Pazartesi, Eylül 02, 2013

Dizi var Film var - 2 !!!

N'aber?
Bugün dizilerden konuşalım! 
Dexter'ı ne zamandır takip ettiğimi hatırlamıyorum bir ara izleyemez olmuşum, muhtemelen internetim yoktur, ya da tv'den uzak kalmışım. Tv'den takip ediyordum ben, ilk 3 sezon için böyleydi bu. Diğer sezonları da tam anlamıyla takip edebilmiştim, uykusuz geceler, paranoya, kışın ortasında soba sönmeye yakınken başlayan, battaniyeyi üzerime çekip, hiaaaa diye çığlık attıran, annemin uyanmasıyla ve o malum herkesin ve kesinlikle kendisinin de bildiği soruyla "uyumadın mı sen daha?" dan sonra yıkılan konsantrasyon, sanırsın yazar burda atomu parçalıyor.
En eğlendiğim dizilerden biriydi ve bitiyor, anasını satıyım ya! Tamam, tamam sen Friends izledin ve büyük ihtimalle tavsiye edeceksin, başım gözüm üstüne. Tamam, Fringe çok gizemli çok sürükleyici, tamam onu da izlerim, tavsiye edersin biliyorum! Kendimi bir ara boşlukta hissettiğim zamanlardı depresyon, yengeç hepsi sarmalamıştı benim de içimde kopan şiddeti bastırmam için intikamlı falan böyle manyak bir diziye ihtiyacım vardı. Bir ara, aramız açıldı diziyle, ne olduğunu hatırlamıyorum ama kendimi öğle saatlerinde, mecburdum o zamanlar evlendirme programları yeni yeni, Desperate Housewives izliyordum, sonra Breaking Bad'in tekrarları, işte o an...
Breaking Bad, konusunun ne olduğunu kavrayamamıştım ilk izlediğimde, sonra WW'nin Heisenberg Heisenberg'in de baba babanın da, aşçı olduğunu görünce etkilenmemek elde değildi. Yakın zamandaki planlarımdan biri, seriye ilk bölümden başlamak olacak gibi görünüyor.
Doctor Who, gelelim pejmürde doktora ve onun yol arkadaşlarına;
İlk izlediğimde tv'de Slitheen'li bölümü görmüştüm ve aynen tepkim böyleydi "21.yyda uzaylı kostümlü dizi, dalga mı geçiyorlar, absürd uzaylı dizisi mi komedi mi bu!?" türünü bile henüz kavrayamamışken, o zamanlarda da tv'de adamakıllı şeyler yoktu, hiçbir zaman da olmadı o günden sonra. Seriye ilk bölümden başladım yeniden, bu yaz. İnanılmaz eğleniyorum ama şunu fark ettim, dizi izlemeye başladıktan sonra film izleme alışkanlığım köreliyor. 2 saat boyunca dizi izleyebiliyorken, 2 saatlik film sıkmaya bunaltmaya başlıyor ki bu sıcak yaz günü evde oturup film, dizi izleyen bir tek ben varım ve maalesef ki ağız alışkanlığı, sıcak YAZ günleri geride kalmasa da, sıcak Eylül ve pek sıcak olmayan Sonbahar var.
6. Sezondayım, inanılmaz eğleniyorum, bakalım 8. sezon beklendiği gibi olacak mı?

.............................................................
Film demişken;
En son Lady Vengeance ve Incendies'i izledim, kesinlikle izleyin demek istemiyorum ama kendimi tutamıyorum kesinlikle izleyin.
Lady Vengeance; Oldboy ve Mr Vengeance'tan farklı bir havadaydı daha durağan daha bir sakindi bu yuzden ilk önce bunu izleyin derim, sonra Mr, ondan sonra da Oldboy tabii ki, böylece her filmde çıtayı yukarı ve daha yukarı taşımış oluyoruz.
Incendies'i de mümkünse çok mutluysanız izleyin, depresyon halinde veya gergin ve sıcak bi günde, olmadık yan etkilere neden olabilir. 1+1=1 HİİAAaaaaa! diyip kapatıyorum.

Ciao! 

Pazartesi, Ağustos 26, 2013

bazı şeylerden kurtulabiliniyor

Merhaba,

bugünlerde bazı şeyleri çok abartıyorum, abartının kendisi oluverdim.
bi bok da yaptığım yok,
memleket havası kadar geren de yok.

bugünlerde kimseyle görüşmüyorum, valla aşk meşk işlerini de eş-dost-akraba
ilişkilerini de, hiçbirini beceremiyorum.
hayvan gibi seviyorum, hayvan gibi nefret ediyorum.

sana not: skype'ta başını fena ağırtcam, son.

ev tuttum, küçük çok, ama büyük olması umrumda değildi ki,
iyi bi insan, iyi bi arkadaşla tuttum,
önemli olan buydu, başka bir şey değildi.
Peki! Neydi insanlardaki bu X+X ev tutsaydın!!! merakı?
Ailem de karışmıyor hani, mutlu ol yeter çalıyor ne zaman sorsam.

yakında okul açılıyor, güzel açılır umarım,
bi açılır da kapanmaz umarım.

ev pahalıydı, küçük olmasına rağmen.
büyük olsa da yol parası ve
cartı curtu ile pahalı olacaktı.
KÜÇÜK oldu, mutluyum.

iş bulmam gerek, senin de bulman gerek,
benim daha çok bulmam gerek, yapabilirsem mitoza başvurcam
"kadere yenik yürüyeliiiiim mi? hadi diririr riin!"
ben de usandım artık bu tekinsiz oyundan, bu saçma sapan
travmalardan.

