorduk. Dünyanın en saçma anını yaşarken ben, bakterilerimiz taşınırken, dillerimiz kırbaç gibi döğüşürken, dişleri dudaklarımı bulmuştu. Neler hissettiğimi anlatamam, hele burada hiç. Neyse ki o sızdı, kustu...ben de. Hayatımın en zor anıymış gibiydi, suçluluk da vardı. Ama en kötüsüydü. 

Hazirandan nefret ettim. 3 hafta boyunca köpek gibi çalıştım bi' hastanede. Karşılığında aldığım ise, illegal yollarla dolandırılan insanlar, iş etiğinden nasibini almamış doktorlar-hemşireler-temizlik görevlileri-sekreterler, en dibinden en yükseğe herkes birbirinden lanetti. Sessiz de kalmak zorundaydım, kaldım. Eğlendiğim zamanlar da oldu tabii ki, yeni insanlarla tanıştım...of lanet olsun yeni insanlara istemiyorum yeni insan tanımak, sevmek...çok kızgınım, üzgünüm. Oysa 4 ay önce sevgi dolu bi adamdım ben, çok değiştim. İyi de değiştim kötü de, boktan da, saçma sapan bi adam oldum çıktım belki de, kendimden nefret etmiştim hatta ama şu an kendime saygı duyuyorum. Nasıl bi seviyeye geldiğimi görmek açısında bu keskin dönüş, bu hadsiz ayrılış ve kabuğa çekilmeler iyi geldi aslında. 
-bir örümcek eşlik ediyor, ağını yeni ördü, sanırım tavandan indi de izlemeye koyuldu beni. Laptop'ın sağ tarafında havada asılı kalmış- 

Temmuz, işten ayrıldığım ay. Neden işe güce endeksliydim ki ben bu sene? Hep parasızlık, hep alınacaklar listesi yüzündendi. Alınca mutlu olacağıma inandığım şeyler yüzündendi. Ah, kapitalizm. Gözümüz kör olmuş resmen. Alamadım. Mutlu da olamadım. Mutlu olamadım ve sonra geri döndüm memlekete. Memlekette iyice bi kötü oldum, nefret ettim. Toprağına ayak bastığım ilk andan beri nefret ettim, havasını soluduğum ilk andan itibaren! Beni kötü şeylerin bekliyor olduğunu hissediyordum çünkü. Ve öyle de oldu. Ailemi bırakın destek olmayı, işten ayrılmam konusunda beni suçlu görmeleri bardağın son damlasının taşmasına değil buharlaşmasına neden olmuştu. Ailemize kuraklık hakimdi, içimizi serinletecek tek bi damla kalmamıştı. Eskisi gibi konuşulmuyor, atlatılan bunca şey tek çırpıda unutuluyor, üstüne bi de yaşanan yeni zorluklar da eklenince...ve bundan bile sorumlu tutulunca ben. ÇILDIRDIM! 

Ağustos, sabır ayıydı. Biterdi çünkü, Eylül sabırsız bi erken doğandı. Ağustos'u zorlardı ve gelirdi.
Ev tutmam gerekiyordu, kazandığım birkaç kuruş da eriyip gitmişti. Elde sadece bir aylık kira vardı. Saçma sapan bir sebepten ötürü, bahanelerle benle ev arkadaşı olmayı reddeden eski ev arkadaşım. Durduk yere böyle bir haberle gelince, sarsıldım açıkçası. İnternetten ev ve ev arkadaşı aramaya başladım. Çeşit çeşit insan, sapıklar, aptallar, ve sadece yalnız olanlar. Sadece yalnız olanlardan birine denk geldim, ilanı gayet açık ve espriliydi, tahammül edemediği iki şeyin ''batak masaları ve beyaz atletliler'' olduğunu yazmıştı alaycı bi dille. İrtibata geçtim, Facebook iyiydi. Arkadaş olarak ekledim, profilinde gezindim. Ortalama müzik, ortalama film, kitap yok ya da yazmamış. Paylaşım hiç yok veya kaldırılmış. Fotoğraf toplam 3 veya 5 adet, onlar da etiketlenen. Evi görmeye gittim memleketten otobüse atlayıp. Özlemişim şehri. Yabancı gibi hissettim kendimi, sırtımda sırt çantası elimde telefon navigasyon açık. Evin adresini vermişti. Evi de bulmuştum sonunda. Neden evden bahsediyorum ki o kadar? Yaz boyunca beni en çok mutlu eden şey buydu da ondan! Evi gördüm, adamla tanıştım. Ev güzeldi. Her şey güzeldi, eşyalar, düzen. Evin enerjisi hoşuma gitmişti, tamam tutuyorum dedim senin için de bi sakıncası yoksa. Ve evde geçirdiğim 2 hafta. 

1. Hafta; 
Ortama yabancılık, rahat rahat uzanamıyorum bile. Kişiliğimden dolayı, genelde max 10 gün sürer alışma sürecim. Neresi olursa olsun fark etmez. Bir de kişiyle geçirilen zaman da önemli tabii. Eve gelen giden, tanımadığım yüzler hep. Bir de adam öğrenci değil, ev arkadaşım yani. Ona kısa Evark diyelim, ev.ark. bir memur. Çalışan bi adam. Bu da tuhaf bi durumdu. Daha önce öyle bi şey başıma gelmemişti. Yani hep benim gibi öğrencilerle birlikte yaşadım. Fark yok. Yani şimdilik. 