sinema topluluğunda aktif rol alabilirmişim yeni dönemde, teşekkürler.
bu habere çok sevindim mesela ama iş bulsam, topluluk da ders de
bakalım hepsi bir arada nasıl olacak.

bu anı rüyamda gördüm mesela, fareyi çift tıklatıp beyaz arka planı mavileştiriyordum
insan neden rüyasında öyle bir şey görür ki, pencere açık uyuduğu için.

geçen günlerde Perks of being a Wallflower'ı izledim, Tunnel Song
diye aratıp bulduğum Heroes adlı şarkıyı her dinlediğimde
çocukken tünele girince yaşadığım heyecan geliyor aklıma

şeyhı şıyhı da internet kullanabiliyor artık, internet şeytan icadıydı,
ayıplı erotikliydi onlar için ama yok, internet şu an en faydalı günlerini
yaşıyor,
hani twitter'ı kapatıyordunuz evlat?
ne oldu, işine gelmedi.

bu arada sağ tarafta bir sürü sayı var ya alt alta hani, onlar eski yazılar.
çok utandığım için başlıksızlar.

Çarşamba, Ağustos 07, 2013

Tutulma: Ev, Twilight gibi oldu kalkapkalakp şaka zayn mslmn bi kre hmmpsa

Manyak Mokoko'nun sayfasından uçup Incubus - Love Hurts'le yazıyorum. 

Alman komşunun Alman Laptopunun Almanca Klavyesine tamamen alışmak adına attığım manyak adımlardan olan, klavyeyi orjinal haliyle kullanmamdan ötürü z ile y'yi karıştırıyorum böyle bok oldum.

Bu ara saçma sapanım. 
Bu ara ailem saçma sapan.
Bi ara minik buzağı hastalandı, yıkıldım. 

Hiçbir şey yapmadığım için hiçbir şey yazıyorum, öyle doğaçlama, öyle içten öyle samimi...şaka!
Bazen şaka yapıp, şaka yaptığımı söylemeyi unutuyorum gerçek oluyor. 


Amcamlar yine kavgalarda yine kavgalarda, birinin götüne rodeo boğası girsin, diğerinin de burnundan bağırsak solucanı girsin, tenya işte büyük olanlardan. -kusmuk*

Evde başıboşum, dışarıda da öyle.
Ev tutmaya çalışıyorum, kendi evimde başıboş olmak için ama bakalım ne olacak ne gelecek başıma bu beş parasızlıkla.
Tefeciye kurban gittim, gelcem. Belki de gelmem, tefeci sever belki beni.


Evcil hayvanım olsaydı ona bakardım ama dediğim gibi buzağı var, manyağın teki, boynuzlarından tutuyorum güya bana kafa tutuyor bi güreşiyoruz hayvanla, sonunda tekmeleyecek kadar çirkefleşiyor.

Bu ara yine ben bir şey yapmıyorken, mubi.com'da tanıştığım bir Alman'la bildiğin muhabbet ediyorduk Berlin 'de sanat okumuş güzel okumuş listesinde 500'den fazla film var. Berlinale'e, Karlov Vary'e gitmiş vesaire. Çok kıskandım, ben de gitcem dedim. Bakalım.

Amcamları Krav Maga öğrensem dövebilirim aslında, salakoğlusalaklar dövüşmeyi de bilmiyorlar gerçi, bir sopa da işimi görür gerçi-

Film izlemeye devam, manyak filmler deli filmler en son bunlar vardı;
Kon Tiki(hedef, amaç, hırs her bişey), Before Sunset, Seventh Seal, Inception, Life is Sweet(çokgzell!!!), Trance...bir sürü. Normalde adet olmuştur, izlediğim filmi, film günlüğü gibi yazın yazmaya çalışmak, yapamadım bu sene, deftere yazıp çiziyim dedim yine yapamadım, bir şekilde filmlerden notlar almanın yolunu bulmalı bilen varsa soruşturulmalı!

Facebook'u da kapadım, dondurdum, sıkılmalık bi hesap açtım işte Tetris oynamak için, yoksa beynim fonksiyonlarını yitircek.
İspanyolca öğrenmeye çalışcam, bakalım dil çok güzel öyle konuşması falan eğlenceli geliyor, İtalyanca da iyi ama İspanyolca'ya bi bakalım umarım bırakmam devamı gelir. Bir başlangıç lazım, bir kıvılcım...

*.*.*.*.*..*.*.*.*.*.*.*.*.*..*.*.*.*.*..*.*.*.................*..*.*.*.*..........................................*.*.*.*.*.*
Bu yukarıdaki anlamsız hareketten sonra,
Ne bok yicem lan ben?!

Perşembe, Temmuz 25, 2013

Dizi Var Film Var

Geçenlerde ben yine evdeyim, yine götü yaymış Dr. Who izliyorum ama bildiğin tadını çıkarıyorum anı yaşıyorum anasını satıyım, şu Weepin' Angels'lı bölüm favorim ondan önceki de ondan sonraki de, hepsi. Martha'ya o kadar laf ettiler, sevmediler-kardeşlerim ve yerküre üzerindeki diğer canlı yaşam formları- lan nesini sevmiyorsunuz, aşkböceği tarzı ağlaşmalarını saymazsak iyi güzel aslında. Shakespeare'i gördü kadın! Rose gördü mü? Bok gördü! Boe'nun yüzü vay anasını! Dalekler de bi ölemediler, bi ışınlan çoğal tekrar Doctor'u öldürmeyi dene. David Tennant tamam iyi güzel de, son bir sezonumuz kaldı senle adamım! Donna da tekrar gelecek tabii. Ondan sonra gelsin Amy Pond yavrum benim ya ne güzel böyle yanakları kırmızı vesaire...çok daha böyle sevecen görünmeye çalıştım okuyunca ne sapık fantezilerle yazmışım...neyse, yakında biter Doctor Who da, en azından Game of Thrones'un yeni sezonuna kadar gayet güzel idare eder. Donna'yı Marthadan Rose'u hepsinden Amy'i Rose'dan çok..öpüyorum en güzel zamanlarından.
Neyse, bir de Dexter var, salak mal gerizekalı (bayram dolayısıyla ağza ayar) Lan Dexter'ı unuttum en son beyin parçaları vardı, böyle Dr. Vogel'e geliyordu hediye paketi vardı, Debra sızıp gidip her şeyi bok ediyordu eşeğoğlueşeğinkızkardeşi. Bi bakmışım 1. sezon 1.bölümden başlamışım tekrar bu diziye de, okul zamanı öyle bi hasta düşünceye sevk olup ardından vazgeçme gücünü kendimde bulabilmiştim. Her türlü arkadaş tahriğine -bende komple dizi var harddiskte, söylemi- rağmen. Neyse, bakalım Dexter bitiyor anasını satıyım. *askısız sütyen 15 lira, normali kaç para ki acaba? değişiyodur kesin*reklamlar çok ilginç.
Başka ne anlatıyordum ben, 
Bi çılgınlık yapıp yarın War Trilogy yapayım diyorum sonra Manyak Herzog giriyor araya Rosselliniden bi sağ kroşe...ama Herzog manyaklığıyla dövüyor, Herzoga devam hem Rosselininin filmler kargo*da.;). 
Kaspar Hauser, Nosferatu, Woyzeck...Fitzcarraldo'yu da önceki bilgisayarlardan birinde unutmuştum-ödünç alınan-
Shoah diye bi film var belgesel röportajlar anti-nazi ex-nazi holocaust kaçanlar kurtulanlar...tam 566 dk. dizi gibi bunu da 2'şer saatle ancak bitiririm. Tarih önemli.
Başka bir şey var mı diye bakınırken, 
yok!

Pazar, Temmuz 21, 2013

Çorbasal Meseleler part-2

Selam,
mutluluktan çimlerde topuklarım kıçıma değecek kadar hızlı koşturuyorum...demek isterdim de yok ya, ayın 21'i olmuş, elim boş bok gibi kaldım ortada iş yok güç yok yakında psikiyatristin kapısını çalarım en kötü ihtimalle tekmelerim stresten ne bok yiyeceğimi bilmez durumdayım da yazınca geçiyor sanki...durakladığım yerde küfretmekten vazgeçiyorum yoksa...bu dünyanın gelmişine de uzayın derinliklerine de sıçayım...
Almanca blog vardı ya, bir hevesti açtım gibi oldu, yahu resmen birşey yapmak istemiyorum, ne bok yicem olm ya blog? şşt?
Bu zamanlarda internetten kurtulmayı çözüm olarak görüyordum da işe yaradığı zamanlar oluyor işte, bazen.
Uzun zaman oldu, B.'yle konuşmuyorum. Konuşsam ne iki kelime edemiyorum, anasını satıyım anasını satıyım anasını satıyım satıyım anasını satıyım beynimin olmayan hani...noktalama işaretlerini de yanlış kullanmaya bayılıyorum hatta kullanmamaya daha çok bayılıyorum o zaman daha çorba oluyor daha çok yansıtıyor sıçmıklı duvarlarını beynimin, olmayan hani.
Yıl olmuş 2013 baba eline bakıyorsun boyun posun devrilsin allah seni bildiği gibi yapsın bi de ben dil biliyorum yeaa diye geçiniyorsun grzkalı aptl slk..
Açtım Little Miss Sunshine soundtrack ooohh oohh ooooh misss, ama o bile işe yaramadı, mod aynı.
Doctor Who izlerken bir tek o an mutlu oluyorum, dizi izlemekten de film izleyemiyorum artık, sıkılıyorum anasını anasını anasını satıyiiim, dizilerin.
B.'ye yine gelecek olursam, ne bok yicem ben, kız Almanya'ya da gitmiyor artık anlatmıştım bunu, mutluluktan takla atacaktım bakan vardı ya hani...iyi de gitmiyor diye daha mı kötü oldu acaba diye düşünüyorum ki son gelişmeler olumlu, kanka nbr yhaaa moduna girmemek için de kızla az görüşüyorum.
Param yok, Ankara yalan olabilir, bok oldu Ankara, dar geldi bana Ankara hatta hiç gelmedi, ben gitmedim.
Daft Punk'a sardım, he yavrum he sen lisede dinliyordun, hoşuma gitti hele şu Get Lucky var ya bokunu çıkarana kadar dinliyorum ama son zamanlarda onu bile dinlemez oldum. Albümü indirdim de bakalım.
Eea, kimseyle de görüştüğüm yok bi de, arkadaşlar vesaire, iyice yalnız modunda evde dört duvar arasında dizi izleyerek bazen de müzik dinleyerek geçiyor da, geçmiyor günler beaa!
Belki de kardeşimi beraberimde götürme planlarım da yatacak maddi imkansızlıklara sokayım.
Ne yapayım ki,
Hayat sevince güzel sevince mutlu günler kuş kelebek börtü böcek seversem her şey yoluna girecek mi, hatta bir taşı sevmem yetecek mi? Yetmeyecek sevgili Ayşecik, kandırmışlar seni saf köylü kızım benim, alyazmalım, hokka burunlum...
Eve geldim bir de ne göreyim Aa AAA(deterjan reklamı edasıyla) gitarım, o çok severek çalamadığım gitarım rüzgardan devrilmiş sapı sizlere ömür...ben de laptopu üzerine koydum, o küççük yusyuvarlak delik hizasında laptop standı olarak kullanıyorum güzel oldu, oraya fan taksam ?! Çok orjinal olurdu fikir de aman ya bir ay için, peh.
Yine Daft Punk-
Neyse, Deezer var güzel program, otlanıyorum deneme sürümünden orda güzel güzel müzik tavsiye ediyor falan.
Başka bi'şey yok sanırım.