-Tabii ben bu arada en yakın arkadaşımla hasret gideriyordum, evde çok da durmuyordum- 

2. Hafta
Tuhaflıklar haftası, artık birbirimizi tanıyor gibiydik. Yani yüzeysel olarak. Daha önceki ev arkadaşı geldi ziyaretine, o adamla hemşeri çıktık, iyi mi? İyi adamdır diyorlardı hep. Ev arkadaşım iyi adamdı, peki ben ona göre ne kadar 'iyi adam'dım. Önceki ev arkadaşının GBT sine baktırmış, benimkine baktırmamış, öyle söyledi. Mülayim tipmişim ben, gerçekten de öyleyim aslında. Yani karıncaya bile zarar vermeyecek adamım, ama üvey amcamın kafasında rakı bardağı patlatabiliyorum. Manyağım yani, ama içimde hep. Bu arada hakediyordu. 
Benim memlekete dönüş için gelen ısrarlara katlanamamam ve babamın yurtdışına dönecek olması. Parasızlık...dönmeme neden oldu. 

1 haftadır memleketteyim. Yakında dönüyorum, evime, gerçek olana veya bana ait olana, bilmiyorum nasıl tanımlamam gerektiğini bile bilmiyorum. 

Salı, Mayıs 27, 2014

Miles Miles Smiles

Yok Öyle Kararlı Şeyler - 34, eksi 1


Selamlar,

bloğumla arama mesafeler girdiği her zaman buraya,
'kaçgündüryoktum?' sorusuna cevapla bir giriş yapıyordum, artık yapmıyorum.

Son zamanlarda anlam veremedim bazı olaylara, durumlara, gülüşlere, duygulara
Elimde olmayan sebeplerden dolayı öyleydi,
Zaten elimde olmayan sebepler hiç elimde olmadılar.

Öl,            
Boğul,
Çırpın,
Okyanusa atla.

Bazı şeyler çok tesadüf, çok olmamalı, çok olmasaydı, ama iyi ki de oldu yoksa
nereden bilebilirdim ki? ha? hayır, öyle bir şey değil ki! tabii değil, hayır hayır
cidden bak, güzel ama.

olmalı mı olmamalı mı yoksa hiç değişmemeli mi ama ben değişmezsem ben olamam ki

hayat zor, ben zor, sen zor, herkes zor, her şey zor, şeyler bile zorsa dursun dünya yansın

Okyanusta Kraken var, savaşırım, yenilirim.

Dev mürekkep balıkları, yengeçler...
Ama çağımızın en büyük ve en vahşi yaratığı para ve mesafeler...


Cumartesi, Mayıs 03, 2014

KAFA

Selam,
Kendimi sevdiğimi tek zaman, yazdığım zaman.
Bu yüzden terk etmedim hala da buraları, dayanamam yoksa, yağlı ilmeği bileklerime dolar,
ellerimi idam ederdim.
Bu ara biraz garibim, hissetmeyi öğrendiğim için
Sevmekten korktuğum için,
Alıştım platoniklerime, onlar da bana alışmışlardır umarım,
Farkıma varamadıkları için alışmışlardır. Hayatlarında hiçbir değişikliğe neden olmadığım için.
Kötü haber aldım, aldık, aldılar...
Hep beraber üzüldük, gerçi ben geç gittiğim için benden önce üzülmüşlerdi.
Ben sonradan üzüldüm, bana bu kötülüğü yaptılar, bensiz üzüldüler. Ben geldiğimde üzülmeye devam ettiler,
iyi ki bensiz başladınız, dedim içimden, dayanamazdım yoksa.
Saydım içimden, 1, 2, 3...rakamlara anlamlar yükledim, küfürler, ağız dolusu, neden bu kadardım, daha fazla değil? diye. Kendime sövdüm, ondan sonra da hiç kimseye, zamana, mekana, şansa, ne kadar soyut şey varsa. Ha, diceksin ki, zaman somuttur, diye. Değil işte, bence değil, bence Hikmet Teyze için de değil.
O dantel örerken geçer zaman, önemi yoktur bu yüzden, somut-soyut.
Nereden nereye geldim ben? Neredeydim? Hiçbir fikrim yokken. Oysa insan nerede durduğunu bilmeli,
ne bileyim, durmalı sadece belki de, ben burada değilim, ben hiç var olmadım, ben hiç burada değildim, beni sizler var ettiniz, ama yok olmam için gereken şifre kombinasyonu içimde bi yerde, kendimi bi tek ben yok edebilirim, o da sadece otobiyografim tamamlandıktan sonra mümkün olabilir, dedi insan.
Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyar ki? Daha doğru dürüst sevmemişken, nefesini hissedememişken neden o sıkıcı hikayeyi anlatmak ister ki durmadan? Bu onun lanetiydi, bununla mühürlendi dili, sonsuza dek o lanet hikayeyi anlatmak, her zorluk karşısında o lanet hikayeyi bi piyon gibi öne sürmek, belki de en kolayı.
Sevemiyorum, çünkü...
Aşık olamıyorum, çünkü...
Sebep sonuç giriş gelişme, sonuçla başladı hikaye, girişemedi, gelişemedi, tutunamadı rahmine kadının, öldü böylece, ne kadın fark etti gittiğini, ne de zaman, gitti öylece.