Çarşamba, Temmuz 03, 2013

Göz

Çok uzun zaman sonra,
Çok karmaşık günlerden sonra, baş belaları ve diğer saçma sapan olaylarla cebelleştikten sonra, yine sonra hep sonra, başka türlü olamazdı. Geri dönülmesi imkansızken...
Tek parça sıyrıldık olaylardan, ama bütün olumsuzluklara rağmen yine olumsuzluk, hep olumsuzluk vardı, can sıkıntısı her yeri karanlık gibi sarmış, görme yetisini kaybeden bir yaratık gibi hissettiriyordu, yaratık sabretse kulakları iyi duyacak, iyi koku alacaktı; düşmanının sesini ve geniz yakan kokusunu. Düşmanının kahkahaları ve attığı her adım, yeni gelişen hatta inanılmaz hızlı bir şekilde gelişen duyularına işkence ediyordu, büyük bir patlama hissetti kulağında, kusacak kadar yandı genzi...

Cuma, Mayıs 17, 2013

İzmir -Haddinden uzun bitmeyen tatilin bitmeyen yazısı-

Pazartesi, Mayıs 13, Final Sınavı-ve Schluß!

Sabah, sınav saat 8.30'da idi. Ben ise 6.30'da kalkmayı planlamıştım, yapamadım evden çıktığım zaman ise 7.15 derken dolmuşu bekledim, gecikti. Dolmuşa bindim, yahu üniversiteden mi uzaklaşıyoruz bana mı öyle geliyor? "Kayboldum, !'^+%&/()! -surat ifademden belliydi-" Şoför : "Genç, nereye gidiyorsun?" dediğinde, "Üniversite..." diyince, şoförün yüzündeki ifadeyi anlatabilmeyi isterdim. Geç kalacağım, geç kalacağım! Neden ben neden Tanrım! diye isyanlara ve dile gelmiştim. Lanet etmedim, bişeyler söylediğimi hatırlıyorum ama Tanrıya değildi onlar, aptallığıma, aptal yaradılışıma dolaylı yoldan ona kızmış olabilirim tabii ki...
Sınava girdim, sınavdan çıktım. A2 sorularıyla dolu şaka gibi bir sınav! Ben B1' ağırlıklı beklerken ki Prapositionlar falan, onlara çalışmadım sevmiyordum ve başıma bela oldular, içerik önemli değil ama ileride okuyup mutlu-mutsuz olacaksam birinci değilim, 2 3 de değil...Saçmaladım ben son sınavda ama bunu farklı yorumlayabilirim, bahane de üretiyor olabilirim ama...Boşver!
Arkadaşlarla bütün günü planlamıştık, önce arkadaşın evinde buluşuldu ve hep beraber toplandık Gönülsutakla...Eşek, Kibarkoşar ve sevgilisi.
Sinemaya gittik, Iron Man 3D...Hollywood filmlerine bayılmadığımı ve içten içe duyduğum nefreti her fırsatta paylaşıyorum bu yüzden filmi yorumlamayacağım bile. Eğlendik mi, evet! AVM'de markette sepetin içinde beni ordan oraya sürükleyen Kibarkoşarın sevgilisi, videoya alan Gönülsu...Her şey çok güzeldi yolundaydı, bi ara Keçisakal-Kibarkoşarın sevgilisi- kayboldu, sonra kızlar kayboldu sonra ben kayboldum.
Sinemadan çıktık, sinema salonunda ben daha sohbet havasında atlatırız sanmıştım filmi, ama öyle olmadı- ben sinemayı sadece hakeden filmler bıdı bıdı- Türkiyede hakkeden(!) filmler zaten yüzlerce kopyayla izletiliyor. Pas ve Kemik, Stoker...bunları izlemek için resmen 3 büyükşehirde yaşamanız gerekiyor, nefret ettim.
Neyse, eğlendik, dondurmaya yemeğe gittik sonra, yedik de. Sohbet de ettik. Çok istediğim gibi gidiyordu her şey, gündüz de biletimi almıştım İzmir'e gitmek için, yanlış firmayı aradığım sandım, aradığım firma da garipti. Aldığım bilet de garipti, şirket de garipti, ama günüm güzeldi.


Salı, Mayıs 14, Otobüs hareket saati 19, istikamet İzmir.
Salı günü Hocamın kitabını ve Tutunamayanları teslim etmem gerekiyordu. Okula gittim, bu kez doğru dolmuşla. Önce hocamın kitabını teslim ettim ama ondan önce Psikolojideki kuzenime flaşbelleğini teslim etmem gerekiyordu, Salı günü teslim günü. Arkadaşlarıyla tanışıyordum zaten, muhabbet ettik, çay içtik, langırt oynadık, öyle güzeldi ki o kadar çok güldüm ki, bütün bir yıl yaşadığım saçmalıkları unuttum birkaç saat içinde. Onlar mezun oldular. Psikolog oldular, olacaklar, karşınıza çıkarlar belki de*
Kuzenimin evindeki son günümdü, çok rahattım, rahat ettirdiler, sağolsunlar. Eşyalarımı topladım, gitmeye hazırdım.
Otobüs, bilet derken otobüsteyim ;dua ettim. Tanrım yanıma konuşkan biri otursun yaşıt olalım muhabbet falan 14 saat sıkıntıdan ıkıntıdan ölmeyeyim, diye. Ama tam tersi oldu, yaşlı bir amca, minik 3 aylık belki, bebeklerin yaşını tahmin edemem, bir torun...Amca konuşkandı, tatlı bi aileydi açıkçası. Yolculuk boyunca rahatsız olup olmadığımı sordular. Olmadım gerçekten, film izledim Tokyo!2008 ve Pas ve Kemik'in bir kısmını. Şarjım bitti. Tuvalet yoktu otobüste, neyse ki en yakın mola yerinde gördüğüm ilk WC tabelasına sarıldım. Yolda arama vardı, bir 45 dk belki 1 saat durmak zorunda kaldık, çocuğun biri yasadışı madde taşıyordu, indirdiler. Ona sövdüm, o kadar yol gitmişiz be çocuk yapılacak şey mi?!

Çarşamba, Mayıs 15, İzmir

Otobüs Terminalini gördükten sonra içimde oluşan garip mutluluğu değişmem belki zaman alacak. Telefonu çıkardığım gibi cebimden, rastgele foto çekmeye başladım, İzmir- ilk defa. Rastgele foto çekmeyi seviyorum, saçma sapan fotoğrafları seviyorum, çekilmeye değer görülmeyen şeyleri çekmeyi de seviyorum, foto almanak yapardım elimde olsa.
Kuzeni aradım, almaya gelmedi ben gidebildim en azından, kaybolunacak bişeyi yoktu, servise atlandı ve, yol boyunca - yahu İzmir böyle bişi değildi sanırım? demeye başladığımı farkettim, nasıl olacaktı İzmir? Nasıl olmalıydı?
Kuzeni bekledim, kuzen geldi, eve gittim...yerleşmeler vesaire derken Rota şöyleydi ;
Konak, Kemeraltı, Asansör, Karşıyaka, Alsancak...
"Oğlum çok klişe" dedim "çekme yapma etme gözünü seviyim" dedim "saat kulesiyle herkesin fotoğrafı var" dedim. Dinlemedi "allahın emri o" dedi. Çekildim tabii ki. Asansöre kadar yürüdük, yürüdüğümüze değdi orda da yorgunluğu atacak kadar soğuk bir şeyler içtik, manzara güzeldi, muhteşemdi. Benden önce çeken vardır tabii ama şöyle bir şey ki, benim fotoğrafım çok fantastikti yahu, dalga geçiyorum ama o kadar fotoğrafın arasından en sevdiğimdi.
Kemeraltında durmadık, camiye kadar sadece, orda 3 kartpostal aldım, 2 tanesi hocama bir tanesi de sevdiğim bir arkadaşıma.
Karşıyakaya geçtik ordan, rüzgar güzeldi, vapur hüzünlü- bana kendimi garip hissettirdi, anlam veremedim, vapurlar mutlu araçlar değiller dedim, trenler gibiler. Yemek yedik, açlığımızı dindirdik bir şekilde, ben de kartpostalları doldurdum, aceleye mi geldi ne? Zaten 3 satır bir şey yazmam gerekiyor, kartpostaldı sonuçta.
Alsancak'a gittik, Sevgi Yolu güzeldi, insanlar, kalabalık, betimleme yapacak havamda mı değilim yoksa - kitapçı tabelası gördüm, koştum, su arayan bedevi gibi, su bulmuş gibi.
Kitaplık güzeldi, kitaplar güzeldi, sahaftı, çok sahaftı. Sahafları seviyorum, Karşıyaka'daki kitapçı 5tl'ye kitap satıyordu, boş kitaplar, sayfalarda harfler olmasa daha anlamlı olurlardı. Sahaftan bahsedeyim, içeri girdim, Oğuz Atay aramaya çalışırken, Almanca kitap sordum, VAHA! Kitaplar tam karşımda duruyordu, saniyeler içinde kapakların üstündeki adları yazarları tanımaya çalışırken buldum kendimi, çok mu şanslıydım? 4 Kitap seçtim, şunlar;
1-Michael Ende,Die unendliche Geschichte : İngilizcesi the Neverending Story, filmi çekilmiş, insanların hayatında güzel izler bırakmış.
2-Ingrid Bergman, Mein Leben
3-Stephen King, der Gesang der Toten
4-Edgar Allan Poe, der Doppelmord in der Rue Morgue
Sahaf kitapları beğendi ben de beğendim 25lira verip ayrıldım, Kitapsan ve DnR desem? Tamam tamam Almanca yayın yok, olsa da pahalı belki talep yok diyeceksiniz ama...evet talep yok, ben kitaplarımı aldım, mutlu ayrıldım, İzmir'den ayrılmadan önce tekrar gidip Oğuz Atay'serisi yapabilirsem satın alıp ayrılmayı düşünüyorum, Atay'ı bulabilirim ama Almanca yayın bulamam diye Almanca kitap araştırıyorum netten de bakalım.
Akşamında o günün, diğer kuzenimle dondurma yedik, Şirinyer'de oturduk muhabbet ettik, yahu nasıl özlemişim ikisini de, 8 ay oluyor herhalde görüşmeyeli, birkaç kez görüntülü görüşme, başka türlü tatiller kesişmemişti.

Perşembe, 16 Mayıs, İzmir-weiter.

Bornova'ya gittik, Küçük Park'taydık,döner yedik-künefe yedik Antakya Döner'de-künefenizi dondurmalı isteyin, benden tavsiye- Kalkamadık, bildiğin oturduk kaldık, ağırlaştı bünyemiz.
Optimum'a gitmiştik öncesinde, Aliağa metrosu gecikmeliydi, intihar vardı. Bomba esprisi yapan soytarılar vardı, herkes alarmdaydı adam ölmüştü. Adamın biri-intihar etmişti. O gün karanlıktı zaten, resmen bunları 17 Mayıs'tan yazarken, kafamdan silip atmışım. AVM gezmeyi sevmiyorum, Optimum da hem ıssız-mış diğer günlere göre, neden öyle olmuştu bilmiyorum. Saat biraz ilerleyince kafelerden birine geçtik, nargile istedik 2 de kahve. Nargile içen bünye olmadığım için, kuzen de içmeye yanaşmadığı için nargile bana kalınca, iç babam iç yaparım sanmıştım ama öyle olmadı-bana göre değilmiş yahu, bir daha ağzıma sürmem, belki bilmiyorum. Arkadaşım o an geldi aklıma, hem gün içinde künefeden bahsedilmişti hem aranmıştı. Tekrar arandı-
Biz şu kafedeyiz, sen nerdesin buluşalım derken*aylardır görmüyorum, insan özlüyor gerçekten, künefe sözü vardı, kahve sözü vardı, söz vermiştik birbirimize ama bir türlü ne fırsat oluyordu ne de imkan...
20 dk içinde geldi, Almanların dakikliği üstüne sinmişti ki kendi Almanca'dan nefret eder, nefret etmez de sevmez hani...Sohbet ettik, uzun zamandır ilk defa, hem her şey çok somuttu hem de tam beklediğim gibiydi, tam hayal ettiğim gibi, ya az konuştuğumdan ya da nargileden...bilmiyorum ama biraz durgun hissettim o an böyle-------bir kaç saniyelik boşluklar oluyordu, sohbet ettik, iyi ki gelmişti, iyi ki gelmiştim, tekrar buluşacaktık, bu çok aceleye gelmişti -kuzenimin itiraf ettiği gibi çok aradan çıkarılmış bir görüşme olmuştu- buna rağmen güzeldi, diğer günü iple çekiyorum.

Cuma, 17 Mayıs, İzmir-weiter,
Bugün de Kemeraltındaydık yine, neden mi yine? Çünkü aa Kemeraltı burası bak, hadi dönelim yapmıştık. Alışverişi bahane edip geldik, 2 Tişörtüm ve 5 çorabım var, iç çamaşırını başka zaman hallederim-apar topar çıkılmış eşyaların yarısı apartta kaybolmuştu- Antalya'ya gitmek için planlar yapıyorum onu da ayrı anlatırım.
Saat kulesindeki fotoğrafçı amca Beyaz tişört beyaz şapka giyer, bizi fotoğraf çekti. 1 saat kadar oyalandıktan sonra fotoğrafları aldık. Güvercin yemi satan teyze, harita bilginiz varsa tam güneyde de teyze oturuyordu. Onunla da fotoğraf çekildik. Her şeyi herkesi fotoğraf çekiyorum. Görmemişlik yapıyorum İzmir, görmemişliğime katlan İzmir.
Efes, Şirince-şarap-, ve de yarın CCile buluşma! diğer program bu kadar, pazartesi güzel bi film bulunursa kaçırılmaz...

Perşembe, Mayıs 09, 2013

Film İncelemelerim ve Başıma Gelmemesi Gereken Olaylar

Bu aralar bir şeyler bir şeyleri delice başka bir şeylere bağlıyor. Fakat, bendeki beceresizlikten midir yoksa karşı taraftan gelen güneykutbu rüzgarı* yüzünden mi, bilmiyorum bu ara bazı şeyler istediğim gibi gitmiyor ama bazı şeyler de tam istediğim gibi. Mesela taşınmamdan bahsedecek olursam, bu taşınmanın neden bu kadar geciktiğini bile sorgular oldum, bu kadar mutluyum, taşınmadan dolayı.
Ee, bir de kız var, hangi kız mı? Önceki yazımda bahsetmiş olduğum Gönülsutaklaatan işte, kendisi Norveç Atı ile İzlanda Atı kırması, çok soğuk. Çocuklarımız olsa Akdeniz'li Eşek ile Norveç-İzlanda kırması Katırcıklarımız olurdu, istemiyorum, çirkin olurlardı. İstesem bile çirkin olurlardı, sonuç- çirkin olurlardı.
Çirkinlikten vazgeçip, bu ara kafamı Gönülsu- yönünden boşaltmaya çalışıyorum. Becerebiliyorum! Umarsızca(anlamını bilmiyorum ama ummak-umarsız?) yapıyorum. Nasıl yaptığımı bilmiyorum, anlamını bilmediğim bir kelimeyle mantar panoya iğneler gibi iğneledim, mantar panoya minik iğneleri batırmaya bayılırdım, şu aralar mantar panom yok. Çok dağınığım, ütüsüz bekar gömleği gibi hissediyorum.
Size bir de amaçlarımdan bahsetmek istiyorum, bunu çok heyecanlı anlatıp ne olduğunu anlamad...
Bir hafta boyunca*belki de daha uzun* İzmir'de tatil yapmak istiyorum. Bu isteğim cebimdeki burs parası ve ceketten çıkan sürpriz 50 lira ile gerçekleşebilecek. bugün ayın 9'u ve 335Tl'm var. 60-lira otobüs bileti, 275 yani pazartesi gününe kadar bursun sadece 5 lirasına dokunmuş olacağım ve İzmir'e doğru yola çıkıyorum, bu kadar.
Size bir de izlemek istediğim filmlerden bahsedeyim, bir de izlediklerimden elbette; Size hiç bahsettim mi, bu blog yazları trans-blog oluyor, tamam tamam espri değildi ama dönüşümü açıklamak için kullandım. Trans-blog'tan kastım, şu an için Üniversite'den ve diğer garip ve garip olmayan durumlardan bahsettiğim bu blog şu an için sadece Günlüğümsü, yazları ise inanmayacaksınız ama Güneşte yaşayan garip yaratıklar gelip bloğu Film bloğuna dönüştürüyorlar, incelemeler yaptırıyorlar ZORLA!!! Oysa ki yapamam, film incelemesi yapamam, bildiğimi kendime saklayıp, gerçekten bir şey bilip bilmediğimden de bu sayede emin olamam, oysa aksini düşünüp "ya bir şey bilmiyorsam şu film hakkında" diye de iç geçirmeye devam ederdim, uzun sürmezdi. Filmler ve yönetmenler şöyleydi ;

Michael Haneke ;
-Funny Games 1999 : Film, yumurta isteyen bir gencin yumurtaları kırması ve diğer sakarlıkları yüzünden ev sahibinin pek misafirperver olmayan tutumlarına maruz kalmasıyla başlıyor, aslında öyle başlamıyor, önce ailenin klasik müzik dinlediğini ve otomobilllerinin arkasındaki Boot'tan da anlayabildiğimiz gibi tatile çıktıklarını hatta çok zengin olduklarını görüyoruz. Bir oğlan çocuğu, anne ve baba ve de sinirlerimi hoplatan, oturduğum koltuğun ıslanmasına neden olan -ki koltukta değil yatağımda uzanıyordum- koltukla olmayı diliyormuşum film izlerken, eve çıkarsam film izleyebileceğim rahat bi koltuk alcam, Spot'tan.
-Der Siebente Kontinent : Her şey yolunda, hayat çok güzel dimi? Hayır. Bu aile istediği her şeye sahip, sorunlu bir çocukları bile var. Peki, size şöyle söyliyim, bir arkadaşınız var ve ODTÜ de okuyor resimle müzikle ilgili, bunların yanında okulun Amerikan Futbolu takımında :O Ve kızların gözdesi. Bir gün karar alır ve mezuniyetinden önce siyanürle intihar eder, vücudu maviye dönmüştür. Siz, arkadaşınızın son halini hatırlaya durun, neden intihar ettiği varsayımları havada uçuşadursun, hatta havada çarpışsınlar, bu da böyle bir filmdi.

Krzystof Kieslowski ; Kuzenimin -aylardır- 3 Renk izlemelisin, sen bu tür filmleri seviyorsun, ısrarlarına rağmen izleme fırsatı bulamamıştım yine bulamadım, buldum ama devam etmek istemedim, ağzımdan acımsı tadı atmam gerek, Haneke ile aldattım Kieslowski'yi bir Alman'ı bir Polonya'lıyla, oysa savaş...
-Double Life of Veronique : Veronique denen kadının güzelliği, sesindeki güzellik ve diğer bütün güzellikler bir aradayken, yaşam ölüm ve kader? Kader değil belki ama Kieslowski tesadüfleri seviyor, son tahlilim budur. Hayatta bazen başımıza gelenler, alacağımız kararları etkiler- başımıza gelenler bizim yüzümüzden gelmemiştir ama alınan kararlar tamamen bizim özgür irademize aittir, gibi bir yönetmen.
-Blue : 3 Renk'in ilk filmi. Bayıldım fakat, bu işte bir terslik var. Neden hayatın en acımasız taraflarını bize klasik müzikle yoğurarak veriyorsun? Çok etkileyici, duygusal bi yapım olsa da böyle bilgisayar başında hıçkırmadan ağlayan biri değilim ama bu filme ağlardım, bu kadın bu kadar şeyin başına gelmesini haketmiyor be abi!!!
-A Short Film About Love : Genç arkadaşımız karşı apartmandaki biraz olgun genç kadını teleskopuyla izler, röntgen ve platonik aşk hikayesi, sıradan bir hikaye gibi ama mutluluk bir süt arabasını peşinden sürükleyip spiraller çizerek koşturmaktı, bu filmde. Hüzün ise, bambaşka.
-A Short Film About Killing : Bu iki film yani Love olan ile birlikte, Decalouge serisinin parçaları ama uzun metraj halindeler sadece. Decalouge izlemedim, izlicem. Bu filmde ise, sembolizm bariz görülmekte. Yönetmen de Sepya çekmiş filmi sanki, arada mavi gökyüzü görmek mümkün. Filmin başlangıcında bize bir sıçan ve kedi eşlik ediyor, ikisi de ölüler. Filmin sonunda ağlamak istedim, tüylerim diken diken oldu hiç olmamalarını diledim ama mümkün değildi olmuştu artık. Film boyunca türlü basit-veya-na.basit, basit olmayan kötülükler görüyoruz, iyi de cezalandırma isteği ve o adama işkence etme duygusuyla iştahınız kabarmışken, yönetmen çaaat diye vuruyor ağzınızın ortasına ve salyalarınız ekrana yapışıyor.
Blind Chance - Aah, Mr. Nobody hayranlığım bir anda yok olmasa da yavaş yavaş, filmin uyarlama olduğunu bilmiyordum. Mr Nobody izlediyseniz neler döndüğünü az çok anlayacaksınız ben yine anlamadım, şaka. Biraz daha karışık geldi bana ama film bittikten sonra Tren sahnesine sarıp kadın oyuncuların farklılıklarını inceleyip, hmm burda bu olmuş da bu yüzden...şaka şaka tamam ya! Spoiler vermek istemem ama zaten bu tip filmlerde neyin nerde olduğundan çok izlerken size yaşattıkları önemli, size demiştim adam-yönetmen kaderci ve tesadüflere inanıyor ama belki daha çok kadercidir. Her zaman aynı konuya parmak dolayan -ahtapot kollarımsı parmakları var- yönetmen, sürekli aldığımız kararların hayatımızı nereye sürükleyeceğine değiniyor bu filmde de 3 farklı hayat 3 farklı başa gelen veya alınan karar işte.

...son olarak, lütfen, rica ediyorum, yerlerinize geri dönün sayın okucu,
 Moonrise Kingdom izledim, sahilde edilen dans, tören, kaçış. Wes Anderson'un filmlerindeki samimiyet inanılmaz yoğunlukta ama kesinlikle abartılı değil, filmde zaten bir absürdlük var tarz adamın bize de izlemek kalıyor. Ben bayıldım, inanılmaz mutluyum şu an hayatım değişti Wes Anderson dini olsa dinimi d...Wes Anderson beni evlatlık als...Wes Anderson iyi yönetmen, seyirciyi yakalayacağı noktalar çok hoş, film uzun zamandır içimi karartmayan hatta mutlu eden ilk filmdi, eğlenmek için film izlemediğimi yukarıda Haneke'den görebilirsiniz, Hören-Listening-Dinleme alıştırması yaptım ben Haneke ile evet. Teşekkürler, ciao! demeden önce ,
JLGodard-Leos Carax ve IBergman üçlüsüne kafayı taktım Tarkovsky bi' de. Aklıma ilk gelenler...

Unsere Mütter, Unsere Væter diye bir dizi var, ben ilk 2 bölümünü izledim 5 arkadaşın 2. Dünya Savaşında ne hale geldiğini Almanların gözünden izleyebildiğimiz, trajik, hareketli bir dizi mini dizi, 3 bölüm 4.5 saat.

Bu kez, teşekkürler ciao!

Salı, Mayıs 07, 2013

Atyarışı-İlk 4 At-Taşınma

Selam Selam!
Eşek yine bir at yarışından çok galip döndü, bu kez Sürpriz değildi belki ama son kulvardan hızlı bir atak yapan Eşek, önündeki iki İngiliz'e aldırmayıp koşmaya devam etti. Birinciliği Gönülsutaklaatan'a kaptıran Eşek, ikinciliği de Keçisakalaltınnal'a bıraktı! Sorun değildi, kuponlar Eşek'in birinciliğineydi belki ama olsundu, stres yapmadı rahat koştu! Hem Gönülsu ve Keçi...nal'la ahırda koşunun kritiğini yaptılar, onlar kişnerken Eşek... Eşek de mutluydu ama kişnemedi.

Yukardaki paragrafı insansı hale tercüme-i hal edelim-gttn uydurma osmanlımsıca

Ben okul 3.sü olarak sezonu kapatmış bulunuyorum. Bunu burdan duyurmanın ne kadar çılgınca olduğunu biliyorum ama...anlatıyım.
-
Final Sınavı Çalışma Grubu'muz 4 kişilik
Ben , Gönülsu,  Keçisakal ve Keçisakal'ın sevgilisi Kibarkoşar-o, biz bu dört kişi ayıp mayıp değil ama ilk 4'teyiz. Çalışma grubu da yaptık öyle, kaynaştık haftasonu dolu dolu inanılmaz eğlendik. Hem Keçi...nal ve Kibarkoşar-o yakından tanıma fırsatı buldum. Yemek yedik, ders çalıştık, sohbet ettik. -Kaynaşma bu şekildeydi, belki Keçi...nal ile seneye aynı eve çıkarız, çok güzel olur bence. Dost canlısı adam, iyi insan, önyargılara maruz kalan -benim tarafımdan?belki* ama en çok diğerleri,ben de diğerleri yüzünden...anasını satıyım ki yanlış insanlara arkadaş- demişim, iyi bok yemişim. Sene biterken etrafımda kimse kalmamış...diyordum ki bu dörtlü haline dönüştü durum. Süper oldu!

Taşındım!..
Aparttan kurtulup kuzene yerleştim, bir haftalık bir yerleşme. Hem günlerdir internetsizim, ders de çalışamıyorum, kitap miyobumu azdırıyor, miobum ben teşhisi ben koydum - dolmuş tabelalarını görememekle başladı her şey...dolmuş kaçırdım,bir sürü. Kitabımı bitiremedim, Tutunamayanlar. Gözlerim yaşarıyor, yanıyor, kaşınıyor bazen saçma sapan zamanlarda. Bilgisayar o kadar etkilemese de...kitaplarla aram iyi değil, bu yüzden doktora gitmem gerek memlekete dönünce.
Haftaya da sınavım var, son sınav ve ben özgürlüğüm kavuşurum, ailemle özlem gidermeler, işe başlamalar veya babamın verdiği ultra-über-fantastisch haber Almanya'ya babamın çocukluk arkadaşının misafiri olarak giderim.Bilmiyorum ne kadar mümkün ama, olsa ne güzel olur, para biriktiremem ama olsun. Çocuğu var, benle yaşıt, anlaşırız biz.

Ok, ciao!

Salı, Nisan 30, 2013

Almanca Rap'te "Çok tatlısın, güzelsin, şekerci mi baban senin?" Karmaşası



Şimdi şöyle ki 8tracks'te denk geldiğim ve yüzümde "ihihih" şeklinde bir
surat ifadesi, efekt ve bilimum ilginç mimikler oluşmasına neden olan
grubun, videodaki şarkıda "Oooohoooo du hübsches Ding, ich versteck
meinen Ehering..." diye başlayan kısmının, "Çok tatlısın güzelsin şekerci
mi baban senin? Gözün kara..." sözlerine sahip olan şarkıya benzerliği
var mı acaba? Ya da ben aç mıyım? Glikoza mı ihtiyacım var, oysa 6
şekerli çay içtim.
Çok tatlısın güzelsin (benzerdir işareti) Du hübsches Ding (seni tatlı şey)
Ama ritm benzerliği dikkat çekici unsur.